Şu ve şu yazılara ben de bir ek yapayım istedim. Bu yazının sebebi odur
Günlerdir aynı şeyi yapıyorum. Bloga giriyorum. Şen dörtlerin fotosuna bakıyorum, yeni yazı yazmış mı diye bakıyorum (ki burada yazmayanla bakan aynı kişi yani ben oluyorum), "gene niye girmiştim ben buraya?" diyorum, "haa yazı yazıcaktım" diyorum, sonra çıkıyorum. Kurban Bayramı'ndaki kaçamak fırsatını kaçırdım. Ondan önceki haftasonu kaçtım Paris'e gittim. Ayaklarım ağrıyana, şişene kadar yürüdüm. Yolların düz olmasını fırsat bildim. Ama içimdeki aşırı kısır yiyip üstüne çay içme şişkinliği, aşırı kısır yiyip üstüne de çay içmediğim halde durup durmaya devam eden o şerefsiz şişkinlik geçmedi. Öğlen bir gibi kalkıyorum, kendime bir espresso yapıyorum.
Venedik'e gitmiştim zevcemle evlenmeden evvel. Tatili bir kenara bırakıyorum. Döneceğimiz gün sabah saat beşte kalktık, hazırlanırken otelin penceresinden dışarı baktım. Tam karşımızda, iki-üç metre mesafedeki apartmanın bir alt katının penceresini görüyordum. Venedikte sokaklar dar olduğu için böyle kıç kıça yaşanıyor aslında hayat. Bir anda başka bir insanın penceresinden içeri dalabiliyorsun, onun hayatını seyretmeye başlayabiliyorsun. Gördüğüm pencerenin arkasında bir mutfak vardı. Mutfağın ocağı pencerenin hemen önünde, ocağın üstünde kaynayan bir espresso şeysi, demlik diycem anlamsız kaçıcam, makine diycem o da değil, şeysi, internetten baktım, demlik deniyormuş, neyse, burnundan buharlar fışırdatmakta olan bir espresso demliği gördüm. Seksen yaşında bir robdöşambr geldi pencerenin önüne, içinden çıkan seksen yaşında buruşmuş, lekeli eller espressoyu bir fincana doldurdu, sırtını bana döndü robdöşambr ve tahminen her sabah saat beştiği gibi espressonu içti. Havaalanından hemen bir espresso demliği kaptım, zaten kahve değirmenim var, artık her sabah önce taze öğütülmüş sonra da pişmiş kahve kokusuyla dolduruyorum evi. Bizim ekiptekilere de bulaştırdım ayrıca, kötüyüm, evet kötüyüm.
Espresso sırasında iki buçuk, en fazla üç adet sigara içiyorum. Mailler, ne bok yemeye varsa bu kadar, gmail, hotmail, mynet ve iki adet yahoo hesabı. Fekat ne çare hepsinin işlevi farklı. Dekontlarımın geldiği mail ayrı olacak, kaydolduğum sitelere farklı bir mail hesabı, arkadaşlarla mailleşeceksem ayrı, iş için ayrı. Reklamda dedikleri gibi "Hepsine ayrı zaman mı?". Evet .mına koyim! Hepsine ayrı zaman! Ben böyle rahat ediyorum kardeşim. Onlarla aynı anda açılan hürriyet, milliyet, fanatik, ve ara sıra da memleketimi siktiret, dünyada ne olduğunu öğrenmek için Niv York Tayms. Onların yanına son olarak da facebook. Yarım saat kadar henüz uyanmamış kafayla onları tetkik ettikten sonra kahvenin ve sigaraların etkisiyle kendine gelme, kızları dolaştırma, kızları dolaştırırken ikisine de ayrı ayrı noktalarda bağırma, tasmalarından çekme ve bok toplama seansları. Sonra eve gelme, zevcemi uyandırma, azıcık sarılarak onunla birlikte kestirme, sonra giyinme ve işe gitme. Toplantı toplantı toplantı, geyikleme, bol bol sigara, kahve, çay ve ısmarlama yiyecek tüketimi, gün içinde en nefret ettiğim soru "Ne yiycez?". Toplantı sonrasında daha küçük ama el alan diğer detay işlerle uğraşma. Sonra bir süre kendi kendine kalmaya çalışma ama bunun hep bir şeyle engellenmesi. Gideyim bari diyip dükkandan çıkma. Saat gecenin biri olabilir, dört olabilir, onbiri olabilir. Eve gelme, köpekleri ikinci kere çıkaracak mecali bulamama. Yapılması, yetiştirilmesi gereken işlere el atmaya çalışma ama beynin almaması, televizyonun karşısında ya da playstation'un karşısında biraz zaman geçirme, sonra yatıp uyumaya çalışma, beynindeki uğuldamaya anlam verememe, kitap okumaya çalışma. Araya Denizlerin, Minelerin, Aslıların girmesi sonucu dağılma, yeniden dikkatini verip okurken sızma. Ve ertesi gün öğlen saat bir sularında uyanma.
Rutini kırmam gerekiyor. Sabah beşlerde Ulus Parkı'nda götüm dona dona da olsa sette olmayı özledim. Sabah onu konuşuyorduk zevcemle, içimdeki büyük boşluğu biraz olsun doldurabilmemi sağlayan şeylerin arasında bünyeme zararı dokunmayan tek şey yazıydı, sonra yazıdan para kazanmaya başladım, yazı işim oldu, kendimi yazamaz oldum, içimde daha büyük bir boşluk oluştu, şimdi yazının sebep olduğu bu boşluğu yazıyla da dolduramaz oldum. Sanırım kilitlendiğim yer burasıdır. Boşluk hissi baki. Sıkıntı daimi.
Günlerdir aynı şeyi yapıyorum. Bloga giriyorum. Şen dörtlerin fotosuna bakıyorum, yeni yazı yazmış mı diye bakıyorum (ki burada yazmayanla bakan aynı kişi yani ben oluyorum), "gene niye girmiştim ben buraya?" diyorum, "haa yazı yazıcaktım" diyorum, sonra çıkıyorum. Kurban Bayramı'ndaki kaçamak fırsatını kaçırdım. Ondan önceki haftasonu kaçtım Paris'e gittim. Ayaklarım ağrıyana, şişene kadar yürüdüm. Yolların düz olmasını fırsat bildim. Ama içimdeki aşırı kısır yiyip üstüne çay içme şişkinliği, aşırı kısır yiyip üstüne de çay içmediğim halde durup durmaya devam eden o şerefsiz şişkinlik geçmedi. Öğlen bir gibi kalkıyorum, kendime bir espresso yapıyorum.
Venedik'e gitmiştim zevcemle evlenmeden evvel. Tatili bir kenara bırakıyorum. Döneceğimiz gün sabah saat beşte kalktık, hazırlanırken otelin penceresinden dışarı baktım. Tam karşımızda, iki-üç metre mesafedeki apartmanın bir alt katının penceresini görüyordum. Venedikte sokaklar dar olduğu için böyle kıç kıça yaşanıyor aslında hayat. Bir anda başka bir insanın penceresinden içeri dalabiliyorsun, onun hayatını seyretmeye başlayabiliyorsun. Gördüğüm pencerenin arkasında bir mutfak vardı. Mutfağın ocağı pencerenin hemen önünde, ocağın üstünde kaynayan bir espresso şeysi, demlik diycem anlamsız kaçıcam, makine diycem o da değil, şeysi, internetten baktım, demlik deniyormuş, neyse, burnundan buharlar fışırdatmakta olan bir espresso demliği gördüm. Seksen yaşında bir robdöşambr geldi pencerenin önüne, içinden çıkan seksen yaşında buruşmuş, lekeli eller espressoyu bir fincana doldurdu, sırtını bana döndü robdöşambr ve tahminen her sabah saat beştiği gibi espressonu içti. Havaalanından hemen bir espresso demliği kaptım, zaten kahve değirmenim var, artık her sabah önce taze öğütülmüş sonra da pişmiş kahve kokusuyla dolduruyorum evi. Bizim ekiptekilere de bulaştırdım ayrıca, kötüyüm, evet kötüyüm.
Espresso sırasında iki buçuk, en fazla üç adet sigara içiyorum. Mailler, ne bok yemeye varsa bu kadar, gmail, hotmail, mynet ve iki adet yahoo hesabı. Fekat ne çare hepsinin işlevi farklı. Dekontlarımın geldiği mail ayrı olacak, kaydolduğum sitelere farklı bir mail hesabı, arkadaşlarla mailleşeceksem ayrı, iş için ayrı. Reklamda dedikleri gibi "Hepsine ayrı zaman mı?". Evet .mına koyim! Hepsine ayrı zaman! Ben böyle rahat ediyorum kardeşim. Onlarla aynı anda açılan hürriyet, milliyet, fanatik, ve ara sıra da memleketimi siktiret, dünyada ne olduğunu öğrenmek için Niv York Tayms. Onların yanına son olarak da facebook. Yarım saat kadar henüz uyanmamış kafayla onları tetkik ettikten sonra kahvenin ve sigaraların etkisiyle kendine gelme, kızları dolaştırma, kızları dolaştırırken ikisine de ayrı ayrı noktalarda bağırma, tasmalarından çekme ve bok toplama seansları. Sonra eve gelme, zevcemi uyandırma, azıcık sarılarak onunla birlikte kestirme, sonra giyinme ve işe gitme. Toplantı toplantı toplantı, geyikleme, bol bol sigara, kahve, çay ve ısmarlama yiyecek tüketimi, gün içinde en nefret ettiğim soru "Ne yiycez?". Toplantı sonrasında daha küçük ama el alan diğer detay işlerle uğraşma. Sonra bir süre kendi kendine kalmaya çalışma ama bunun hep bir şeyle engellenmesi. Gideyim bari diyip dükkandan çıkma. Saat gecenin biri olabilir, dört olabilir, onbiri olabilir. Eve gelme, köpekleri ikinci kere çıkaracak mecali bulamama. Yapılması, yetiştirilmesi gereken işlere el atmaya çalışma ama beynin almaması, televizyonun karşısında ya da playstation'un karşısında biraz zaman geçirme, sonra yatıp uyumaya çalışma, beynindeki uğuldamaya anlam verememe, kitap okumaya çalışma. Araya Denizlerin, Minelerin, Aslıların girmesi sonucu dağılma, yeniden dikkatini verip okurken sızma. Ve ertesi gün öğlen saat bir sularında uyanma.
Rutini kırmam gerekiyor. Sabah beşlerde Ulus Parkı'nda götüm dona dona da olsa sette olmayı özledim. Sabah onu konuşuyorduk zevcemle, içimdeki büyük boşluğu biraz olsun doldurabilmemi sağlayan şeylerin arasında bünyeme zararı dokunmayan tek şey yazıydı, sonra yazıdan para kazanmaya başladım, yazı işim oldu, kendimi yazamaz oldum, içimde daha büyük bir boşluk oluştu, şimdi yazının sebep olduğu bu boşluğu yazıyla da dolduramaz oldum. Sanırım kilitlendiğim yer burasıdır. Boşluk hissi baki. Sıkıntı daimi.
Yorumlar
Şu ve şu linklere tıklamadan nelere refer edildiğini bilebilmek de ayrı bir güzel. Venedik-ekspresso anısını da çok seviyorum. Yalnız seni de aynen hikayede anlattığın adam gibi hatırlayan, anlatan bir adam var.
Mail hesabı ayırma işi de şöyle gerçekleşti. Herşey 1995'de bir yahoo hesabı almamla başladı, sonra bir yahoo daha sonra hotmail, sonra mynet, sonra da gmail. Ben ilişkilerini kolay bitirebilen bir insan olmadığım için -evet mail hesaplarımla bile- bari dedim bu fakirlerin hepsi bir işe yarasın. Sonradan farkettim ki gayet de faydalı bir iş yapmışım.
Kimmiş o beni aynen hikayede anlattığım gibi hatırlayan adam? Venedik'teki yaşlı amca mı? O sanırım ölmüştür. Yoksa bacanak mı )P
Sarya real age diye bir şey var, bilmem biliyor musun, gerçek yaşınız kaç onu öğrenin testi yapıyorlar. 52 çıktım orda ben.
Ve evet, bu yorumları da sabah sigara ve kahve içerken okuyorum ya! allah benim bin türlü...
Ne zaman ki alacağım teknemi, ne zaman ki vereceğim kendimi denize, ne zaman ki stres yemeyi keseceğim, o zaman ben de kendi yaşıma döneceğim. Bunu yapacağım, görürsünüz yapacağım. :)
herkese tavsiye ediyorum o derece yane.
öptüm yanacıklardan
İyi tatiller, gezdiğiniz gördüğünüz sizin olsun bana yediğinizi anlatın kardeşim!