68'de dünya daha mı globaldi? Ho Şi Min Türkiye'de bilinen bir isimmiş o zamanlar. Vietnam için gösteriler düzenlenirmiş, Türkiye'de ve dünyada. Bugün hepimiz Vietnam'da Kamboçya'da yapılan ayakkabılar giyiyoruz. Bu ayakkabıyı yapmak için bir takım çocukların saatler boyunca eşek gibi çalıştığını da biliyoruz. Ama kılımız kıpırdamıyor. Başardılar mı yani? Bu kadar mıydı?
Bugün bir iki tıklamayla Ho Şi Min'deki (Başkent olanından bahsediyorum bu sefer) Thong Nhat Stadyumunu evimden görebiliyorum. Onu bırak stadyumun bir koltuğunda sanal olarak oturabileceğim günler çok yakın. Ne skime yarıyor peki? Çok yakınlaştık evet. Vietnamlı bir biraderle karşılıklı muhabbet edebiliriz. Ama ne konuşacağız? Ben bugün sevişmedim, yürüyüşe katılmadım sonra, yorgunum evet ama bahara çok var. "Silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz" diyecek bir direniş hikayem yok. O Amerikan bombardımanı altında uyanmıyor ve yerin yedi kat altında yaşamak zorunda kalmıyor babası gibi. Avatar'dan bahsedeceğiz en fazla. "Fragmanını gördüm çok sıradandı" falan filan.
Devrimler Çağı sona erdi. Dünya çok daha müreffeh, çok daha küçük bir yer artık, hepimizi ya da çoğumuzu etkileyen dramatik olaylar olmuyor. 11 Eylül bile çare olmadı sıkıntımıza. Amerika'nın son çırpınışlarını seyrediyoruz sadece. Sıkıntı vücuda geldi. Google'dan daha uzağa gidemiyor artık aklımız. Ne olacak peki? İnsanlığın büyük yıkılışlara, büyük göçlere, büyük savaşlara, büyük hareketlere ihtiyacı var. O yüzden 2012 gibi filmler yapılıyor, o yüzden bu kadar çok kıyamet alameti var ortalıklarda. Kıyamete ihtiyacımız var. Fazla dibe çöktük, fazla sakinleştik, fazla rahatladık. Hayatta kalma güdülerimiz zayıflıyor. Bu böyle gitmeyecek, görürsünüz. Belki de çok yakında bir gün, ben ve Vietnamlı biraderim, bir yerde, üstümüzde paçavralar, bir parça ekmek için birbirimizle ölümüne dövüşeceğiz. Belki de global kapitalist sistemi yıkmak için omuz omuza yürüyeceğiz. Bir şeyler olacak, olmak zorunda. İnsanlık neredeyse 40 yıldır sakin sakin oturuyor. Elbette dünyanın bir takım yerlerinde bir takım felaketler, acılar, savaşlar, soykırımlar oluyor. Ama çoğunluğumuz evlerimizdeki rahat televizyonlardan takip ediyoruz bunları. Ben televizyonumuzun çalışmamasından, evimizin olmamasından, ayağımızdan parçalanmak üzere bir ayakkabıyla yollara düşmüş olmaktan bahsediyorum. Olacak. Göreceksiniz. Göreceğiz. Hep birlikte...
Bugün bir iki tıklamayla Ho Şi Min'deki (Başkent olanından bahsediyorum bu sefer) Thong Nhat Stadyumunu evimden görebiliyorum. Onu bırak stadyumun bir koltuğunda sanal olarak oturabileceğim günler çok yakın. Ne skime yarıyor peki? Çok yakınlaştık evet. Vietnamlı bir biraderle karşılıklı muhabbet edebiliriz. Ama ne konuşacağız? Ben bugün sevişmedim, yürüyüşe katılmadım sonra, yorgunum evet ama bahara çok var. "Silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz" diyecek bir direniş hikayem yok. O Amerikan bombardımanı altında uyanmıyor ve yerin yedi kat altında yaşamak zorunda kalmıyor babası gibi. Avatar'dan bahsedeceğiz en fazla. "Fragmanını gördüm çok sıradandı" falan filan.
Devrimler Çağı sona erdi. Dünya çok daha müreffeh, çok daha küçük bir yer artık, hepimizi ya da çoğumuzu etkileyen dramatik olaylar olmuyor. 11 Eylül bile çare olmadı sıkıntımıza. Amerika'nın son çırpınışlarını seyrediyoruz sadece. Sıkıntı vücuda geldi. Google'dan daha uzağa gidemiyor artık aklımız. Ne olacak peki? İnsanlığın büyük yıkılışlara, büyük göçlere, büyük savaşlara, büyük hareketlere ihtiyacı var. O yüzden 2012 gibi filmler yapılıyor, o yüzden bu kadar çok kıyamet alameti var ortalıklarda. Kıyamete ihtiyacımız var. Fazla dibe çöktük, fazla sakinleştik, fazla rahatladık. Hayatta kalma güdülerimiz zayıflıyor. Bu böyle gitmeyecek, görürsünüz. Belki de çok yakında bir gün, ben ve Vietnamlı biraderim, bir yerde, üstümüzde paçavralar, bir parça ekmek için birbirimizle ölümüne dövüşeceğiz. Belki de global kapitalist sistemi yıkmak için omuz omuza yürüyeceğiz. Bir şeyler olacak, olmak zorunda. İnsanlık neredeyse 40 yıldır sakin sakin oturuyor. Elbette dünyanın bir takım yerlerinde bir takım felaketler, acılar, savaşlar, soykırımlar oluyor. Ama çoğunluğumuz evlerimizdeki rahat televizyonlardan takip ediyoruz bunları. Ben televizyonumuzun çalışmamasından, evimizin olmamasından, ayağımızdan parçalanmak üzere bir ayakkabıyla yollara düşmüş olmaktan bahsediyorum. Olacak. Göreceksiniz. Göreceğiz. Hep birlikte...
Yorumlar
Adam Curtis isimli bir yönetmenin "The Century of the Self" isimli bir belgeseli var. Ben Youtube'dan izledim. Bulabilirsen, tavsiye ederim, yazdığın konularla ilgili farklı bakış açıları getiriyor.
Bu arada bütün yazıların için tebrik ediyorum. Müptelan oldum :)
Öperim etli yanaklarından
Tunç
Tuncum ilk fırsatta tetkik ediciim belgeseli. Tebrikine teşekkür ediyorum çok mersi boku dö mon kör :)
Can blogunu çok sevdim!