Şimdi bu kadar uzun bir girizgahtan sonra "bilmem kaç tane filmin, romanın, hikayenin konusu olmuş artık içi boşalmış ucuz bir cümleye neden geri döndün sevgili kardeşim?" diye sorabilirsiniz. Ama bu sorunun farklı bir soru olduğunu düşünüyorum ben. Yüz Kitabı sayesinde, yıllardır konuşma fırsatı bulamadığım ilkokul ve lise arkadaşlarımla, daha da sevdiğim yazışma ilişkisine girdiğim son birkaç aydan beri fark ettiğim bir durumdan bahsetmek istiyorum sadece, yani çok iddialı değilim aslında. Biraz daha açmak gerekirse, ilkokulda bile bu oğlanlar, kızlar büyüyünce ne olurlar acaba diye sorardım ama lisede bu sorunun cevabını kafamda kuruyordum. İçlerinden bazıları tam da beklediğim insanlar oldular. Ama bazıları da tahminlerimin çok dışında yollar çizdiler kendilerine. Tabi bu benim gibi bir stajyer müneccim için şaşırtıcı bir durum.
Ben çok iyi kahve falı bakarım. Kahve falı bakacağım insanla oturup bir on dakika muhabbet etmem yeterlidir. Aslında baktığım kahve falı değildir, karşımda oturan insanın o on dakika içinde belli temel özelliklerini, nasıl davrandığını, nasıl oturduğunu, konuşurken cümlelerini nasıl kurduğunu, hangi kelimeleri seçtiğini izlerim. Ondan gelen bilgilerle kafamda oluşturduğum belli sonuçları ona onaylatmak için bazı yem sorular sorarım. Sonra da oturur kahvesini okumaya başlarım. Sadece yarım saat havadan sudan konuştuğum bir kıza kahve falı bakarken “Alevi misin sen?” diye sorduğumda afallamıştı.
Kardeşim de bu özelliğime bayıldığı için fırsat buldukça benden ders almaya çalışıyor. Takıldığı kızlardan birisini getirmişti bir gün, havadan sudan konuşuldu gene, sonra kardeşimin biraz iddialı bir şekilde onu bir cümle söyleyerek ağlatabileceğimi anlattığını söyledi kızceğize. Ben de ona Baba Zula’nın çok sevdiğim bir şarkısını söylemeye başladım . “Babamız bizi sevmedi… sevmedi… babamız bizi sevmedi… çirkiniz… çirkiniz…” Kız bir an kaldı. Sonra da “Senin suçun değildi” diyiverdim. Allahtan ağlamadı ama kalıverdi öylece. Gürhan’la ben de kahkahalarla gülmeye başladık.
Gene lafı uzattım, bu kahve falı meselesinden çıkarmaya çalıştığım şey şuydu. Çocukluğumdan beri, öngörme konusunda bir yeteneğim vardı. Yıllar ve yediğim kazıklar bu konudaki yeteneğimi daha da geliştirdi. Öte yandan yukarıda bahsettiğim, hayatını benim belirlediğim çizgiden çıkarıp alakasız yerlere çekiveren insanlara da ayrı bir hayranlık duymuyor değilim. “Demek ki en başından beri içlerinde senin göremediğin hatta kendilerinin bile farkında olmadığı bir başka tohum vardı, doğru koşullarda o tohum patladı ve hayatın onlar için hazırladığı çizgiyi değiştirdi.” Bu kolaycı bir yaklaşım bence, ilk aklıma, aklınıza gelecek olan. Birazcık daha derine inmek gerekiyor aslında
Daha derine inme amacıyla yola çıkınca da kendimi bu soruyla yüzleşmiş bir halde buldum. Ben başka biri olabilir miydim? Bulutsuzluk Özlemi çalıyor tam da bu anda. “Ben yıllardan beri olmayacak düşlerin peşinde miydim?” diye soruveriyor Nejat Slowoğulları yazının göbeğine, sonra da tizinden giriyor. “Hayır hayır olamaz hayır!” Ben bu kadar emin değilim işte. Hala değilim.
Ben çok iyi kahve falı bakarım. Kahve falı bakacağım insanla oturup bir on dakika muhabbet etmem yeterlidir. Aslında baktığım kahve falı değildir, karşımda oturan insanın o on dakika içinde belli temel özelliklerini, nasıl davrandığını, nasıl oturduğunu, konuşurken cümlelerini nasıl kurduğunu, hangi kelimeleri seçtiğini izlerim. Ondan gelen bilgilerle kafamda oluşturduğum belli sonuçları ona onaylatmak için bazı yem sorular sorarım. Sonra da oturur kahvesini okumaya başlarım. Sadece yarım saat havadan sudan konuştuğum bir kıza kahve falı bakarken “Alevi misin sen?” diye sorduğumda afallamıştı.
Kardeşim de bu özelliğime bayıldığı için fırsat buldukça benden ders almaya çalışıyor. Takıldığı kızlardan birisini getirmişti bir gün, havadan sudan konuşuldu gene, sonra kardeşimin biraz iddialı bir şekilde onu bir cümle söyleyerek ağlatabileceğimi anlattığını söyledi kızceğize. Ben de ona Baba Zula’nın çok sevdiğim bir şarkısını söylemeye başladım . “Babamız bizi sevmedi… sevmedi… babamız bizi sevmedi… çirkiniz… çirkiniz…” Kız bir an kaldı. Sonra da “Senin suçun değildi” diyiverdim. Allahtan ağlamadı ama kalıverdi öylece. Gürhan’la ben de kahkahalarla gülmeye başladık.
Gene lafı uzattım, bu kahve falı meselesinden çıkarmaya çalıştığım şey şuydu. Çocukluğumdan beri, öngörme konusunda bir yeteneğim vardı. Yıllar ve yediğim kazıklar bu konudaki yeteneğimi daha da geliştirdi. Öte yandan yukarıda bahsettiğim, hayatını benim belirlediğim çizgiden çıkarıp alakasız yerlere çekiveren insanlara da ayrı bir hayranlık duymuyor değilim. “Demek ki en başından beri içlerinde senin göremediğin hatta kendilerinin bile farkında olmadığı bir başka tohum vardı, doğru koşullarda o tohum patladı ve hayatın onlar için hazırladığı çizgiyi değiştirdi.” Bu kolaycı bir yaklaşım bence, ilk aklıma, aklınıza gelecek olan. Birazcık daha derine inmek gerekiyor aslında
Daha derine inme amacıyla yola çıkınca da kendimi bu soruyla yüzleşmiş bir halde buldum. Ben başka biri olabilir miydim? Bulutsuzluk Özlemi çalıyor tam da bu anda. “Ben yıllardan beri olmayacak düşlerin peşinde miydim?” diye soruveriyor Nejat Slowoğulları yazının göbeğine, sonra da tizinden giriyor. “Hayır hayır olamaz hayır!” Ben bu kadar emin değilim işte. Hala değilim.
Yorumlar