1982'den beri Dünya Kupalarını seyrediyorum. Dünya Kupalarına dair aklımdaki ilk görüntüler çocukluğumun yaz tatillerinin geçtiği Susanoğlu'ndaki kayalıkların üstüne kurulmuş bir lokantada seyrettiğim Almanya-Fransa yarı finalinden. Elbette Fransa'yı tutuyordum çünkü Fransa'da Platini vardı. Panzerler (Nazi dönemini hatırlatsa da çok seviyorum bu tanımı) uzatmalarda 3-1'den maçı 3-3'e çevirmeyi ve beni de delirtmeyi başarmışlardı. Penaltıları da aldılar, ama sonrasında isimlerini emmoğullarım kadar net hatırladığım ve bende i ile biten bütün isimlerin İtalyanca olduğuna dair net bir kanı oluşmasını sağlayan isimleriyle, Rossi, Tardelli, Altobelli'nin golleriyle Azzurilere yenildiler. İtalyanlar komşularının intikamını almıştı. Büyüdükçe her Dünya Kupası öncesinde yayınlanan Dünya Kupası Tarihi belgesellerini kaçırmaz oldum. Ösebyo'yu, Garinça'yı, Kempes'i, -Şener Şen'in söylediği haliyle- Bakenbauer'i, Sarı Fare Kruyf'u oradan öğrendim.
Pele'yi seyredemesem de Zico'yu seyrettim. Socrates'in adını felsefe kitaplarından önce Dünya Kupası'nda duydum. 86'da Maradona'yı bütün dünyayla birlikte ağzım açık seyrettim. 90'da, daha önce ve daha sonra bir kere daha adını duyamadığım Schillaci'yi tanıdım. Völler'i, Klinsman'ı ve ağlayan Maradona'yı gördüm...
Bu liste böyle uzaaaar gider.
Dünya üzerinde futbol oynayıp da "Hayır ya, ben Dünya Kupası'nda oynamak istemezdim" diyen topçu var mıdır bilmiyorum. Genel olarak tüm erkeklerin dar da olsa bir imge dünyaları vardır. Bu dar dünyada meme, popo, bira gibi imgelerin yanında bir de Dünya Kupası durur. O yüzden aldığımız en dandirik kupayı, ödülü bile "Copa Del Mondo"yu kaldırır gibi kaldırırız.
Hal böyleyken Dünya Kupası'nda oynamaya hak kazanıp, üstelik finale kadar çıkıp da "Sigerim kupasını da dünyasını da! Ben bacıma laf söyletmem aga!" diyen bir tane futbolcuyu hatırlatmak istedim.
2006 Dünya Kupasını kimin kazandığını hatırlıyor musunuz? Ben ilk anda hatırlayamadım. Sonradan aklıma geldi İtalya'nın kazandığı. 2006 Dünya Kupası deyince torunlarıma anlatacağım bir tek şey var.
Evet, Pele'nin golleri, "Tanrı'nın Eli", -sanıyorum 66'da- çizginin önüne mi arkasına mı düştüğü hala tartışılan topu, Hakan "The Chaban" Şükür'ün attığı en erken golü (evet, yapacak bir şey yok, bu da önemli) bütün bunlar önemli, unutulmaz. Ama bunların hepsi, bu oyunun içinde olan, olması gereken olaylar zaten.. Hepsi önemli ama hiçbiri O'nun yaptığı kadar unutulmaz değil...
Doğrusunu yanlışını tartışmıyorum. "Ya abicim soğukkanlı olucaksın, adam seni sinir etmeye, kart göstertmeye oynuyo, Materazzi'nin sicilini bilmiyo mu bu adam yaaa" gibi yorumlar yapmaya kalkanın ağzına tokadı çarparım. O bize hayatın her zaman soğukkanlılık, planlılık, hedefe kilitlenme, sabır gibi kavramlarla yürümeyeceğini hatırlattı.
Erkeklerin her zaman bir planı, programı, hedefi vardır bu hayatta. Olmayana da adam gözüyle bakılmaz. Doğar doğmaz planlanmaya ve planlamaya başlar oğlan çocuğu. Oyunlarında roller biçer hem kendine hem etrafındakilere. Bu rol biçme ve role uygun davranma evde de devam eder. "Ben de bir gün baba olacağım, baba rolü oynayacağım, babamın gördüğü saygıyı görmek için bunu yapmam gerekiyor. Evimizde herkes ona hürmet eder çünkü o babadır. Benim hedefim baba olmak." Bu hedef belirleme boku erkeğin hayatının en küçük aşamasına kadar sirayet eder. "Sabah kalkacağım, ilk hedefim işemek, sonra traş olmak geliyor, traş olurken dikkat edilmesi gerekenler, yüzümüzü kesmemeliyiz, saçlarımız uzadıysa ilk hedefimiz berbere gitmek olmalı. Berbere saçımızın nasıl kesileceğini anlatmak bir hedef, onun yaptığı işi kontrol etmek başka bir hedef."
Erkekler başarısız olmaktan işte bu yüzden bu kadar korkarlar. Hayatın her alanında, her noktada, her anda. Hayatımda ilk kez sarhoş olduğumda bir ufak rakıyı bitirmiştim. Müthiş keyifli gelmişti, herkese sırıtıyordum ve "Hepinizi seviyorum arkadaşlar! Dünyayı seviyorum! İnsanları seviyorum!" diyordum. Aç karnına içmiştim. Meze olarak evde sadece çikolata vardı. Gecenin geri kalanında kustum. Bu olaya şahit olan arkadaşlar uzun süre bana "35'lik" diye seslendiler. Rakıyı doğru dürüst içememiştim, elime yüzüme bulaştırmıştım. Halbuki efendi gibi içmeliydim, bir ufak değil bir büyük bile içsem sarhoş olmamalıydım, olsam da dağıtmamalıydım.
Kadınlar erkek olmanın çok rahat bir şey olduğunu düşünürler. Halbuki değildir. Zor bir şeydir erkek olmak. Hele ki orta sınıf erkeği olmak. Maskelerin vardır taşıman gereken. Kadınların makyaj yapması gibi biz de maske taşırız... Maskeler ve hedefler. Ukalalığı ve öküzlüğüyle adamı delirten müdüre "senin sülaleni sikiyim" diyip vurup kapıyı çıkamazsın. Halbuki bünye yana yakıla bunu yapmayı ister aslında.
Şimdi dönelim O'na, Fransa Milli Takımı'nın kısa bir aradan sonra yeniden Dünya Şampiyonu olmasına sadece bir maç kalmış. Takımın beynisin. 7. dakikada bir de gol atmışsın. Dünyanın en iyi on hatta beş topçusu arasındasın. Hiç kimsenin beklemediği bir anda öyle bir pas atabilirsin ya da öyle bir şut çakabilirsin ki herkes apışıp kalır, sen de kupayı alır evine götürürsün. Hedef ellerinle uzansan dokunabileceğin mesafede, sahanın yanında, masanın üstünde duruyor. Bu kadar net, bu kadar yakın. Ama bir anda Materazzi denen hırdavat bacına küfrediyor.
Dişini sıkmıyorsun, sabretmiyorsun, maçın sonunu beklemiyorsun, hedefe kilitlenmiyorsun, duymamış gibi yapmıyorsun, susmuyorsun, sineye çekmiyorsun. Gözün dönüyor. Amaçtı, hedefti, takımdı, geçmişti, gelecekti, paraydı, puldu, kariyerdi hiçbir şey düşünmüyorsun. Kafayı gömüyorsun Mato'ya. Milyonlarca hatta milyarlarca kişinin gözü önünde.
O, parmaklarının ucuna kadar gelen o kupayı elinin tersiyle itti, kupaya sırtını döndü, sahayı terkedip gitti. Sadece bunun için bile unutulmaz olmayı hakediyor. Dinin ziyneti... El Mağribi, Zinedine "Zizou" Zidane! Önünde saygıyla eğiliyorum.
Yorumlar
:)
http://www.htspor.com/spor-haber/210056-Ozur-dileyecegime-olurum.aspx