Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

1071

Nihat Doğan bu ülkenin önemli renklerinden birisi. İçinde yaşadığımız savrulmanın ete kemiğe bürünmüş hali o. Onunla aynı coğrafyada yaşıyor olmak o kadar güzel ki. İnsanı, tam bir şeyleri yerli yerine oturttuğuna, hala bulanık da olsa suyun içindeki katmanları görmeye başladığına inandığı sırada can evinden öyle bir vuruyor ki eldeki bütün veriler bir anda anlamsızlaşıyor. “Beni kategorize etme, benle oynama, yaftayı yapıştırıp, bana isim koyma” diye bağırıyor memleket. Nihat Doğan diye bir adam yaşıyor lan burda! Sen ne konuşuyosun daha! 1071 adında ağır politik bir şarkı yapmış Nihat Doğan. Albümün çıkış parçası olmasından son anda vazgeçilmiş . “Genelde Türkiye coğrafyasında her yerde dinlenebilecek, club ve barlarda çalınabilecek şarkılar olmasına özen gösterdim. Hem sosyal mesajlar veren hem de Anadolu insanının yıllardır dilinde olan şarkıları bir araya getirdik.” diyor (Kaynak götüm değil, aha da burası) Bir tokat gibi çarpıyor düşüncelerini yüzümüze, silkinip kendimize gel

zorunlu değişiklik

Ben uzun yazan bir bloggerım. Uzun yazılar dar bir formatta yayınlanınca sütun gibi bacak kıvamı alıyor, padişah fermanı yazıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Bıktım. Şimdilik böyleyiz, yaygın, hadi bakalım hayırlı olsun. Şikayetlerinizi bize memnuniyetinizi dostlarınıza efenim

Malabadi Köprüsünün Kenarında Oturdum Ağladım

Uzun zamandır buraya doğru dürüst bir şey yazamamamın bir sebebi var. Her şeyiiin sebebi var buraya kadaaar… Evet gene sabah ve ben gene uçuşuyorum. İşimle kavga ettik ve ben ondan boşanıyorum. (Eşimle demedim dikkatli okuyunuz) Şimdi, zaten birkaç yıldan beri rutine oturmuş bir ilişkimiz vardı. Aslında bende, işe başladıktan üç yıl sonra filan oluştu bu rutin. Hissettim yani, açılmıyor, bir yerlere doğru gitmiyor, kendini tekrar etmeye başlıyor. Ama hem hayatın getirdiği bir takım zorunluluklar hem de benim bu rutinin içinde kendime yeni renkler, fanteziler bularak idare etme çabalarım ilişkimizi 11. Yılına kadar taşıdı. Burda kendisi yok Allah’ı var, onun sayesinde iyi para kazandım. Ama hiçbir zaman dur bu parayı bir kenara koyayım, ev alayım, sonra katı komple alayım en sonunda da apartman alırım gibi bir derdim olmadı. Olsaydı alırdım. Alanları da biliyorum. Sevgi, saygı ve sadakat çerçevesinde sürdürdüm onunla ilişkimi. Onu hiç aldatmadım. Ama bu ilişkinin insanı içerden yiyen

Mim'e Cevap

Puffy kişisi blogunda vazgeçemeyeceğimiz üç objeyi sormuş. Benim objelerle ilişkilerim o kadar uzun soluklu olmuyor. Hayatta en çok istediğim şeylerden birisi "şapkasız çıkmam abi!" gibi bir cümle kurabileceğim bir objem olması, ama maalesef. Ben bir objeye bu şefkati göstermeye başladığım andan kısa bir süre sonra ya onu kaybederim, ya çaldırırım, mutlaka başına bir şey gelir ve hayatımdan çıkar. O yüzden her limanda bir sevgili hesabı takılıyorum artık. Yani sonuç olarak objesyonum yok. Olmazsa olmaz bir objem olmadığını bildirir saygılar sunarım. Bu kadar düz ve renksiz bir adamım ben işte, allah kahretsin!

Bir takım uçuşmalar

Queen'den "who wants to live forever" dinliyorum an itibariyle. Kim sonsuza kadar yaşamak ister ki? Ben isterim. Valla da isterim billa da isterim. Bu yazıları insan denen hayvanlar olarak kendimizi o kadar da mükemmel görmeyelim diye yazıyorum ben biraz da. Sonsuzluk algımız bile arızalı aslında. Sonsuz değil. İnsanoğlunun kafasındaki sonsuzluğu Şimdi'den başlayan bir zaman çizelgesi üstüne çizebiliyor olsaydık büyük ihtimalle dört yüz yıl sonrasında bir yerlere denk gelirdi. Hadi coşayım bin yıl. Ama o kadar. Yana yatmış bir sekizle ifade ettiğimiz sonsuzluk bizim için aslında bin yıl sonrasına işaret eder en fazla. Daha fazlasını düşünemiyor kafa çünkü. Geçmişin ne kadarını hayalinde az çok canlandırabiliyorsan gelecekte de o kadar ileri gidersin. Sonsuzluk algısının içinde insan da var elbette. İnsansız bir sonsuz düşünemiyoruz. Geçen gün yüzkitabı internet sitesinde bir video geldi bana. Evrenin insanın ulaşabildiği kısmının grafik animasyonunu yapmışlar. Kam

lhasa de sela öldü.

bugün hiç iyi başlamadı. bu yazıyı gözlerim dolu yazıyorum. Meylimi düşürdüğüm üç güzelden ikincisi de gitmiş. bugün haberim oldu. Lhasa de Sela 1 Ocak 2010 akşamı 21 aydır mücadele ettiği göğüs kanserine yenik düşmüş. 1972 doğumlu. benden üç yaş büyük sadece. ben hala doğru düzgün bir ürün verememiş olmanın acısıyla başlarken her güne, o kısa ömrüne, hayatım boyunca dinleyeceğim üç tane taş gibi albüm sığdırdı ve gitti. niye o? aha elinin altında 6 milyar insan var, çoğu gereksiz. niye onlardan biri değil! Lhasa'nın sırası değildi be daha! erkendi daha be! çok erkendi be! ben bu ölüme nasıl isyan etmeyeyim... bütün düğmelerinizi kapatın, uzay geminiz boşlukta savrulurken oturun şu kadını bir dinleyin. yazık oldu.

Beyin Amcıklaması

Biraz önce hürniyette okuduğum bir haber var. Edirne'de gerginlik çıkmış. Trakya Üniversitesi'nde okuyan Edirne Gençlik Derneği üyesi beş öğrenci geçen hafta tutuklanmış. Onlara destek vermeye gelen bir grup "Amerika Defol! Vatan bizim!" diye bağırıyor. Onlara karşı slogan atan bir takım milliyetçi Edirneliler de "Edirne'de hain istemiyoruz, PKK dışarı!" diye bağırıyor. Şimdi karşılıklı bağıran iki grup var. Biri "Amerika Defol! Vatan bizim !" diye bağırıyor Diğeri "Edirne'de hain istemiyoruz, PKK dışarı !" diye Bir o tarafa bakıyor, bir diğer tarafa. Beyin amcıklaması geçiriyorum. Ne yapayım ki başka!

Terzinin Uçmadan Önceki Gerginliği

Bu görüntüyü yıllar önce insanoğlunun uçma derdiyle ilgili bir belgeselde seyretmiştim. Hayatımda seyrettiğim en gerçek şeylerden birisidir. 1911 yılında, bir kısım insanlar uçmaya çalışırken diğer bir kısım da paraşütü bulmaya çalışıyordu. Franz Reichelt adlı Avusturyalı terzi de paraşütü bulmaya çalışanlardan biriydi. Yetkililere icadını bir mankenin üzerine giydirerek Eyfel kulesinden atacağını söyleyen Reichelt son anda fikrini değiştirmiş ve aynı zamanda bir pardesü de olan icadını giyerek kendini aşağı atmış. İcat başarısız, videoda da göreceğiniz gibi adam ölmüş. Şans eseri bulduğum (bir kere daha, sağolasın internet!) bu görüntüde onun atlamadan önceki son bir dakikasını da görebilirsiniz. Hadisenin dolaştığı yabancı sitelerde bir takım hıyarlar sanki analarının karnından paraşütle doğmuşlar gibi "Huhaha hıyar! Nasıl salak bi ölüm!" filan gibi yorumlar yapmışlar. Siz onlara kulaklarınızı tıkayın ve Reichelt'in hayatının son bir dakikasını izleyin. Bir insan