Ana içeriğe atla

Bir Takım Akışıklıklar

Eskiden seskenlerde babamgilin kullandığı bir takım cümleler, kelimeler vardı, onları kullananlar varsa hala bana haber versin lütfen. Zerre kadar hazzetmemek mesela ... bunların yanında bir takım cümleler de olurdu, zerre kadar hatırlamıyorum şu anda :) Ama olurdu işte, bizim nasıl şimdi kullandığımız ve yirmi sene sonra hatırlamayacağımız bir jargonumuz varsa onların da vardı o dönemde, sonra onlar da unuttular bu cümleleri, bizim cümlelerimize uyum sağladılar filan yani. Mesela bakın bu filanı büyük ihtimalle unutucaz bir süre sonra, ya da ne biliyim... "ne biliyim"i mesela. Eski kitapları okuyunuz, 60'ların 70'lerin kitaplarını, bu jargon meselesinin izini o dönemde sürersiniz. Vedat Türkali'nin dilinde bulunur mesela. Ama 80'lerin başında orta yaşlarını yaşayan, örgütlü solcu olmayan, yani edebiyata dahil olmaya değer bulunmayanların, yani bugün, bütün o süreçlerden çok uzakta, bambaşka bir hayatı yaşayanların ataları olanların dili kayıptır. Kimse onları yazmaya değer bulmamıştır ama. Bu adamlar gerçek halk çocuklarıdır halbuki, yapmanın düşünmekten daha kolay olduğu bir dönemi yaşamış, oradan düşünmenin yapmaktan daha kolay olduğu bir nesil büyütmüşlerdir. Benim annem ve babam Karaman'ın Çatak köyünde tanışmış mesela, birisi Mersin'den, birisi Afyondan gelmiş, ikisi de öğretmen. Annemin babası öğretmen, babamın babası terzi. Çatak, Karaman'dan en fazla yarım saat 40 dakika mesafede bir yer, ama o 75'te kardan yolu kapanabiliyor bir süreliğine. Dünyayla bağlantısı kesiliyor yani. Kendinizi koysanıza onların yerine mesela. Varoluş sorunları yaşamaya vaktinizin kalmayacağı bir yerde olmaktan bahsediyorum ezcümle. (bak bu da eskilerden mesela). Teyzemin ilk öğretmenlik yaptığı köyün yolu bile yokmuş. Köye ilk gittiğinde arabadan indikten sonra üç saat at üstünde gitmiş mesela. Kendisine ayrılan eve girdikten sonra hüngür hüngür ağlamış "ben burada ne yapacağım" diye. 17 yaşında bir kız... tanımadığı insanlar...

Babamın o Çatak köyünden İsviçre'ye kadar uzanıp sonra İzmir'e dönen bir hayat hikayesi var mesela. O yüzden bana düşünme, yap derdi. Yaptığım zaman da "lan! n'apıyorsun?!" demezdi. Bir eniştem vardı, Emmi dediğim, Başer enişte. Emmi'nin oğlunun sünnetinde babamla eniştem bir ara ortadan kayboluyorlar, sonra babamı bir odada eniştemin kıçına kına yakarken buluyorlar. Babam anlatmıştı bu hikayeyi, çok gülmüştüm. Gay bir durum yok ortada, bir iddiaya girmişler sanırım, ya da Emmi'nin ahdı varmış, oğlumun sünnetini görürsem kıçıma kına yakacam diye. Onu yapıyorlar yani. Nedenini asla bilemeyeceğim, ikisi de öldü çünkü. Ama böyle bir macera var hayatlarında adamların. Yapma üzerine kurulu. Bense düşünmekten geldim bu hale, kendimi, başkalarını, hayatı, dünyayı. Arada benim de küçük maceralarım oluyor tabi. Barcelona'ya gidip El Clasico seyretmek gibi mesela. Onun dışında günlük macera potansiyelim kızlarımı dolaştırmakla kısıtlı. Yapmıyorum, düşünüyorum, yazıyorum, başkaları oynuyor, başkalarının maceralarını izletiyoruz birilerine, olmayana bir takım insanların. Yapmak veya yazmak. Hayal ve gerçek.

Gene "Kızıla Boyalı Saçlar"ı okuyorum. Gene içim kalkıp kalkıp iniyor. Luis olmak aslında galiba derdim. Babam bağlanabilen bir adam değildi bir yanıyla, bir yanıyla da müthiş bağlıydı aslında. Bunu sadece ilişkiler anlamında söylemiyorum, hayatla bağları gevşekti, ama onu tutan teller sağlamdı aslında. O yüzden sonuna kadar kopamadı, ama sabit de duramadı hiç, bir o yana bir bu yana sallandı hep. Sanırım ben de onun çelişkisini yaşıyorum.

Yorumlar

Puffy dedi ki…
Takip ettiğim her blogger aynı tarz şeylerden sitemkar gibi geliyor bana bu aralar.Hatta takip ettiklerimi tanıdığım için ruh hallerine de tanık oluyorum diyebilirim.Bunun nedenleri üzerine düşünmek de beni aynı ruh haline soktu.
Adsız dedi ki…
Ben "zerre kadar hazzetmemek" lafını çok kullanırım.
Gökhan dedi ki…
puffy, ben ne işe yararım sorusunun cevabını bulamıyoruz bir türlü de ondan oluyor bunlar.
Mügücüğüm biliyorum :)
Puffy dedi ki…
ama aslında çok işe yaradığımızın farkında olmadığımızdan da kaynaklanıyor olabilir.
bir yere kadar idealistlik yada istediğinin peşinden koşmak gerekli bence.
ama bir yerden sonra elimizdekinin hakkını vermek de önemli.o zamanların gelmesine de biraz daha var sanırım.
Puffy dedi ki…
bi de ben bu yorumların saatlerine takıldım.uykusuz gecelerde toplanıp yorum yapar gibiyiz gözüküyor.baksana hepsi sabahın körünü gösteriyor.
Gökhan dedi ki…
1) doğru bir tespit olabilir bu, zaman gösterecek hepimize, iki anlamda da okunabilir bu cümle :)

2) aziz blogger'in azizliği o
Puffy dedi ki…
asıl konuya uygun,büyüklerimizin "Su verenlerin çok olsun" yada "Su gibi aziz ol" tümceleri flaş gibi patladı zihnimde :)
Adsız dedi ki…
Benim blogda saatler doğru gözüküyor. Neden? Çünkü saatler ayarlanabiliyor.
Puffy dedi ki…
katılıyorum :)
Gökhan dedi ki…
böyle daha iyi, biraz sonra yatmaya gidicem ben, siz de uyanacaksınız bu durumda :)
polente dedi ki…
Alain de botton abinin son kitabı anlam hususunda bir nebze olsun iç açıyor.
Bakınız ben ısrarla eski jargona tamamı ile sadığım.
ve son olarak benim kına gecemde de sizin zevceniz hariç bir grup dişi elimiz yerine kıçımıza kına yakmış idik, sizin hanım her zamanki gibi viski bardağı ile cool takıldı
Gökhan dedi ki…
ulan ne alen dö botoxmuş kardeşim bu ya! nereye dönsem karşıma çıkıyor!

Bu arada sen viski bardağı filan deyince gözümün önünde bir Su Elın portresi belirdi, herkes göbek atarken bir kenarda oturan süpper :)
Adsız dedi ki…
Bundan 16-17 sene onceydi sanirsam. Gokhan ile Gul sokakta yurur idik, konusma konumuz bize o gunden 5-6 sene oncesinde (11 yasindayen yani) komik ya da nefis ya da dahiyane gelen fikirlerin artik (16-17 yasinda) cok salak sacma gelmeleriydi. "Acep" dediydim ben "bundan 5-6 sene sonra da simdi soylediklerimiz de salak sacma gelecek mi?". Gokhanim cok emindi kendinden: "yok artik olmaz cunku 5-6 sene once cocuktuk, artik olgunlastik. bundan sonra pek degismez fikrilerimiz." nefis ikna olduydum, elbette dediydim, kafa salladiydim... sonrasinda da mutlu mesut gidip kumpir yediydik yanilmiyorsam.

simdi pek safcana geliyor bu muhabbet, ya da "amma sicmisiz olm" dedirtiyor. Buna mukabil yanilgisi ve cocukcaligi ile seviyorum bu kendinden emin hali.

hani heraklit abiden bu yana zamanin imgesi nehirdir, deredir, vsdir ya. zaman akar hayat degisir fikirler ve sozler degisir... ha sorum sudur zamana dusen yilana sarilir mi? sarilirsa yilan burada neyin imgesidir peki? (freud diyeni lacan carpsin)

haa "zerre kadar hazzetmemek" kullanirim ama ondan ziyade "zinhar hazetmem" (tek z ile soylenecek) tercihimdir.
Gökhan dedi ki…
Ama artık değişmez Sinon, kesinlikle oturduk artık oolm. Bitmiştir yani, bundan sonra böyle gider, bu kadar olgunlaştık artık sonuçta :)

Bu zaman yılan meselinde de bir deri altına zerkedilen derridacılık görmedim değil :)f

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!