Evet sanat eseridir. Borsalino Boğazlıkazak ve Müge Vorçistayr eserin sahibinin kim olduğunu anlamışlardır büyük ihtimalle. Evet bu bir Christian Louboutin.
Gene şerefsiz kapitalizmden bahsedeceğim maalesef. Yaratıcılık, tasarım, estetik herşey var bu eserde. Sadece tekil değil. Bastırıyorsunuz bir kaç yüz doları, alıyorsunuz evinize götürüyorsunuz, üstelik ayağınıza da giyebiliyorsunuz. İşte tam da bu özelliğiyle kapitalizmin gözdesi zaten. "Taşınmanın bile bir estetiği olmalı" diyerek taşınırken ev eşyalarını ambalaj kağıdıyla paketleyen Borsalino kişisi gibi hayata genel olarak estetik penceresinden bakmayı sevenler için büyük çabalar sonucunda Christian Louboutin'in aklından çıkarıp getirdiğimiz bir sanat eseri karşımızdaki. Moda işindeki her ürün ve üretim bir yere kadar belli bir estetik kaygı üzerinden üretiliyor. Denge aslında ürünün ne kadar satılacağı üzerine kurulu. Ben etton Sen etme'den alınan bir tişört, tasarımı, estetik kaygısı minimumda, genel geçer kullanıma sunulan ama önemli bir markanın imzasını taşıdığı için dönemin özelliklerini taşıması da gereken bir üründür. O dönemin özelliklerini belirleyen ise daha yüksek tasarımın kalıntıları. Neskafe gibi. Kahvenin en kaliteli kısmı ayrılır, pazara verilir, geri kalan dandik çekirdekten yapılan çok koyu bir kahve kurutularak neskafeye dönüştürülür. Neskafe kahve midir? Benetton ya da Mavi'nin bir tişörtü ne kadar sanat eseriyse neskafe de o kadar kahvedir.
Modanın imza isimleri o senenin üretim kodlarını belirler. Rönesans'ta Vatikan'ın resmin kodlarını belirlediği gibi. Herkes o çerçevenin içinde üretimini yapar. Bazı tasarımlar yüzbinlerce dolardan alıcı bulur ve ödül törenlerine fotoğrafların konusu olur, sonra da biz onları hürniyetin internet sitesinde Scarlet Johanson'un üstünde tıklar dururuz. Bir kere giyildikten sonra önce görsel olarak sonra da tasarım olarak hızla eskimeye başlar bu elbiseler, ayakkabılar, mücevherler. Resim ya da heykel gibi değildirler. Onlara yatırılan sermayenin geri dönüşümü çoğu zaman yoktur ya da uzun vadede gerçekleşir. Dolaşım hızları zayıftır çünkü. Sisteme yeniden katılmazlar, tüketilmezler de, öylece duvarda durup dururlar. Sistem çabuk tüketilmeyen ya da dolaşım hızı bu kadar yavaş olan ürünleri sevmez. İşte bu yüzden moda endüstrisindeki yaratıcı üretim aslında tadından yenmez bir kapı açar. Çünkü yüksek fiyatlara satılır, çünkü geri dönüşümü ya da tüketimi hızlıdır ve tüketimi daha da hızlı alt katmanlara genelleyici kodlar üretir moda. Ama aynı zamanda da sanat eseridir. Yukarıdaki Louboutin gibi.
New York'ta Century 21 diye bir mağaza var, bu creme de la creme markaların sezon sonu ürünlerini çok düşük fiyatlara satıyorlar. Orada nefis bir deri ceket görüp üzerine atlamıştım, sanırım Cavalliydi. Etiketi %70 filan indirimle 500 dolardı ceketin, elim yandığı için geri attım hemen. Ama "yuh!" dedim mi? Demedim. Saygı duydum.
Sonuç olarak demem o ki Rönesans'ta yaşasalar iyi birer ressam ya da heykel olabilecek adamlar bunlar. Ama 21.yy'da yaşıyoruz. Kadınların ve çocukların çağında. Tüketimi yönlendirenler onlar artık, kapitalizm onların daha çabuk tüketip attığını farkettiği günden beri çok mutlu. Çocuklar yönlendirilebilirdir, estetik kaygıları bizim kodlarımız üzerinden belirlenir. Ama kadınlar... onlar için sanat eserleri üretilir. Mağaraya resimleri yapanlar değilse de yaptıranlar onlar olduğu için ("Hongo, mağara çok boş görünüyor, ipliği keşfetmiş olsak ben her yeri dantele boğacam ama daha keşfetmedik, onun için sen şu duvarlara bi şeyler çiziktirsene" "Ne çiziktiriyim hanım?" "Ne biliyim ben, ava mava gidiyosunuz ya hani, onları çiz mesela" "İyi(?), yapıyim")İçlerinde doğuşlarından itibaren büyüyen boşluğu doldurmaları için, üretkenliklerini doğurmaktan profesyonel olarak yaptıkları işlere aktarmış olmalarının yarattığı vicdan azabını azaltmaları için, aynı anda (anne, iş kadını, aşçı ve sevişgen) birden çok sorumluluğu almak zorunda kaldıkları için hissettikleri karmaşayı ve fırtınalı ruh halini dindirmeleri için, "ben buna değerim ulan!" duygusunu tatmin etmeleri için önlerine bir dilim tiramisu (ki onun da iyi yapılmışı sanat eseri kategorisine girer) koyar gibi usulca bırakıyor sistem, Christian Louboutinleri, Marc Jacobsları, Miou Miouları ve daha nicelerini...
Eğer o pisuar bir sanat eseriyse, bu fotoğraftaki ayakkabı haydi haydi bir sanat eseridir bence.
Gene şerefsiz kapitalizmden bahsedeceğim maalesef. Yaratıcılık, tasarım, estetik herşey var bu eserde. Sadece tekil değil. Bastırıyorsunuz bir kaç yüz doları, alıyorsunuz evinize götürüyorsunuz, üstelik ayağınıza da giyebiliyorsunuz. İşte tam da bu özelliğiyle kapitalizmin gözdesi zaten. "Taşınmanın bile bir estetiği olmalı" diyerek taşınırken ev eşyalarını ambalaj kağıdıyla paketleyen Borsalino kişisi gibi hayata genel olarak estetik penceresinden bakmayı sevenler için büyük çabalar sonucunda Christian Louboutin'in aklından çıkarıp getirdiğimiz bir sanat eseri karşımızdaki. Moda işindeki her ürün ve üretim bir yere kadar belli bir estetik kaygı üzerinden üretiliyor. Denge aslında ürünün ne kadar satılacağı üzerine kurulu. Ben etton Sen etme'den alınan bir tişört, tasarımı, estetik kaygısı minimumda, genel geçer kullanıma sunulan ama önemli bir markanın imzasını taşıdığı için dönemin özelliklerini taşıması da gereken bir üründür. O dönemin özelliklerini belirleyen ise daha yüksek tasarımın kalıntıları. Neskafe gibi. Kahvenin en kaliteli kısmı ayrılır, pazara verilir, geri kalan dandik çekirdekten yapılan çok koyu bir kahve kurutularak neskafeye dönüştürülür. Neskafe kahve midir? Benetton ya da Mavi'nin bir tişörtü ne kadar sanat eseriyse neskafe de o kadar kahvedir.
Modanın imza isimleri o senenin üretim kodlarını belirler. Rönesans'ta Vatikan'ın resmin kodlarını belirlediği gibi. Herkes o çerçevenin içinde üretimini yapar. Bazı tasarımlar yüzbinlerce dolardan alıcı bulur ve ödül törenlerine fotoğrafların konusu olur, sonra da biz onları hürniyetin internet sitesinde Scarlet Johanson'un üstünde tıklar dururuz. Bir kere giyildikten sonra önce görsel olarak sonra da tasarım olarak hızla eskimeye başlar bu elbiseler, ayakkabılar, mücevherler. Resim ya da heykel gibi değildirler. Onlara yatırılan sermayenin geri dönüşümü çoğu zaman yoktur ya da uzun vadede gerçekleşir. Dolaşım hızları zayıftır çünkü. Sisteme yeniden katılmazlar, tüketilmezler de, öylece duvarda durup dururlar. Sistem çabuk tüketilmeyen ya da dolaşım hızı bu kadar yavaş olan ürünleri sevmez. İşte bu yüzden moda endüstrisindeki yaratıcı üretim aslında tadından yenmez bir kapı açar. Çünkü yüksek fiyatlara satılır, çünkü geri dönüşümü ya da tüketimi hızlıdır ve tüketimi daha da hızlı alt katmanlara genelleyici kodlar üretir moda. Ama aynı zamanda da sanat eseridir. Yukarıdaki Louboutin gibi.
New York'ta Century 21 diye bir mağaza var, bu creme de la creme markaların sezon sonu ürünlerini çok düşük fiyatlara satıyorlar. Orada nefis bir deri ceket görüp üzerine atlamıştım, sanırım Cavalliydi. Etiketi %70 filan indirimle 500 dolardı ceketin, elim yandığı için geri attım hemen. Ama "yuh!" dedim mi? Demedim. Saygı duydum.
Sonuç olarak demem o ki Rönesans'ta yaşasalar iyi birer ressam ya da heykel olabilecek adamlar bunlar. Ama 21.yy'da yaşıyoruz. Kadınların ve çocukların çağında. Tüketimi yönlendirenler onlar artık, kapitalizm onların daha çabuk tüketip attığını farkettiği günden beri çok mutlu. Çocuklar yönlendirilebilirdir, estetik kaygıları bizim kodlarımız üzerinden belirlenir. Ama kadınlar... onlar için sanat eserleri üretilir. Mağaraya resimleri yapanlar değilse de yaptıranlar onlar olduğu için ("Hongo, mağara çok boş görünüyor, ipliği keşfetmiş olsak ben her yeri dantele boğacam ama daha keşfetmedik, onun için sen şu duvarlara bi şeyler çiziktirsene" "Ne çiziktiriyim hanım?" "Ne biliyim ben, ava mava gidiyosunuz ya hani, onları çiz mesela" "İyi(?), yapıyim")İçlerinde doğuşlarından itibaren büyüyen boşluğu doldurmaları için, üretkenliklerini doğurmaktan profesyonel olarak yaptıkları işlere aktarmış olmalarının yarattığı vicdan azabını azaltmaları için, aynı anda (anne, iş kadını, aşçı ve sevişgen) birden çok sorumluluğu almak zorunda kaldıkları için hissettikleri karmaşayı ve fırtınalı ruh halini dindirmeleri için, "ben buna değerim ulan!" duygusunu tatmin etmeleri için önlerine bir dilim tiramisu (ki onun da iyi yapılmışı sanat eseri kategorisine girer) koyar gibi usulca bırakıyor sistem, Christian Louboutinleri, Marc Jacobsları, Miou Miouları ve daha nicelerini...
Eğer o pisuar bir sanat eseriyse, bu fotoğraftaki ayakkabı haydi haydi bir sanat eseridir bence.
Yorumlar
Tabii ki high brand bir ayakkabı bir sanat eseridir, nihayet bunu anlayan bir erkek çıktı yani. Ama bunu idrak edebilen adamın aynı zamanda "Ben Etton Sen Etme, Christian Dior, ne diyor?" şeklinde espriler yapan bir adam olmasını yorumsuz geçmek istiyorum. Fakat Ben Etton Sen Etme cidden 15 yaşından sonra yapılmaması gereken bir espri ve giyilmemesi gereken vasat bir markadır; bunu eklemeden geçemem. Department store tadında bir yerdir nazarımda. Zamanında okul formasını alırdım ordan. Velhasıl enelerdir bir Benetton mağazasına ne var-ne yok diye bakmak için bile girmedim. Bunları da örneği tam 12'den vurmuşsun diye söylüyorum. Nescafe benzetmesine ise ayrıca bayıldım.
Senelerdir high fashion bir sanat formudur diye iddia ediyorum.
Bu arada Borsa bu yazıya yorum burakacak olursa ne yazacağını biliyorum. "Senin üzerindeki o mavi kazak..." diye başlar bence.
Borsa'm ve ben bir Louboutin'i 30 metre öteden tanırız be! Hoş, altları kırmızı olduğu için tanıması da çok zor değil ya. Ah Borsa'm ahhh! Sen Borsa'mla bugün bizi buralara getiren şeyin ne olduğunu bilmezsin Gökhan Efendi.
Hemen açıklayayım: Bir çift Prada ayakkabıdır! Biz kendisiyle 10 sene boyunca aynı arkadaş ortamlarında dolandık durduk da bir gün 2007 Bahar-Yaz sezonundan bir çift fuşya Prada babet kanımızı kaynattı, bizi biraraya getirdi.
- Borsalino, sezon Prada değil mi bunlaaaarr?
- Ay evet, nerden bildin? Blahnik de var.
- Göster, göster!