Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Uzun zaman boyunca uzun bir şeyler yazmayınca yeniden yazmaya alışmak, düşünce akışından çıkıp adam gibi cümleler kurmaya çalışmak baya bir zor oluyormuş. Bugünlerde kendimle ilgili söylemek istediğim şey budur. 

HAZIR BAŞLAMIŞKEN BUNU DA DİNLEMEK LAZIM

BU ADAMI SEVMEYEN ÖLSÜN LAN!

BUNU SABAH AÇ KARNINA DİNLEMEYİNİZ ANACIM. ÇARPAR. GECE ÜÇ GİBİ EFKARLANMAK GİBİ BİR NİYETİNİZ VARSA VER GELSİN.  Müşkülpesent Atlar  Geçit boyunca, tepenin hemen yanında, sınırın çok dar olduğu yerde  Kamçıyla atlarımı sürüyorum, daha güçlü darbelerle, kuvvet uygulayarak… Soluyabileceğim hiç hava yok,-Rüzgârı içiyorum, yutuyorum sisi Acıklı tutkuyla hissedebiliyorum ölüyor olduğumu, ölüyor olduğumu! Yavaşlayın, atlar, hevesinizi yatıştırın! Eski sıkı köseleyi dinlemeyin Ama sahip olduğum atlar müşkülpesent Ne adamakıllı yaşamaya ne şarkıyı söylemeye zaman oldu… İçmelerine izin vereceğim ve bu mısrayı söyleyeceğim Kısa bir süre daha uçurumun kenarında kalacağım… Acımasız bir kasırga bir kar tanesi gibi beni zaferden sürükleyecek  Sabah, kızağın yanında, karın üstünde, karın üzerinde yükselip batacağım  Dörtnalızın hızını kesin, atlarım,-huzurlu ve sakin olmasını sağlayın Ve yolculuğumu son ve kesin sığınağa kadar biraz uzatın Yava
Tarihe geçmiş bir fotoğraf bence. İki adet üstü çıplak zenci "köle"nin taşıdığı tahtın üstünde rahmetli Paşa. Artık böyle mizansenler kuran sanatçı kalmadı anasını satayım! Ne varsa 70'lerde vardı be! Beyaz Şov'daki Bülent Ersoy hanımefendinin bile eski tadı yok efenimmm! 
bu bloga en çok yakışacak türkü budur. rahmetli kafa karışıklığının türküsünü yapmıştır. hep birlikte dinleyelim. 
yazmak beni durulaştırıyor. basit bir tweet atmaktan ya da bir sayfalık bir blog yazısı yazmaktan bahsetmiyorum. uzun süren bir yazma işine giriştiğim zaman iki şey oluyor. birincisi daha fazla ve daha farklı şeyler yazmak istiyorum, bir amaç ya da hedef dahilinde değil her zaman... ama sadece yazmak. ikincisi kendimle ilgili her şeyi daha net görmeye başlıyorum. beynimin flusunda kalan cümleler ya da düşünceler, adını koyamadığım, bir anda netleşiveriyor. ben çok kalabalık bir adamım ve bununla gurur duyuyorum. ama bu kadar kalabalık olmak beynimin içinde çok fazla ses demek aynı zamanda. o yüzden aynı anda üç insanla konuşup üçüne de laf yetiştirebiliyorum. bu duruluk hali sabahları olur bende. uyanmamla ilk sigaramı içmem arasında geçen zamanda.  blog yazılarının fikirleri hep o dakikalarda çıkar mesela. bunlar kanılardır işte. yaratıcı fikirler değildir. duruluğun öne çıkardığı net cümlelerdir. şimdi, neredeyse iki haftadır durmadan yazdıktan sonra aynı duru görü haline ulaştığımı

Ha ha! Yenemezsin beni Blogger! Hatırladım!

Bugünkü Hürriyet'te haber var. Oyun atölyesinin Antonius ile Kleopatrası Londra'da oynandı ya, Guardian'da eleştiri çıkmış. Adam gibi eleştirinin nasıl olduğunu unutmuştum, İnciluz hatırlattı sağolsun.  ...Kemal Aydoğan’ın “canlı ve geleneksel bir prodüksiyona” imza attığı belirtilen yazıda, Tekindor’un dar beyaz elbisesi içinde, Hedy Lamarr’ın canlandırdığı Delilah karakterini hatırlattığı ifade edildi. Tekindor’un, Kleopatra’nın duygularındaki tüm iniş çıkışları yansıtması da aynı şekilde övüldü. Bilginer’in ise Antonius’un çökmekte olan heybetine uygun görünümünü ve Aktium bozgununda öfkesini sergileyişini beğenen yazar, buna karşın onun Kleopatra’ya “fiziksel bağlılığını tam yansıtamadığını” savundu... Peki haberin altındaki yorum?  "Bir ingiliz bizim mimiklerimizden, jestlerimizden, vurgularımızdan ne kadar neyi anlayabilir ki ? Bir kere ikiyüz kelimelik ingilice (düzeltmedim: Gökhan), devasa Türkçe 'yi nasıl anlayabilir ?...Haluk Bilginer büy
Ulan allah belanı versin blogger ya! aklımda iki çift laf vardı buraya yazacak, girmeye çalışırken unuttum gitti. askeriyeye giriyoruz sanki amk! 

Beyaz Davşan

Hala daş gibi şarkı, hala güne başlamanın en iyi yöntemlerinden biri 
Eski İstanbul köşklerinden birinde Kaytan bıyıklı bir çelebi hayaleti Yağmur altında yağlı bir urganla Tam bininci kez kendini asıyordu Gözlerinden dağılıyordu hayali yaşlar Yere Ve bıyıklarının ucundan Bininci kez ölememenin acısı sızıyordu.                            12 Eylül 1993 Yaş 18. Vay be! 
İzmirdeyim... doğmasam da büyüdüğüm evde... bir sürü şey yaşadığım... bizim evin mutfak penceresinden cadde görünür... önünde de masa durur... yemek orada yenir... pencereden görünen caddeden arabalar geçer... eskiden ben burada yaşarken, caddenin ortasında demir parmaklıklar vardı... sanırım geçen seneye kadar da durdu o parmaklıklar yerinde... ama artık çıkmış... yolun ortasında ufak bir kaldırım var... dün fark ettim kahve içerken... bir özgürlük duygusu var caddenin resminde... normalde öndeki iki apartmanın arasından görünen bir resimdir ama farklı... sonra çözdüm... parmaklıklar yok... resimde basit bir oynama bile duyguyu değiştirebiliyor. E pezevenkler derdiniz neydi bizimle! Kafkaesk bir bunaltının içine hapsettiniz bizi 20 yıl! Bak sinirlendim durup dururken... 

sabah öğlen akşam aç karnına

Fotoğrafın sağ alt kısmındaki taraftar-görevli-taraftar üçlüsündeki kompozisyona dikkatinizi çekmek isterim. Nefis! Goya bu fotoğrafı görse resmini çizmek isterdi bence. 
Milliyetin ana sayfasında bu şekilde yayınlanıyor haber. Çünkü tu kaka bir fotoğraf var altta. Şimdi fotoğrafın blurlanmamış halini görelim Ben mi körüm, ben mi çok iyi niyetliyim? Bu fotoğrafta müstehcen ne var lan! 

Basın Bildirisi

Canlar, belirsiz bir tarihe kadar buraya yazmaya ara veriyorum sanırım. Ama dönene kadar isterseniz geçen sene yazdığım ve ne zaman yayınlacağını allahın bile bilmediği kipatımı tefrika halinde burada paylaşabilirim. Bu fikre olar diyenler elime mum diksin anasını satayım
"O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler"

14.03.2012

Kaptanın seyir defteri yıldız tarihi 201212121212 Galaksinin bu bölgesi çok çorak. Hiç balık yapmıyor. Ve fakat geçmemiz de gerekiyor. Mürettbat olarak işi gücü bıraktık ayfonda oyun oynuyoz. Galaksinin bu bölgesine kaptan olma yetkimi kullanarak Sıkıntı Denizi adını veriyorum. Klingonlular gelse de iki lazer atışsak. Over and out

16.02.2012

Bu sabah çok erken kalktım. Çünkü çok erken yattım. Basit cümleler uzun bir hayat. Rüyamda bir cruyz gemisiyle Caponya kıyılarındaydım. Herkeşler denize giriyor. Ben de atacağım kendimi denize fekat dev bir karaltı görüyorum. Ananski rimski korsakof o ne! Katil Balinalar! Hemi de İspermeçet Balinası ebadındalar. Suyun üstüne yükseldi karaltı, havaya fırladı ve dabof diyerekten suya düştü. Sonra bir iki tane daha. Rüya görmek çok eylenceli bir şey. Allam yaşasın hayatımda ilk defa havaya fırlayan balina görüyom diyorsun ama aslında görmüyorsun ama yaşadığın heyecan sahici. Sonrası fena, katil balinalar katliam yaptı resmen, önlerine geleni yediler. Bir ara gerçek katil balina boyutlarında olan bir tanesi havaya fırladı, tam havadayken ispermeçet balinası ebadındaki yani çok büyük olan katil balinalardan biri suyun içinden bir anda çıkıp kaptı onu ve yuttu. Sanırım erken kalkmanın böyle avantajöz bir durumu var. Gördüğün rüyayı unutmuyosun. Bi de horoza seslenmek istiyorum. Yan komşunun

bilmiyom bir boka benzedi mi ama...

Herhangi Bir Türk Salonunun Hikayesi Prelüd O kapıyı kapat Gökhan! Salonun kapısını kapat! Kedi girmesin. Girmesin anne, Ben giremiyorsam o salona Kedi hiç girmesin … Herhangi bir Türk salonu değil aslında, bu bizimki. Hangi Türk salonunda dev bir Möet-Şandon şişesi durur ki? Babama bir boksör hediye etmiş. İsviçre’de taksi şoförü Üstünde imzalı bir fotoğrafı Burun dümdüz. Burnu dümdüz olur boksör dediğinin Kulağı kırık olur güreşçinin Bilirim ben bunları Peki ama neden eski boksör? Neden İsviçre’de taksi şoförü? Neden hala imzalı fotoğrafını taşıyor cebinde? Peki neden İsviçre? Bu soruları sormaya başladığımda küçüktüm daha ama salon zamanın başlangıcından beri duruyordu orda. Girilmesi yasak bir Türk salonu… Bayramdan bayrama gelecek misafirlerin Ve hiç kullanılmayacak yemek takımlarının odası Zamanın başladığı yerde kristalleşmiş vazo Son nefesine kadar tozlanan plastik çiçek Bak görüyo musun! Siz olmadan

20.01.2012

Kafa karışıklığı çok enteresan bir şey. Bazen işe yarıyor ama bazen de çok engelleyici oluyor. Orayı burayı temizleyip toparlıyorum sabahtan beri. Perdeleri yıkamak için banyoya girip dişimi fırçalayarak çıkıyorum. Sonra bilgisayarın başına oturunca "ben n'apıcaktım ya..." diye düşünmeye başlıyorum. Bitmemiş ya proce, yarım kalmış ya o yüzden kafaya takılıp kalıyor. Bir saat sonra kahve yapmaya gidip -onu da unutup- bulaşıkları makineye dizerken aklıma geliyor, "ben perdeleri yıkıycaktım". Bu sefer de perdeleri yıkamaya gidip kurutma makinesindeki kuruları alıp çıkıyorum elbette. Aynı durum iş için de geçerli oluyor. Bir yandan sıralama yaparken diğer taraftan bir önceki bölümün sahnesini değiştirip aynı zamanda başka bir iş için okuma yaparken düşündüğüm başka bir proje için belgesel seyrediyorum. Allah benim belamı versin.

Selanik'ten Sevgiler

Bir ülkede olmamak o ülkede olmadığın anlamına gelmiyor. Hrant Dink davasının sonuçlanması... Gün içinde twitterda Hrant Dink hakkında yazan canım faşist kardeşlerim... sanki bu ülke, bu topraklar hiç başkalarının olmadı... Hep türkler vardı burda bundan sonra da hep olacak... bugünlerde sık sık Selanik'e gelip gidiyorum. gittikçe daha fazla kalmak istiyorum, dönesim yok... dönmek istemiyorum evet... ya da turist gibi gideyim bir kaç gün kalayım istiyorum... burda kriz var, ülke tarihinin en büyük krizi yaşanıyor... insanlar sokaklarda, yerim krizini modunda dolaşıyorlar. komünistler ve anarşistler yürüyor, polisle çatışıyorlar, sonra barlara gidip içip muhabbet ediyorlar... parası olan olmayana ısmarlıyor... her gününe bir patlama, bir baskın, bir suikast, bir saldırı, bir tecavüz çarpmıyor bu ülkenin... her şey bu kadar kolay unutulmuyor, her şey bu kadar çok büyütülmüyor, gerçekten büyütülmesi gereken şeyler de kolay kolay gündemden düşmüyor... hrant dink öleli beş yıl olmuş...

bir şiiri çıkaramamak

dolanır, imgeleri not edersin, bir tur yazarsın, yazarken soğursun kendinden, ne müziği tuttu ne içinin kıyması. beklemeye alırsın... gelecektir elbette... ilk yazımını bir kenarda tutarsın... döner döner bakarsın... yok olmamış çok belli... halbuki ilk geldiği anda, dizeler değilse de ilk imgeleri... tamamdı... çok güzel olacaktı lan bu bok! sonra kafiyeye takıldın dağıldı şiir... hep çiş gibi mi olacak ille ki... eskiden kolay yazardın... şimdi kafa bi dağınık... karışık demiyorum dağınık... skicem olm! odaklan! odaklan! odaklan demeklen olmuyor beyim bu. beyninde bir kas yok ki sıkasın aksın... ama olacak. inanıyorum ben... büyük ihtimalle yolda gelecek araba kullanırken hissediyorum... hadi ordan hadi! bi bok hissettiğin yok kendini kandırıyosun bari elalemi kandırma... 

Pliiz pliiz pliiiz

Gerçekten enteresan bir görsel hafızam var. Bu şovu yıllar yıllar önce seyretmiştim ve James Brown'a hayranlığım bir kat daha artmıştı. O zamanlar youtube yoğudu.Tabi sadece bir versiyonunu.  Burada çeşitli versiyonların montajlanmış hali var. Baba muhteşem bir sahne şovu örneği veriyor. Seyirci kendinden geçiyor. Ruhun şad olsun Kriminal Jim 

08.01.2012

Vay be! 2012! Yok ne kadar uğraşsam da heyecanlanamıyorum. Eskiden özellikle 20'li yaşlardayken sanırım böyle bir yıl heyecanı vardı... şimdi olmuyo... işin enteresan tarafı yaptıklarımız ve yapamadıklarımız muhasebesi ve sonrasında pişmanlıklar ve kararlılıklar da yok bir zamandır bende... geliyo gidiyo... ben yılları hatırlamıyorum... ne oldu ne bitti... babam öldüğünden beri çok büyük, hatırlanması gereken ne oldu hayatımda bilmiyorum... ki onun da üstünden beş sene geçti... hatta daha fazla... üretmeliyim çılgınca üretmeliyim kaygısı filan da yok... bir sakinlik var üstümde... hedefe yönelmişim de onun soğukkanlı adımlarını attığım için böyleymişim... bu da yok... herhangi bir konuda uzmanlık desen... sadece işimle ilgili sanırım... biraz da tarih bilirim... geçen sene Ankara'ya gitmiştik o zamanki yapımcımla... TRT'yle konuşmaya... en üstteki abilerden biriyle konuşmak için beklerken bir AVM'ye girdik... saatlere filan baktık... adamın saatlere ilgisi varmış meğer