Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kredili Hayatlar

Olay zevcemin gittiği kuaför ya da ona benzer bir yerde geçiyor. Bu mekan İstanbul'un daha üst gelir gruplarına hitap eden bir alışveriş merkezinde. Orada çalışan bir kadın var. Hikayenin devamında bu kadının statüsünün önemi olduğu için belirtiyorum. Adına Berrin diyelim. Berrin 40-45 yaşlarında, kocası ondan biraz daha büyük, bir yerlerden emekli olmuş, emekli maaşından başka geliri yok. Yani baktığınızda ortalama geliri olan bir aile. 20 yaşlarında bir kızları var. Onun adını da Aylin koyalım. Aylin 20. yaş gününü arkadaşlarıyla birlikte bir yerlerde kutlamak ister. O "bir yerler" Reina gibi bir yerlerdir. Aylin annesinden Reina'da kendisi için bir loca rezerve ettirmesini ister. Mekanın gerçekten Reina olması gerekmez ama o ayarda bir yerden bahsediyorum. Berrin mekanı arar, ancak bir ay sonrasına rezervasyon yapabileceklerini söylerler. Ayrıca kadının bir aylık maaşından daha yüksektir söyledikleri rakam. Berrin müdürünün aracılığıyla Reina kıvamında ama daha az

Zevcemden İnciler

Maya Zevce'me hırlıyor, üstüne atlamaya çalışıyor, oyun istiyor belli ki. Zevcem: Manyak mısın sen! Maya: Hırrrrr! Zevcem: Rica ederim başlama (Köpeğe? Rica ederim?...) Maya: Hırrr! Hav! Hav! Zevcem: Ben senden daha akıllıyım Maya! Bazen karıştırıyorsun ama bu böyle... Maya: Hırrr! Hav! Havvv! Havvv! Zevcem: Maya sana bir beddua ederim görürsün gününü Maya: Hırrr! Hav! Hav! Zevcem: (Bana) Yaz yaz sen de bunları yaz! Anane gibi olduk anasını satıyim. Ananesinin saçmalıklarını yazan torunlar vardır ya! Bundan sonra ağzımı açarsam... Ben... yerdeyim tabi o sırada.

Cep'imden çıkanlar

Cep telefonuna aldığım bir takım notlar var, telefonun not hafızası doldukça buraya aktarmaya karar verdim, sizinle alakası yoktur bildiririm. Maddenin üç hali: Katı, kederli, keyifli. Barok müzik eşliğinde İnegöl köfte, Hendrix eşliğinde demli çay içmek istiyorsanız Kadıköy Çarşısı’na gidiniz. İstanbul: Bu nefis şehrin üstüne kurulan yeni şehir yaranın üstündeki kirli ve çirkin kabuk gibi duruyor. Dünyanın en seksi bisikletli kızı New York’ta yaşıyor, gördüm. Zenginler spor olsun diye koşar, fakirler işe geç kaldıkları için. Midilli’de o kadar çok balık yedim ki fosfor sıçtım geceleri. Hayat üst kattan atılan ceketi tutmak gibi küçük maceralarla doludur..

Folk Şarkısı Denemesi

ANANI DA AL GİT Ananı da al git bebeğim Burası senin değil benim. Ananı da al git bebeğim Senin sözün geçmiyor sadece benim. Ananı da al git bebeğim, Halk benim arkamda. Aslında halk sensin Ama kimin umrunda. Ananı da al git bebeğim. Sana buradan git dedim. Siktir git lan Yoksa sana dünyayı zindan ederim Ananı da al git bebek, Kime diyorum alo Ananı da alıp gitmeni istiyorum. Duydun mu beni? Bak hala duruyo Ananı da al git bebek, oh! Ananı da al git yeah.

Tesla'nın Torunu

Kendimi kadri bilinmemiş büyük Sırp bilimadamı Nikolay Tesla gibi hissediyorum. Hakkındaki rivayet Edison ve gelişmekte olan elektrik sanayisi tarafından sürekli dürtüklenerek tarihin derinliklerine gömüldüğü şeklindedir. Çok basit olarak Tesla'nın elektrik üretme biçimini geliştirmeye çalışsaydık bugün kolay elde edilen, güçlü, sürdürülebilir, ucuz, hatta bedava bir enerji sistemimiz olacaktı. Ama o zaman dünyadaki en önemli ürünlerden birisi üzerinde kim hak iddia edecek, kim onu satıp kaymağını yiyecekti. Bu müthiş fikir aklıma geldiğinden beri atomcular da benim peşimde dolaşıyor. O yüzden bu yazıyı başıma bir şey gelmeden yazma ihtiyacı duydum. Eğer bana bir şey olursa lütfen bu projeyi daha da ileriye götürünüz arkadaşlar. Türkiye'nin bir dünya devi olması bu projeye bağlı. Yapacağımız şey aslında çok basit. Arı kovanının odacıkları gibi bir odacıklar sistemi kuruyoruz. Her odacığa iki ya da daha fazla kadın koyuyoruz. Bu kadınlar sınıfsal özelliklerine göre eşleştirilmiş

Kutsiyet Safsatası

Şu blog aleminde zevcemle benim en takık olduğumuz konulardan biri de "Uyan ey ehli vatan! Özcancan bugün sıçtı!" blogları. Melek iyi, namuslu, orta sınıf bir ailenin kızıdır. 70'li yılların ikinci yarısında ya da 80'li yılların başlarında doğmuştur. Darbe ve Özal jenerasyonunun kızıdır. Ülke dışarıya açılmaya başlamıştır, sütten ağzı yanan bir önceki jenerasyondan olan anne ve babası onu sol, sosyal, kollektif tepki hatta siyaset gibi kelimelerden bilinçli bir şekilde uzak tutmuştur, onlar tutmasa da zaten ülkenin kendisi uzak tutmuştur. Melek'in yapması gereken ilk, orta, liseyi okumak, arkadaşlarıyla takılmak, yeni açılan MC Donalds'da yemek yiyip, sinemaya gitmek, doğumgünü partileri düzenlemek ya da onlara katılmak, arasıra öpüşüp sevişeceği, aşk acısı çekeceği bir sevgili bulmak, sonra onu terkedip ya da onun tarafından terkedilip başka bir sevgili bulmak, üniversiteyi bitirip "BÜYÜK!!!" kadın olana kadar evleneceği adamı bulmamak, ülkede olup

New York Sokaklarında-10

Son olarak: Zevcemle Brooklyn Botanik Bahçesine gittik. Nefis bir yer. Bir bölüm sadece güllere ayrılmış durumda. Dünyanın her yerinden binlerce tür gül. Nefis kokanlar, nefis görünenler, "anaaa bu da mı gülmüş" dedirtenler. Gül bahçesinden çıktık. "Tabi bir Ispartamızın güllerinin yerini tutmuyor hiçbiri" dedim. Zevcem yere düştü. "Yok arkadaş gez dünyayı gör Konyayı. Ben bunu bilir bunu söylerim" dedim ardından. Nakavt oldu. Kendisini oraya gömdük.

New York Sokaklarında-9

Metroya bindin. On beş dakika sonra East Village'dasın. Parka otur, cankiler bir kenarda toplaşmış, bazılarının kafaları iyi. Yaşlı Hippi'ler motorla geçiyor. Porto Rico Kahve Kumpanyası'ndan al kahveni, genç japon mangalcıların şiş yaptığı bir restoranın önünden geç. Punk malzemeleri satan dükkana gir. Sonra yeniden metroya bin. Yirmi dakika sonra Harlemdesin. İspanyol Harlemi'nde beyaz takım elbisesinin üstüne kırmızı kravat takmış, "San Fransisco Sokakları" dizisinde, bundan otuz yıl önce Michael Douglas tarafından kovalanmaya başlayıp otuz yıl sonra Harlem'de nefeslenen İspanyol abinin yanından geç. Kaşlarını aldırıp kalemle kaş çizdiren, saçlarını gergin bir at kuyruğu yapıp sana pis pis bakan genç kadınların yanından geç, salsa çalan dükkandan çıkan Çinli dükkan sahibine anlam vereme. Üstünden tren geçen köprünün altından geç. Siyah Harlem'e gir. Siyah İsalar satan dükkanın, saçları bir türlü adam olmayan kadınların saçlarını adam etmeye çalışan

New York Sokaklarında-8

Uyan ey yetkili-yi vatan! Tamam New York'un olur olmaz her yerine Türkiye ilanları asmışsınız, arada Times Meydanındaki dev ekranlarda Peri Bacaları görüküyor filan. Ama slogan yanlış! "Unlimited Turkey!" Şimdi zaten bu Turkey denen şerefsiz hindi bizim başımıza dert olan bir kuş. Üstelik Amerikan gavurunun tavukla birlikte bol bol tükettiği de bir et türü. Otobüsün üstünde "Unlimited Turkey!" görünce gavur, "Dur hemen Türkiye'ye gideyim" demiyor. "Allah allah hangi restoranda satıyorlar acaba sınırsız hindi?" diye düşünüyor. Turkey yazmayalım Türkiye yazalım diyenlerden de değilim. O Ü'yü bi tarafımıza mı sokucaz sonuçta da... "Turkey! The Land of bilmemne!" filan yaz ki o Turkey'nin hindi değil de bir ülke olduğu biraz anlaşılsın. Di mi güzel kardeşim? Ya da en güzeli barışalım hindiyle, nihayetinde bu adamların hayatında hindi Türkiye'den daha fazla yer tutuyor, öyle bir şey yapalım ki her hindi gördüklerinde ya d

Atlantic City Sokaklarında-3

Otelden çıktık, otobüs bekliyoruz. O sırada yanaşmış olan otobüsten iri yarı bir amca inmiş, yanımızda. "Bir daha buraya gelirsem beni bütün A.C. düdüklesin!" diyorum zevceme. Yanımızdaki amca "Türk müsünüz?" diye soruyor. İçerden bakınca çok anlamsız bir cümle. "Türkçe konuşuyoruz ne olucaz lan başka?" ama dışarda öyle değil. Bir noktadan sonra herşey Türkçe gibi gelebiliyor adama çünkü. İkinci bir gurbetçi. 22 yıldır burada yaşayan Konya Akşehir'den Cemalettin İriamca. Sakallar ve Konya yüzünden ağır müslüman olduğunu düşünüyorum ama değil. Çok fena yağmur yağıyor. "Florida'da tropik fırtınalar başladı artık. Bunlar da onun artıkları işte" diyor. Akşehirli Cemalettin İriamca'dan duymayı aklıma bile getirmeyeceğim bir meteoroloji yorumu "Burası çok kurallı" diyor. "Aslında komünizmle kapitalizmin bir farkı yok" diyor. Çok doğru, çok haklı bir tespit geliyor Cemalettin Akşehirli'den. "Sokaktaki insan"

New York Sokaklarında-7

Döndüm. Ama hala ruhum orda. Özgürlükler ülkesi. Pembe şortlu 60 yaşında gey amcaların kanişlerini gezdirebildikleri şehir. Yürürken bir kere bile ayağımı burkmadığım kaldırımlar. Attığım topun hep bana geri geldiği asfalt. Taze kahve kokusu. Çin-Vietnam-İtalyan-Hint hangi restoran olursa olsun bulaşıklarını kısa boylu, çalışkan, İnka-Maya melezi Hispanikler yıkar. Sabah sekizde dükkanın önünde duran minibüslerden kasa kasa yabanmersini taşırlar içeri. Bütün evsizler savaş gazisi olduğunu iddia eder önlerine koydukları yazılı kartonda. Biz sözlü kültürden geliriz. Dilenirken bile ağzımız laf yapar. Onlar yazılı kültürden gelir. Derdini bir kartona yazar. "En berbat doğumgünüm. Otobüs bileti için paraya ihtiyacım var. Yardım lütfen." Sana bir hikaye sunuyor. Bu hikayeyi kabul ediyorsan malı satın alıyorsun. Kriz yüzünden bütün reklamlar ne kadar tasarruf edileceğine dayalı. TTNet kullanırsanız 100 dolar tasarruf ediyorsunuz. Hayır, asıl Smile kullanırsanız 300 dolar tasarruf e

Atlantic City Sokaklarında-2

Anan öle Teksas Hold'em! Evin yıkıla Teksas Hold'em! Yıkılasın Casino! Dün gece ilk defa gerçek bir masaya oturmayı başardım. Ben bu oyunu çok seviyorum. Dünyanın en zevkli kumar oyunu Teksas Hold'em. Sadece o masada oturup oynayanları seyretmek bile ayrı bir zevk. Oynamak zaten öyle. Eğer iyi bir elin varsa çok ciddi bir adrenalin yüklemesi yapıyor insana. Fakat durmasını bilmek gerekiyor. Ki ben onu bilmiyorum. Dün gece 500 dolar vardı önümde. Kalkasana ulan eşşoleşşek! Eyvallah beyler, sizi yolmak güzeldi diyip kalksana! Geçen senelerde, sezon içinde çalışmaktan yıldığım dönemlerde o kadar çok oynadım ki bu oyunu artık kimin nasıl oynadığını az çok sezebiliyorum. Ama bunu pratiğe çevirmek kolay değil. Oyunu okuyabilmekle okuduğun şeyi oynayabilmek arasındaki fark da zaten beynin o sırada adrenaline verdiği tepkide karşılık buluyor. Benim beynim o adrenaline gerçek bir pokercinin verdiği tepkiyi vermiyor. "Yürü oğlum kim tutar seni!" diye tepki verir mi beyin! V

New York Sokaklarında-6

Tonlarca yaban mersini Tonlarca ahududu Tonlarca avokado Tonlarca ananas Tonlarca karides Tonlarca kahve Tonlarca kurabiye Tonlarca dondurma Tonlarca bira Tonlarca pizza Tonlarca hamburger Tonlarca makarna Tonlarca dana Tonlar tavuk Tonlarca hindi Tonlarca domuz Tonlarca patates püresi Tonlarca elma Tonlarca buz Amerika doymuyor.

Calexico

Last FM'e Calexico yazınız, çıkan musikiden yürüyüp gidiniz. Hele ki dışarda yağmur da varsa oluşan hüznü bıçakla kesmek olası

New York Sokaklarında-5

Gene zevcemden bahsetmek istiyorum. Geldiğimizin ilk günü 4 ikinci günü 8-9 sonraki günlerde de ortalama 5-6 kilometre yol yürüdük. Ben zaten bilindiği üzere lenk bir insanım. İki ayağım da yürürken acıyor. O yüzden ne yaptım? Gittim ortopedik bir ayakkabı aldım ikinci gün. Zevcem ne yaptı? İlk gün parmak arası terliklerle yürüdü, parmak araları yara oldu, ikinci gün topuklularla yürüdü, topukları yara oldu, üçüncü gün türkiyeden aldığı birkenştoklarla yürüdü, bu sefer de ayağının üst kısmı yara oldu. Ben: Zevceciğim inat etmesen de bir spor ayakkabı alsan kendine, onlarla rahat rahat yürüsen? Zevce: Hayır! Asla! Bak diğer kadınlara? Spor yapanlar haricinde spor ayakkabı giyen görüyor musun? Ben: İyi de anam onlar günde 8 kilometre yol yürümüyorlar! Spor yapan kadınlar bile o kadar yürümedikleri halde spor ayakkabı giyiyorlar! İnat etme al bi spor ayakkabı rahat et. Zevce: Olmaz! Yürümenin bile bir estetiği olmalı! Ahhh ayaklarıııım! Ben: ....... Bu noktaların ne anlama geldiğini söyle

Atlantic City Sokaklarında-1

Şu anda dışarıda i-na-nıl-maz bir yağmur yağıyor. Dev bir vantilatörün önüne dev bir kova su döküldüğünü düşünün. Tam karşımdaki binaya duş yaptırıyor yağmur. Keşke bunun fotoğrafını çekip buraya koyabilseydim ama o yetenekte bir makine yok yanımda. Kısaca şöyle anlatayım. Ben hayatımda böyle bir yağmur biçimi görmedim. Bu arada niye buraya geldik onu da anlatmadan geçemeyeceğim. Zevcemin ısrarına dayanamayıp Porto Rico'ya dört günlük bir rezervasyon yaptırmıştım gelmeden önce. New York'a gelince weather.com'dan düzenli olarak Porto Rico'daki hava durumunu takip ettik. Hava 30 derece ama sürekli yağmur ve yıldırım fırtınaları gösteriyordu hava. Ve sonra ne oldu? Zevcemin dillere destan inadı yüzünden Porto Rico'ya gitmedik ve daha yakın ve otobüsle gelinebilitesi olan Atlantic City'ye geldik. (Otel ondan olmak şartıyla). Porto Rico'ya gitmeme sebebimiz kendisinin güneşlenilecek bir yere gelme isteğiydi. Bugün bir saat kadar plajdaydı. Ben ilk yarım saatte &q

New York Sokaklarında-4

Bir takım yaran diyaloglar: Yanımızdan yöremizden sürekli fransızca konuşan birileri geçince Zevcem: Niye bu kadar fransız var burda Gökhan Ben: E biz niye burdayız zevcem? Geziyor adamlar? Z: İyi de niye buraya geliyolar ki gitsinler İtalya'ya. İtalya da çok güzel, hem daha yakın B: Daha önce bin kere İtalya'ya gittikleri için olabilir mi zevcem? Z: Haa evet Bir Meksika Yemekçisinde Ben: Hayatım gene bağladın sezar salatasına adam gibi bi şeyler yiyeydin ya Zevcem: Hayır olmaz sonra bin kilo alıyorum B: Peki sen bilirsin, ben taco yiycem etli metli Yemekler gelir, sezar salatası kızarmış ince hamurdan yapılmış dev bir kasenin içindedir. Zevcem ağlayarak giden garsonun arkasından Z: Doktor bu ne! İnsan evladı yiycek bunu, sen biliyo musun! İki dev, bir küçük bavulu hangi taksiye sığdıracağımızı konuşurken Z: Yalnız Atlantic City'den dönerken kesin arıza çıkıcak, bu bavullar bir bagaja sığmaz ben sana söyliyim. Almıycak bizi taksiler. Otele nasıl gidicez Gökhan? B: Almazlars