Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ocak, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Pek Acayip Bir Rüya Gördüm Ben

Allaşkına rüya yorumlamasını bilen biri varsa, batıni de olur zahiri de olur, Freud'dan da olur, gönlünüzden de şuna bir el atsın ben hayatımda bu kadar garip bir rüya görmedim. Bir yerde açık hava esnaflığı yapmaya başlamışım benim kuzenle. O müşteri çekiyor, ben bir duvarın önünde fotoğraflarını çekiyorum insanların. Kuzen daha patron ben daha işçi gibiyim. Paraları o topluyor, müşterileri sıraya diziyor, bana emirler veriyor filan. Nerde olduğumuzu tam bilmiyorum ama Anadolu'da bir yer sanırım. Benim fotoğraf çektiğim duvarda, adamları oturttuğum yerin hemen yanında kadra sokmadığım bir Osmanlı arması duruyor. Biz asmışız onu oraya. Hani vardır ya yeşil ve kırmızı ya da niye anlatıyorum lan, aşağıdaki gibi Bu kadar karışık değil benim rüyamdaki duvarda asılı olan ama mantık bu. Çapraz asılmış yeşil ve kırmızı bayraklar ve gene X yapacak şekilde dış çepere saplanmış çift tahta kaşıklar var. Arma kabartmalı kaşıklar da gerçek. Burası önemli. Çünkü ben fotoğraf çekmeye çal

Çakma Tarih Yazıları-2

Topkapı Sarayı’nın adı nerden gelir? Topkapı Sarayı tarihi boyunca bir çok boğazlama, fingirdeşme, isyan, fingirdeşme, delirme ve fingirdeşmeye tanık olmuştur. Evet her şeyden daha çok fingirdeşme olmuştur bugün turistlerin dünyanın parasını vererek girdikleri Topkapı Sarayı’nda. 4. Murad nam padişahın hareminde 4000’den fazla kadın, hamak ve şampinyon bulunduğu söylenir mesela. Kadın, hamak ve şampinyonun bulunduğu yerde fingirdeşmenin olacağını 3 yaşındaki İnuit çocukları bile bilmektedir. Şampinyonu saraya ilk kez 2. Köprü ya da dünyaca bilinen adıyla Fatih Sultan Mehmet zamanında Hollandalı keşler getirip ağaçların altına serpiştirip kaçmışlardır. Bugün Amsterdam’da Magic Mushroom adı altında satılan bu şampinyonların sporlarını spor olsun diye ağaç altların serpen bu Hollandalılar, mantarların yaşama alanını genişletmek için soğanlarıyla birlikte yoldukları lalelerin ne kadar güzel çiçekler olduğunu memleketlerine dönerken yolda fark etmişlerdir, fakat şampinyon sebebiyle kafala

İj Muhasebe

Kaplan ve Turna'yı 3-4 yıl önce yazmış bir kenara atmıştım ve unutmuştum. Dün eski dosyaları karıştırırken çıktı karşıma. O zamanlar olmadığını düşünmüştüm, baktım fena değil, bir kaç yerinde oynama yapıp verdim fırına. Neden sonra bir daha okuyunca "lan!" dedim. Cenaze'deki imgelerin bir çoğu bu şiirde de var! Çünkü Cenaze'yi yazarken "Ahyak!" demiştim. Tamam mesele aynı olabilir ama anlatım farklı, çok fena bir şey geliyor bu sefer... Bok geliyor! Aynı şeyi yazdın gene hıyar! Tam da bugünlerde "Eee birader? Anlatacak yeni bir şeylerin var mı senin? Yoksa sürekli eski ekmekleri ısıtıp ısıtıp önümüze mi süreceksin? Sıkıcı olmana ramak kaldı" diye düşünürken aklımın beni böyle bir tufaya düşürmüş olması acı koydu. Ben benden geçtim, ben benden sıkıldım, siz sıkılmayınız e mi kuzum, siz geçmeyiniz.

Kaplan ve Turna

Bütün o turna vuruşların o kaplan pençelerin öldüremedi beni çünkü ellerimdeydi hayatımın özü Ama sen ellerime vurmaya tenezzül etmedin. Bendeniz friilens şair mesaili çalışmadım ömrümde bir kere bile travmatik bir yüzyıl bitirdim alnımın akıyla zeytinden uzun sürdü yok yılım bilmiyorum çok fazla umudum yok şiire dair. belki bendeki bu filizler küresel ısınmanın kaçınılmaz sonucudur. Ama olsun modern bir erkeğim ben. Bulaşıkları yerleştirdim filtreden damlıyor kahvem. Zaten ne fayda gelir bulaşıkla kahve arasında yazılan bir şiirden Vurmadın ellerime özü vardı hayatımın ellerimin içinde Bir adam bıraktım ben o sokakta yerde kanlar içinde hayalleri geçtim ruhumu kırdın sen benim bir gözümü kaybettim o gün onaltı yaşında bir oğlan çocuğu düşürdüm sabahın kör saatinde sağımda duyu kaybı ciğerlerim Malboro kime anlatsam anlamaz sana anlatsam anlarsın sana da anlatamam. Elimde floş olsa ne yazar Kare açar bi şerefsiz Zaten elimde ne floş var Ne de blöf yapac
A: Ludwig! B:...... A: Ludwig alo! B:.... A: Ludwig sana söylüyom hooop! Sağır mısın! C: Evet sağır! A: Haa..........  Ama besteler çok güzel abi, çok beğenerek dinliyoruz...

Stoa Athanaton'da Aklımdan Geçen Kır Saçlıya

Babam, sanırım dünyanın tüm kır saçlı al yanaklı adamlarında izini arayacağım kır saçlı al yanaklı bir baba olana kadar hiçbir zaman istemedim gençliğinin katili olmayı şurda birlikte oturup dört beş şişe beyaz şarap tüketsek gülbahar dinleyerek fena m'olurdu? sonra birbirimize yaslanıp fena halde sarhoş, omonya meydanına çıkıp "sikiyim bu hayatı!" diye bağırsak, kavga çıkarsak birlikte hep ıska geçen yumruklarımız havayı dövmese bu gece sonra bir taksiye atlayıp kaçsak şehr'Atina'dan polis peşimizde yurolar saçarak direksiyondaki yarım tespihli doğuştan delikanlı şoför dayıya güneş doğarken adı bile olmayan bir koyda ayılsak beş kuruşsuz ama özgür koy götüne be baba öldün işte yeterince, dön artık geri.

Cenaze

Selanik'te ben yirmi yıl önce ölmüş on altı yaşında bir çocuk gördüm ne de olsa her yaşın ömrü bir yıl değil mi? on altı yaşında bir çocuk ayakları balçıklara batmış kalbinde bir şaşkın coşku "dünya ne güzel, şehrim ne güzel, deniz ne güzel, sevgilim ne güzel demek ki bu kadar kolaymış her şey demek ki boşuna çekmişim onca acıyı" Hugo'yu düşünüyor. Üstüne bol gelen Malboro pardüzonun cebinde Dünyayı Değiştiren On Gün. Tozlu bir tavanarasında değişmiş dünyası on saniyelik bir öpücükle gülümsüyor kendi kendine, deli "her şey mümkün! ayağımı vursam ikiye ayırırım denizi! yürüyerek geçerim karşıya! yaparım evet! seviyorum çünkü! seviyorum ulan herkes duysun! hem üstelik, ayrıca ve dahi o da beni seviyor! o da beni seviyor!" yirmi yıl boyunca bavulumda taşıdığım o kalbi büyük, kalbi delik, kalbi aşık çocuğu bir gece Selaniğ'in Kordon'undan boş bir arsaya bırakılan düşük cesedi gibi kimseye göstermeden denize bıraktım