Kurtuluş Savaşı'nda savaşan son adam da öldü. Son kahramanımız. Kahramanların en büyük özelliği kahraman olduklarının farkında olmamalarıdır. Band Of Brothers diye bir dizi vardır, Er Ryan'ı Kurtarmak filmi Şipilbörg ve Hanks'e yetmemiş, "baba biz burdan bir de dizi attırırız be ya!" diyerekten bu diziyi çekmişlerdir. İyi de yapmışlardır. Döner döner izlerim arasıra iyi iştir. Bu dizinin finalinde bir takım 2.Dünya Savaşı gazileri çıkar ve bir takım şeyler söylerler. Onca vıdı vıdının arasından bende kalan duygu bu yukarıdaki olmuştur. Kahraman olduğunun farkında olmadan kahraman olmak. Bize bir görev veriliyordu, biz de bir takım insanlardık, gidip onu yapıyorduk, onu yaparken kıçımızı kollamaya çalışıyorduk ama aramızdan bazıları ölüyordu her seferinde, ama birlikte bir şey yapıyorduk, bir hedefimiz vardı. Şu araziyi ele geçirin, geçiriyorduk, şu hattı dağıtın, dağıtıyorduk. Bu kadar. Bütün bunların toplamı, 2. Dünya Savaşı'nın büyük tarihini yarattı. Bu savaştan bu kadar çok film, kitap çıkması anormal değildir, bir anda dünyanın dört bir tarafı hikayelerle doldu çünkü bu savaş sırasında. Kahramanları, kahraman olduklarının farkında bile değildi. Bizim için Kurtuluş Savaşı böyledir işte. 2.Dünya savaşından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kapitalizm kendisini hepten dağıtacak hamleler yaptı. Sonunda bugünlere geldik. Polente'nin şu yazısındaki insanlar haline geldik hep birlikte. Bir şeyler yapıyoruz, "biri" olmaya çabalıyoruz. Öldüğümüzde hayatı değiştirdiğimize ufak da olsa bir iç huzurumuz olsun istiyoruz. "Boşu boşuna yaşamadım lan ben bu hayatı!" demek istiyoruz. Son gazi, devlet töreniyle uğurlandı. Bir şeyin sonu ya da ilki olmak iyidir. Son gazi yaşarken, Kurtuluş Savaşı'nda savaşırken "Allahım yaşasın bir şeyin parçası oldum ben!" demedi, kendisine verilen görevi yerine getirdi. (Sadece sakalık yapmış olsa bile bir şeydir bu) Biz de işte onun gibi olmak istiyoruz. Bir şey yapmış olmak. Ya herkesle birlikte tarihin parçası olmamızı sağlayacak bir şey. Ya da bizi biricik kılacak bir şey.
Bunun için yeterli eğitimimiz, harıl harıl çalışan bir beynimiz, entelektüel altyapımız var. Ama bir şey çıkmıyor. O biricik olmamızı sağlayacak şeyi bulamıyoruz bir türlü. Verili bilgiyle yaşadık hayatımızı, okuyacaksın, işe gireceksin, evleneceksin. Eh tamam yaptım bunları, peki ama benim biricikliğim nerde kaldı. Bunu kimse bilmese de olur. Ben bileyim yeter. Ben bir işe yaradım kardeşim! Şu demir parçasını kılıç haline getiren benim, şu atın nalını ben çaktım, şu tarladan oğullarıma kızlarıma ekmek çıkardım ben. Bunların yerine her gün işyeri adında bir yere gidiyorum, bir bilgisayarın karşısına oturuyorum, bir takım insanlarla toplantı yapıyorum, diğer bir takım insanlarla telefonda konuşuyorum. Günün sonunda elimde, gözümün önünde, başardığım, ürettiğim bir şey yok ama? "Ben bir işe yarıyorum ulan!" diyemiyorum ki. E peki o zaman bunca çaba niye? Yaşlanıyorum ama ben, her geçen gün beni ölüme daha fazla yaklaştırırken geçirdiğim bir tek anın bile anlamlı olduğuna dair bir tek kanıt bulamıyorum. O zaman niye böyle yaşıyorum ben "bu" anları "bu" şekilde? Ben biliyorum ki birisi Polente'ye "Kızım topla valizini Şili'nin kuş uçmaz, kervan geçmez yaylalarında sana çok ihtiyacımız var, orada canın çıkana kadar çalışacaksın, sadece üç saat uyuyabileceksin ama o uyku sana o kadar tatlı gelecek ki, çünkü 'bir şey gerçekleştirdim (elle tutulur, gözle görülür bir amaç doğrultusunda bir hedefe ulaşmak için gösterilen çabanın sonucunda duyulan kendinden memnun olma hali) ben bugün' diyebileceksin, var mısın?" dese, bir an bile burada durmaz. Bana söyleseler, ben de durmam.
Son gazi de öldü. Biz hala bir baltaya sap olabilmiş değiliz.
Bunun için yeterli eğitimimiz, harıl harıl çalışan bir beynimiz, entelektüel altyapımız var. Ama bir şey çıkmıyor. O biricik olmamızı sağlayacak şeyi bulamıyoruz bir türlü. Verili bilgiyle yaşadık hayatımızı, okuyacaksın, işe gireceksin, evleneceksin. Eh tamam yaptım bunları, peki ama benim biricikliğim nerde kaldı. Bunu kimse bilmese de olur. Ben bileyim yeter. Ben bir işe yaradım kardeşim! Şu demir parçasını kılıç haline getiren benim, şu atın nalını ben çaktım, şu tarladan oğullarıma kızlarıma ekmek çıkardım ben. Bunların yerine her gün işyeri adında bir yere gidiyorum, bir bilgisayarın karşısına oturuyorum, bir takım insanlarla toplantı yapıyorum, diğer bir takım insanlarla telefonda konuşuyorum. Günün sonunda elimde, gözümün önünde, başardığım, ürettiğim bir şey yok ama? "Ben bir işe yarıyorum ulan!" diyemiyorum ki. E peki o zaman bunca çaba niye? Yaşlanıyorum ama ben, her geçen gün beni ölüme daha fazla yaklaştırırken geçirdiğim bir tek anın bile anlamlı olduğuna dair bir tek kanıt bulamıyorum. O zaman niye böyle yaşıyorum ben "bu" anları "bu" şekilde? Ben biliyorum ki birisi Polente'ye "Kızım topla valizini Şili'nin kuş uçmaz, kervan geçmez yaylalarında sana çok ihtiyacımız var, orada canın çıkana kadar çalışacaksın, sadece üç saat uyuyabileceksin ama o uyku sana o kadar tatlı gelecek ki, çünkü 'bir şey gerçekleştirdim (elle tutulur, gözle görülür bir amaç doğrultusunda bir hedefe ulaşmak için gösterilen çabanın sonucunda duyulan kendinden memnun olma hali) ben bugün' diyebileceksin, var mısın?" dese, bir an bile burada durmaz. Bana söyleseler, ben de durmam.
Son gazi de öldü. Biz hala bir baltaya sap olabilmiş değiliz.
Yorumlar
Arkeolojiyi bırakırken, beraberinde boşluğu da seçtim sanki. Bu uzun bir yazı konusu aslında. Hazır bayram, hazı rvakit var dur ben yazayım şunu. Siz de bir maç çıkışı uğrayın artık bize. Çok özledim ulan ikinizi de.