Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Dönem Kapanıyor

Bu bir yılbaşı yazısı değil. 2009 ya da 2010'dan bahsetmeyeceğim bu yazıda. İçimizdeki büyük sıkıntının sebebinden bahsedeceğim. Uzun zamandır yazmak isteyip de planlı programlı yazma derdiyle ertelediğim ama aslında daha önce yazdığım bir sürü yazıda ucundan kenarından değdiğim bir konu bu aslında. Artık planlı programlı yazmaya da takılmayıp allah ne verdiyse yürüyorum. Zannımca 1800'lerin sonlarında yaşayanlarla aynı haleti ruhiyedeyiz bugünlerde. 1789'un üstünde yüz yıl geçmiş, arada 1840 ve 1860 devrimleri ile Avrupa hallaç pamuğu gibi atılmış. Adına devrim dediğimiz zaman dilimi müthiş renkli, hayat dolu ama bir o kadar da tekinsiz ve tehlikeli. İnsanlar sürekli bir sallantıda yaşamaktan yorulmuşlar ama artık nihayet sonu gelmiş. Neredeyse 20 yıldır o zamanki "en ileri dünya"yı (Çünkü bugün olduğu gibi o gün de zaman dünyanın her yerinde aynı hızla akmıyordu) bir bütün halinde sarsan "küresel" (Bu "küre" Amerika, Avrupa, Rusya ve biraz

BUNU DA GÖRDÜ BU GÖZLER!

Ofisten biraz önce eve gelebildim. Saat gecenin 1'i. Eve girer girmez kızları dolaştırmaya çıkardım. Hazır çıkmışken Domino's'tan pizza aldım, televizyonun karşısına geçtim kanalların arasında dolaşırken "Yemekteyiz" programına rastladım. Televizyonu zevcemle birlikte seyretmiyorsak normalde bir saniye bile durmam, anında zaplarım. Fakat bu sefer durdum. Nedenini bir paragraf sonra anlatacağım. Sabırsızlar direk oraya zıplayabilirler. Türk televizyon tarihinin gördüğü en enteresan işlerden birisi Yemekteyiz. Bitmedi, bitmeye de niyeti yok sanırım. Hemen hemen her gün rating sıralamasının ilk 20'sinde yer bulabilen bu kadar ucuza maliyetli bir programı kim, niye bitirsin ki? Üstelik Türkiye'ye çok büyük bir hizmette bulunurken! Türk insanını üçüncü cinsle tanıştırabilmek, bugüne kadar çoğu açık görüşlü, entelektüel ve cinsel özgürlüklere saygı gösteren senaristler tarafından yazılan Türk dizilerinin (BİM hariç) hangisine nasip oldu allah aşkına? Bu progra

On the Road Again

Kısa bir Sefaköy-Taksim sürüşünden sonra, benim gene bir yerlere gidesim geldi. Zevcemle birbirimizi kesme noktasına geldiğimiz "haydi arabayla Nice'e gidelim" kampanyamızın üstünden iki yıl geçti. O zamandan beri doğru dürüst uzun yol yapmışlığım yok arabayla. Çalıştığım geceler, sabaha doğru, ilk kuşların cıvıltısının gelmeye başladığı, bu cıvıltıları duymamı engelleyecek üst perde sesler daha sahneye çıkmamışken, "Haydi gidelim" diyorum içimdeki tüm Gökhanlara. Şimdi suyun altı ne güzeldir. Dalacak bir yer bulalım, ölmeden mezarımıza girelim bir kere daha. Döngüyü seyredelim balık avlama ayağına. Ama ondan önce uzun bir araba yolculuğu. Yola, arkadan gelen arabaya, önde fren lambaları görünen arabaya, ağaçların rüzgarla savrulmasına bakalım. Kafamızın içinde yolda olmasak da dolaşacak binlerce tilkiyi rahat bırakalım. Çünkü öyle bir an gelecek ki bütün sesler silinecek, tilkiler sakinleyecek, yoldaki kasisler sakız gibi yumuşayacak ve herşey bir olacak.

Sağolasın Müdürüm

Bizim evin yanında bir ilköğretim okulu var. Zevcemin bu okuldan çıkan çocuklarla ilgili muhtelif şikayetleri olsa da (ki hepsinde haklı) ben teneffüs ziline hastayım. Her zaman yakalayamıyorum ama yakaladım mı da sonuna kadar dinliyorum. Hababam Sınıfı filminin tema müziğini çalışıyorlar teneffüs zili olarak. Öğrencilerinin teneffüsün bittiğini bildiren ikinci çalışı sevmediklerini tahmin ediyorum ama kendi öğrenciliğimin zarrrrrrr diye çalan zilini hatırladığımda benden çok daha şanslı olduklarını düşünüyorum. Aha! Gene çaldı! Teneffüs bitti çoğu benden çok yaşayacak insan yavruları! Girin içeri! Bak yoksa Adile Teyze geliyor!

Pazar Magazin

Eveet, pazar gazeteciliği kurallarına uygun olarak emlak ekimizi verdik. Şimdi de magazin ekimizi verelim. Madonna'yla Britney Spears 2003 MTV ödüllerinde öpüşmüşlerdi. O kutlu anın üstünden 6 yıl geçmiş sayın okuyucu. Zaman ne kadar da çabuk geçiyor öyle değil mi? Siz siz olun geçen zamana bırakmayın kendinizi. Erkekler bireysel emeklilik sigortalarını aksatmasın. Kadınlar da Doktor Murat'ın son çıkardığı kaz ayağı önleyici kremi denesinler. Ne de olsa zaman çok çabuk geçiyor. Bakın Madonna'yla Britney Spears öpüşeli 6 yıl oldu bile! Bakın! Bi daha bakın! HAMİŞ: Evet bir çok erkek kibi ben de Madonnaların kadın öpmesini seyretmeyi seviyorum

İstanbul Boğaz'ı O Kadar Etmez

Hürriyet Emlak'ta bir ilan var. Gümüşsuyu'nda, 235 metrekare, 4 oda 1 salon, kesintisiz boğaz manzaralı bir apartman dairesi. Evin fotoğraflarını şu ilanda  görebiliyorsunuz hali hazırda. Satılık. Fiyatı 1 MİLYON 350 BİN EURO!  N'olayor allahınız aşkına! Buras Manhattan ya da Hong Kong ya da Tokyo değil ki? O adamlar avuç içi kadar bir alana dünyanın gapitalizmini sığdırdıkları için buna benzer, hatta çok daha yüksek fiyatları çekebiliyorlar. Çünkü apartmanlarının içinde spor salonu, sauna, çamaşırhane filan var, dairelerin içinde kaykayla dolaşabiliyorsun, hatta biri giderken öbürü dönüyor da birbirlerine çarpmayorlar. Çatısında kayak merkezi olan var, hatta bir iki tanesine uzay mekiği inebiliyor. Tamam biraz abartmış olabilirim ama Boğaz gören 235 metrekareye, bir buçuk milyon   Euro  para isteyen amca benden daha fazla abartmıyor mu allaşkına? Aşağıda fotoğrafını gördüğünüz malikanenin adı Misty. 1880'de inşa edilmiş. 3 hektarlık bir bahçenin ortasın

Sabah 5 Kalkmaları

Ben bu kendimi anlamıyorum. Sabah beşte uyanmaya başladım son bir kaç gündür. Neden bir anda jetlag'e bağladım kendimi? Bir yere gidip gelmişliğim de yok halbuki. Ya da gittim de ben mi bilmiyorum? Bugün evden çıkmayacağım sanırım. Son dört beş gündür bir kaç saati evde geçirdikten sonra kendimi dükkana atıyordum. Sanki bir değişiklik olacakmış gibi. Ama aynı şeyler. Gene bilgisayar başı, gene bir dağınıklık. Uykusunu tam alamamış adamın dalgınlığı. Bir halta yaramayan bir kaç şey çiziktirme, üç öğünün üçünde de ne yiyeceğini düşünme, seçeneklerin çeşitli kısıtlılığı, Lades'te istediğin her türlü yemek var genç. Size de oluyor mu? Bugün daha önce hiç yemediğim bir şey yemek istiyorum. Hatta daha önce hiç kullanılmamış bir malzemeyle yapılmış bir şey. Muz kabuğunu yumuşatıcıda kızartıyorsun, üstüne kaya tuzu ve kokina tohumu rendele, afiyetle ye ve öl! Eğer zıpkına gitmiyorsam bu saatlerde uyanmam ben. Kendime dair en iyi bildiğim şeylerden birisi gündüz sevmemem. Öğlen ikid

el foto of dı gün

Panda Uyarısı

Ne kadar şirin ne kadar tatlı bir hayvan öyle değil mi? Beşiktaşlı olmasının dışında bir arızası yok. Okaliptüs yiyerek besleniyor, Çin'de var bol bol. Dünyanın en çok oyuncağı üretilen hayvanlarından birisi. AMA O BİR HAYVAN! HATTA SADECE BİR HAYVAN DEĞİL! PANDA BİR AYIDIR SEVGİLİ OKUR! ÖYLE OKALİPTÜS YİYEN, NEFESİ NANE KOKANDAN NE ZARAR GELİR DEME! ADAMIN .MINA KOR PANDA, PENÇEYİ YEDİN Mİ GÖRÜRSÜN! DİŞİ KIÇINA GEÇTİ Mİ GÖRÜRSÜN! O YÜZDEN UNUTMA! PANDANIN SESİ UZAKTAN HOŞ GELİR! YAKLAŞMA! HELE EL ENSE ATMAYA SAKIN KALKMA uzaktan sev şu şirin şeyi, fotolarından sev. aman da bıcırığa bıcırığa... yerim seni ben şirinlik abidesi... imza: bir zamanlar İzmir Hayvanat Bahçesinde çizgi filmlerden sevdiği maymunlara dokunmaya kalkıp yüzü çizik çüzük içinde kalan bir insan evladı

BEN MEYLİMİ ÜÇ GÜZELE DÜŞÜRDÜM

Ruhi Su'dan dinlemeyi çok sevdiğim bir Karacaoğlan türküsüdür bu. Ben meylimi üç güzele düşürdüm Biri Şems-i, biri Kamer, ille Elif Onların aşkıyla aklım şaşırdım Biri Şems-i, biri Kamer, ille Elif Onların aşkıyle aklım şaşırdım Hangisinden yad eyleyim gönlümü Garip gönlümü Birinin evleri kaya başında Birinin evleri alnım duşunda (o duş değil evladım, atlama hemen dûş. Gerçek olmayan, imge, hayal anlamında) Biri yeni değmiş onbeş yaşında Biri Şems-i, biri Kamer, ille Elif Birinin parmağı dopdolu yüzük Birinin kolunda sırça bilezik Büyüğünü sevsem küçüğe yazık Biri Şems-i, biri Kamer, ille Elif Turna gelir, yüce dağı yol eder Ördek gelir, çayır çimen göl eder Üç güzel oturmuş bana el eder Biri Şems-i, biri Kamer, ille Elif Fizy'den arayın belki bulursunuz. Ruhi Su, su gibi akan sesiyle yaşam sevinci yayar bu türküyle. Neden bilmem, Karacaoğlan'ın çok kafa bir adam olduğunu düşündürmüştür usta bana hep. Şimdi niye yazdım bu türkünün sözlerini? Çün

DÜNYA KUPASININ GELMİŞ GEÇMİŞ EN UNUTULMAZ ADAMI

1982'den beri Dünya Kupalarını seyrediyorum. Dünya Kupalarına dair aklımdaki ilk görüntüler çocukluğumun yaz tatillerinin geçtiği Susanoğlu'ndaki kayalıkların üstüne kurulmuş bir lokantada seyrettiğim Almanya-Fransa yarı finalinden. Elbette Fransa'yı tutuyordum çünkü Fransa'da Platini vardı. Panzerler (Nazi dönemini hatırlatsa da çok seviyorum bu tanımı) uzatmalarda 3-1'den maçı 3-3'e çevirmeyi ve beni de delirtmeyi başarmışlardı. Penaltıları da aldılar, ama sonrasında isimlerini emmoğullarım kadar net hatırladığım ve bende i ile biten bütün isimlerin İtalyanca olduğuna dair net bir kanı oluşmasını sağlayan isimleriyle, Rossi, Tardelli, Altobelli'nin golleriyle Azzurilere yenildiler. İtalyanlar komşularının intikamını almıştı. Büyüdükçe her Dünya Kupası öncesinde yayınlanan Dünya Kupası Tarihi belgesellerini kaçırmaz oldum. Ösebyo'yu, Garinça'yı, Kempes'i, -Şener Şen'in söylediği haliyle- Bakenbauer'i, Sarı Fare Kruyf'u oradan öğrendi

Veee Bu daaaaa Atasay'daaaan

Ofisimdeki bilgisayarın masaüstünde bu foto duruyor. Sadece çıbıllığı yüzünden değil ışık ve kompozisyonu yüzünden de seviyorum bu fotoyu. Ama en çok çıbıllığı yüzünden seviyorum evet. Ataşokla oturuyoruz masa başında. Lindsay Lohan'ın fotolarına bakarkene Ataşok dedi ki "Ben bu kızı sevmiyorum ya. Eva Green'e hastayım ben asıl." Ben son dönem karılarını isimlerinden değil meme ebatlarından takip ettiğim veçhile "Eva Green kim ulan?" dedim. O da "Bond kızı var ya amirim" dedi. Ben de "Ataşokçuğum son bond kızının fotosu benim masaüstümde zaten" dedim. Ataşok yaklaşık iki aydır bu fotoyu görüyor bi şekilde. Ama kendinden çok emin bit tavırla "Yok canııım. O kız  değil dedi." Ben de google'dan Eva Green'i arattım doğal olaraktan. Karşımıza bu fotodaki abla çıkmasın mı? O sırada Ataşok'tan bir inci düştü yere "ting!" etti...

türkü

wolverine, hele bir yol geçeyim wolverine, yare kavuşayım wolverine, wolverine, agalar beyler, bitsin bu hasret

Bu Oyunu Da Ben Uydurdum Hadi Bakalım!

Şimdi efenim güzel Türkçemizde bazı kelimeler var ki, aluminyüm folyo gıcırtısından ya da strafora sürtünen el sesinden ne kadar illet oluyorsam bunlara da o kadar illet oluyorum. Biraz önce bir tanesini okudum yüzkitabı internet sitesinden ordan aklıma geldi. EKİPÇEK kelimesi... Atılsın bu kelime bu dilden! TDK ne işe yarıyor! Ellerinde meşalelerle sokak sokak dolaşıp bu kelimeyi kullananlar için bir cadı avı başlatılmayacaksa ne işe yarıyor TDK! Buyrun sıra sizde.

Aaaa Oyun! Bayılırım!

Az önce Vladimir'in Derdi'nde  gördüm oyunu. Oyunun ismi "En Yakınımdaki Kitap"tı ve kuralları şöyleydi; •Kendinize en yakın kitabı alın. •Sayfa 56’yı açın. 5. cümleyi bulun. •Cümleyi bu kurallar ile birlikte yayınlayın. •En sevdiğiniz, en moda veya en entellektüel kitabı seçmeyin, en yakınınızdakini alın. Yerimden kalkmadan ve uzanmadan alabildiğim kitap Jules Verne'in "Edom Frrit-Flakk Humbug" kitabı (bu ne lan? bende böyle bi kitap mı varmış). 56. sayfanın ilk dört cümlesi paragraf uzunluğunda, işe bakın ki 5. cümle sadece şu:   "Hayır, yanılmamıştım"   Buyrun cenaze namasına. Namas, evet namas!

Pencerenin Pervazına Yaslanıp Uyuyakalmış Kedi

Bu kedi bu rolle geçen sene Venedik'te Altın Aslan aldı, haberiniz var mı? Bir Türk kedisi! Ama işte değer vermiyoruz maalesef.

Benim Bir Hayalim Var!

Evet Martin Luther King Jr. olmayabilirim! Ama benim de bir hayalim var. Bir gün pavyonda konsomatrislik yapmayı bıraktığımda, bir gün bu kötü dünyadan elimi eteğimi çektiğimde, bir gün hamamda ya da şelalede yedi kere yıkanıp arınıp evimin erkeği olduğumda ya da bir gün "sıçaram yeter artık!" dediğimde, kendimi gazoz üretmeye vereceğim! Evet yanlış duymadınız, Gökhanoğlu Eğlencelik Gazozları. Ve bu yalan değil, dalga da değil, gerçek bir hayal, hayaller gerçek olacak. İnternetten araştırıyorum uzun zamandır, eve ya da küçük bir dükkana  kurulabilecek portatif bir gazoz makinesi peşindeyim. Siz ey ahali, bazen bıkmıyor musunuz kola, siprayt, fanta ve bilumum buna benzer içeceklerden? Bazen ulan gazlı, şekerli bi şey olsun ama bunlardan farklı bi şey olsun demiyor musunuz? Demiyorsanız da demeyin! Ben diyorum! Kendim üretir kendim içerim anasını satayım! Babam anlatırdı, Dinar'da onun çocukluğunda dört beş çeşit gazoz markası varmış. Ben kendi çocukluğumu hatırlıyorum

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

Blogültiwwit

Vorçistırlı Müge'nin yazın biz tatildeyken kızımla aşk yaşamak üzere evimizde kaldığı dönemde aldığı Seyitoğlu Vişne reçelini bugün itibariyle bitirmiş ve de kavanozunu çöpe atmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum! Böyle alengirli cümleler yazmayacaksan tiwwitin ne anlamı var kaaardeşiiim! İşte böyle cümleleler sormalı öğretmenler ilkokulda öğrencilerine! Vorçistırlı Müge'nin Seyitoğlu Vişne Reçeli ile ilişkisi, kızımla aşk yaşaması ve çöpe atılan boş kavanozlar.... Hadi bakalım çık işin içinden çıkabiliyorsan!

Blogültiwwit

Çok pardon ama bir insanın bu kadar acil paylaşması gereken ve bu kadar acil okumamızı gerektiren ne gibi bir cümlesi olabilir? Benim bildiğim bir cümlenin ağırlığı, içinin ne kadar dolu olduğuyla doğru orantılıdır. "You need chaos in your soul to give birth to a dancing star." Niççe'nin zamanında twitter olsaydı bu mu yazacaktı twitinde? Yoksa "gerk! akşam da birayı fazla kaçırmışız" mı? Herkes mi feylesof oldu? Online dedikodu mu yapmaya çalışıyoruz. O da değilse ne? Anlık düşünce veya duygu aktarımının ne anlamı var lan? İçimizde kalmasın diye mi yapıyoruz? Zaten içimiz yeterince boşalmadı mı anasını satayım? Daha da boşaltınca kendi galerinde kendin bile dolaşmazsın ki? Ya da bu kadar mı korkuyoruz içimizden ki bir ön galeri yapıyoruz, orada maskelerimizle oturup ne kadar ağır abiler olduğumuzu sallıyoruz elaleme? Ne ebleh, ne anlamsız bir şey lan bu tivitır!   Anlaşılacağı üzere biraz gezdim sitesinde.

Blogültiwwit

Ben bazen bu bloga twitter muamelesi yapmak istiyorum. O zaman ne duruyorum yapayım. Bu sabah erken uyandım (derken beynim devamını getirdi) sensiz olmaz sensiz olmaaaaz. (bilmeyenler için çok güzel bir Bülent Ortaçgil şarkısının girişi) Höhöhöhöhöhey! diye güldü sonra. Ben de ivvraaaançsııın dedum oğa.

Kadınsan Boku Yedin Olm!

Bu yazıyı yazmak uzun bir süredir aklımda. Puffy biraderimin şu yazısını okuyunca bir kere daha aklıma geldi "Ulan ben bunu yazacaktım!" dedim. Aradan bir ay geçtikten sonra, ilk boş vaktimde çakıyorum efendim. Ebru Şallı "kilolu kadın çirkindir" demiş. Kate Moss bunu duymuş, durur mu, "Hiçbir şey sıskalık kadar zevk vermez" demiş. Şimdi bu hemen alttaki ablaların gerçekten güzel olduğunu düşünenlere sesleniyorum. Bu fotoğraftaki güzel kadınların hepsine sırayla, uzun uzun bakınız. Bu iki ablaya çok fena halde katılan birileri daha vardı tarihte. Gerçi onlar sadece Yahudi kadınların iyiliğini düşünüyordu. Yahudi kadınların zayıf daha güzel görüneceğini düşünüyorlardı. Sloganları da "Hiçbir şey Yahudi kadınlarının sıskalığı kadar zevk veremez" idi. Gerçi onlar bir yerden sonra hadisenin bokunu çıkarıp olayı bütün Yahudi cemaatine yaydılar ama olsun. Şimdi üstteki fotoğrafa uzun uzun bakan ve iç geçiren arkadaşlar bir de şu alttaki fotoğrafl

HERŞEYİM TAMDI Bİ SENDİN EKSİK

1 Ocak 2010 itibariyle artık bankaların internet şubelerine girerken tek kullanımlık şifre kullanılması zorunlu hale geliyor. Gene 1 Ocak 2010 itibariyle bütün banka hesap numaraları İBAN'a dönüştürülecek. Sigara yasağı açıkhava ısıtıcısı ve branda üreticilerinin bayram etmesini sağladı, türkü barlar bile çareyi dışarıya masa atmakta buldu. İnsancıklar soğukta birbirlerine sokularak biranın yanında inadına sigara tüketmeye devam ediyorlar. Geçen gün bizim diziyi izlerken, sanat yönetmeninin yaptırdığı kız yurdu tabelasındaki uydurma ismin bile blurlandığını gördüm. Halbuki blur yemeyelim diye bana sormuştu ne olsun yurdun ismi diye. Bir Demet Tiyatronun eski bölümleri yayınlanıyor Türkmax'te. Rahmetli Laz bakkal dükkanın içinde, çerçevenin Laz bakkal dışındaki her yeri flu çünkü doğal olarak orası bir bakkal ve içerde ürünler var. Ama cennetten gelmiş gibi duruyor rahmetli. Paris'e yaptığım kısa gezide Fransızlar bana sordular. "Biz bunca hakkı elde etmek içi

Sıkıntı yazılarına ek

Şu ve şu yazılara ben de bir ek yapayım istedim. Bu yazının sebebi odur Günlerdir aynı şeyi yapıyorum. Bloga giriyorum. Şen dörtlerin fotosuna bakıyorum, yeni yazı yazmış mı diye bakıyorum (ki burada yazmayanla bakan aynı kişi yani ben oluyorum), "gene niye girmiştim ben buraya?" diyorum, "haa yazı yazıcaktım" diyorum, sonra çıkıyorum. Kurban Bayramı'ndaki kaçamak fırsatını kaçırdım. Ondan önceki haftasonu kaçtım Paris'e gittim. Ayaklarım ağrıyana, şişene kadar yürüdüm. Yolların düz olmasını fırsat bildim. Ama içimdeki aşırı kısır yiyip üstüne çay içme şişkinliği, aşırı kısır yiyip üstüne de çay içmediğim halde durup durmaya devam eden o şerefsiz şişkinlik geçmedi. Öğlen bir gibi kalkıyorum, kendime bir espresso yapıyorum. Venedik'e gitmiştim zevcemle evlenmeden evvel. Tatili bir kenara bırakıyorum. Döneceğimiz gün sabah saat beşte kalktık, hazırlanırken otelin penceresinden dışarı baktım. Tam karşımızda, iki-üç metre mesafedeki apartmanın bir alt k