Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

17.12.2011-2

Yıllar önce, bundan beş sene önce filan, Rakı Masası'na Münir Özkul'un o müthiş monologunu koymuştum. Sonra çıkardım. Adamlar  http://www.bakbeyim.com/  diye sayfa kurmuşlar. Şimdi koysan taşak oğlanı yaparlar direk, "seyirci getirmek için yapılmış adi bir oyun" diye çakı çakıverirler. O zaman öyle değildi. O zaman filmi netten indirmiş, durdura durdura her repliği deşifre etmiştim. Sonra facebook çıktı ve her zaman olduğu gibi boku çıktı bir şeylerin. Münir Özkul'un ölmesini aportta bekliyor herkes. Arkasından "ne büyüktü" diye yazmak için. Kişilerin, durumların, olayların, tarihlerin ve buna benzer bir sürü şeyin içini ışık hızıyla boşaltıp yerine istediğimiz o biricik şeyi koymak gibi bir hastalık var artık bizde. Eskilerin yafta dedikleri... Halbuki bu linkte  bahsi geçen ropörtajı veren adam da Münir Özkul. Hatta çok daha gerçek bir Münir Özkul. Ne fayda ki bu Münir Özkul kimseyi çok fazla ilgilendirmiyor. Öte yandan beş yıl önce Rakı Masası'n

17.12.2011

Doors dinliyorum fizi'den. Geçen gün de Erkin Koray'ın 45'liklerini dinledim yutub'dan. Sağolasın internet. Biraz sonra encıls in emerike'nin 5. bölümüne bakıcam çalışırken arada. o değil de emenike şu takımda olsaydı neler olurdu acaba be! sabahtan beri hamur işine vermiş durumdayım kendimi. metrodaki fornettiden bir takım milföy hamurişleri aldım onları tıklatıyorum. ve bol bol kahve. bugün kahve günümdeyim daha çok. bazen olur bana böyle. hiç kahve içmediğim ama bol bol çay içtiğim ya da tam tersi. çantamda esir şehrin mahpusu var. kemal tahir kadar kolay okunan ama aynı zamanda bir şeyler söyleyen az yazar vardır. bir de onun yaşadığı dönemde yaşayıp da cinselliği bu kadar kolay yazabilen. Romanın bir kısmında Maçka güzeli Meliha Hanım ve onu vuran Mehdi Bey'in hikayesi var ki tek başına film olur. Sanırım bi deniycem yazmayı. Evde üst katın tuvaletinde de Sessiz Ev duruyor. Daha önce okuduğum kitapları okuyorum bugünlerde. neden bilmiyorum ama öyle. söyledi

Feedjit'ten İnciler-3

Kamuya malolmuş bir insan olarak ara sıra feedjit'ten kim niye gelmiş bu siteye araştırması yapıyorum. daha öncekilere etikete tıklayarak ulaşabilirsiniz. Daha öncekilere cevap vermiyciim, zaten onlara cevap vermiştim. Şimdi sıra yenilerin Pattaya'da travestiler nerelere takılıyorlar? Hiçbir yere takılmıyorlar canım kardeşim. Onlar her yerdeler. O yüzden rahat ol. Sen onları bulamazsan bile onlar seni bulur. Dubai'de sigara içilen yerler: Dubai'de hayvani büyük bir alışveriş merkezi olan The Dubai Mall haricinde hemen hemen her yerde sigara içilebiliyor. Ayrıca Türk Kahvesi de mevcut, gayet de iyi yapıyorlar. Midilli'de lezbiyen otelleri: Sevgili lezbiyen, eğer bu soruyu sen soruyorsan Midilli'de bildiğim kadarıyla  bütün oteller GL dostu. Dolayısıyla çok aramaya gerek yok. Sevgili abaza eğer bu soruyu sen soruyorsan o senin düşündüğün lezbiyenlerden Midilli'de yok. Beyrut Kızları: Bir kere öyle ahım şahım güzel değiller. Evet bazıları gerçekten güzel.

Çakma Tarih Yazıları-3

Yerebatan Sarnıcı Yerebatan Sarnıcı Bizans’tan kalmadır evet. Fakat onun hakkında yıllardır bir takım yalan yanlış bilgiler ortaya atılmış, atılmakla kalmamış cahil halk kitleleri üzerinde baskı yapılarak onların bu yalan yanlış bilgilere inanmaları sağlanmıştır. Bunun en önemli sebebi aslında Yerebatan Sarnıcı’nın gerçekte ne şekilde kullanıldığının devletin ileri gelenleri tarafından bilinmesi ve bu kullanım şeklinin gayri ahlaki olduğuna kanaat getirilmesidir. Halbuki Yerebatan Sarnıcı da en az Topukhapı Sarayı kadar insani, insana ait olan, insansı yani hominid ve insancıl yani hümanist bir yapıdır. Çünkü, Yerebatan Sarnıcı dünyanın en eski garsoniyerlerinden biridir! Evet, uzun yıllardan beri süregelen etimolojik ve arkeolojik çalışmalarım sonucunda gönül rahatlığıyla bu gerçeği sizinle paylaşabilirim. Konuyla ilgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler “Lamia Tarihi” (Beriken Yayınları 1998 sf.154) kitabına ve Berkant’ın “Bizans’ta Samanyolu: Erken Bizans Dönemi’nde Cinsellik

09.12.2011

Ektedir kelimesini o kadar çok kullanıyorum ki yıllardır. X.Bölüm senaryosu ektedir kolay gelsin. Karakter analizleri ektedir kolay gelsin. Ebenin genel öyküsü ektedir kolay gelsin. Çok sıkıldım eklemekten. Bir süre eklememeye karar verdim. Dün gece biraderle çok içtik. Gece güzeldi. Ama sonunda rahatsız bir sarhoşluk... Akşamdan kalkma uyandım zaten. Kesik kesik uyumayı sevmiyorum. Zaten uyku apnesi denen boktan var bende. Yorgun uyanmak çok sık rastladığım bir durum. Bir de üstüne alkol gelince iyice zırva oldu. Ancak akşama doğru kendime gelebildim. Artık sadece bir işim var. Duyunca komik geliyor olabilir. İnsanların zaten genelde bir tek işleri olur ne de olsa. Ama benim genelde olmazdı. Bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek.

01/12/2011

Doktora gittim. Berbere gitmişken yakındaki hastanede aradan çıkarıverdim KBB'ciyi. Köpeklere bir şey oldu mu soluğu veterinerde alıyorum. Kendime bir şey oldu mu iki hafta sonra anca. Bir de böyle araya sıkıştırma modeliyle... Ulan arkadaş berberi araya sıkıştırır di mi! Ama yok. Neyse... kulağım hala çınlıyor fakat azaldı. Burnumdan kaynaklanıyormuş. Böylece burun bandının da neden işe yaramadığını çözmüş olduk. Burnumun içi şişmiş. Bir takım virüsler yapıyormuş bunu. İlla nevazil olman gerekmiyor ama burnun zor nefes hale gelebiliyormuş bu virütikler yüzünden. Öte yandan bunun kulak çınlamasına sebep olmasının temelinde de östaki borusu denen halt. Bu isimde bir borunun vücutta olması yeteri kadar utanç sebebi değilmiş gibi bir de çınlamaya sebep olması... Sonuç olarak 3 gibi yatıp 8 buçukta şakkadanak kalktım. Yaşasın burun bandı! Sen yokken ben ne acılar çekmişim meğer! Filmle ilgili enteresan gelişmeler olmakta. Nuri Bilge montaj günlüğü şeyediyor ya ben de filme hazırlık

30/11/2011

Boyun ağrısı ve kulak çınlamasıyla uyandım. Yorgunum. Burun bandı nedense bugünlerde işe yaramıyor. Dinlenmiş kalkamıyorum. Sanırım ilerleyen saatlerde biraz daha uyuyacağım. Nebula bir başağrısı sürekli peşimde bugünlerde. Ya dördüncü sigaradan sonra geliyor ya da akşama kadar boynumda saldırmaya hazır bir halde duruyor. Kulak çınlamasına çözüm doktor gitmek. Doktora gittiğim gün çınlamanın kesileceğini biliyorum. Vereceği ilaçları da o yüzden kullanmayacağım. O yüzden gitmiyorum.  Saçlarım ve sakallarım gereksiz bir şekilde uzadı. En sonunda bugün berbere gitme şansım var. Umarım bu şansı iyi kullanırım. Kahvaltıda üç gün öncesinden kalma pastayı yedim. Bir şeyler hazırlamaya mecalim yok. Espressoyla birlike üçüncü sigara boğazımı yakıyor. Büyümenin en önemli avantajı özel günler haricinde de pasta yiyebiliyor olmak bence.  Kızlar gözümün içine bakıyor onları dolaştırayım diye. Dolaştıracağım evet! Bugün vaktim var. Hafta için 10 toplantıları yapıyorum bir zamandır. Bu toplantılar

bundan sonra bir süre böyle

bir süre seni günlük gibi kullanacağım ey okur. özel günlerden geçtiğimi düşünüyorum son zamanlarda çünkü. bu blog bir süre içe içe yazılacak sanırım. şimdiden uyarıyorum sıkılabilirsin. noktalama işaretlerini ya da büyük harf ayrımlarını atlayabilirim. bir daldan öbürüne atlayabilirim. bilinç akışı ya da bilin çakışı çok fena bugünlerde. sürekli temiz saçmalıyorum. en son attığım twit polonyadan ithal edilen polonyalı mendiller üzerineydi gerisini sen düşün. madem ki yazmak kendini bir çeşit ifşa etme mekanizması, madem ki ben bugünlerde içimdeki trafiği anlamakta zorlanıyorum, o zaman gönder gelsin, ver gelsin. aklımdan sürekli açılış cümleleri geçiyor. "Soyunmaya küpelerinden başlamıştı. Yatağın kenarına kıçımın kenarını kondurmuş, rahatsız, gergin ve tedirgin bir halde onu izliyordum. çok garip bir meslek bu. çapa yapan köylü kadının alışkın hareketleri sinmiş soyunmasına. o farkında değil ama ben farkındayım. onun farkında olmaması normal. çünkü onun işinin bir kısmı da s

anlamsız diyaloglar

Tayfun: Alo Serap nasılsın canım... Serap: İyiyim hayatım sen nasılsın? Tayfun: İyi benden de... karakoldayım işte... Serap: Hii! Ne işin var karakolda Tayfun! Bak doğruyu söyle kavga mı ettin biriyle! Yok yok! Kaza! Kesin kaza! Belediye otobüsü mü? Tayfun belediye otobüsüyse hiç uğraşma, şikayetçi filan olma, astarı yüzünden pahalıya geliyomuş... Aman Allahım! Hayır! Sen birine çarptın! Çarptın sonra da kavga çıktı! Bıçakladın di mi adamı! Kendimi savundum de! Anama karıma küfretti dayanamadım vurdum de Tayfun! Ay deliricem söylesene ne işin var karakolda! Tayfun: Salak karım benim! Polisim ben! 

Geliyorum! Geliyorum! Geldim!

Yaz gene bitti. Gene kış geliyor. Dengeli bir sonbahar yaşanmakta. Ne güzel yağmurlar yağdı. Şehrin biraz olsun bulut görebildiğimiz bir yerine taşındık. Sabahları pencereden dışarı bakıp ne kadar ince/kalın giyineceğime karar verebiliyorum bu sayede. Bir de bahçemiz var. İncir önce yemişlerini döktü, şimdi yavaş yavaş yapraklarına geçmiş durumda. Ceviz daha önce meyvelerini  dökmüştü, yaprakları bitmek üzere... Pastırma yazında güller bir kere daha açmaya cesaret ediyorlarmış bunu öğrendim. "Güz gülleri gibiyim hiç bahar yaşamadım" anlamlı bir şarkı sözü oldu artık benim için. Eylül'de başlayan bir çalışma sezonu olunca insanın, yıl sonu muhasebesini de bugünlerde yapıyor. Bir kitap bir de film senaryosu sıkıştırdım bu yıla. Kitap basılmadı, film çekilmedi ama olsun. Artık eskisi kadar sabırsız değilim sanırım. Madem bu sezonun reklamını erotik temayla yaptık devamın getirelim. Eskiden ön sevişmeyi filan siktiredip direk içine girmeye çalışırdım hayatın, acemi bir sevi

Boşalmadan bir tık öncesi gibi...

yaz bitti, havalar soğudu, beyne kan gitmeye başladı tekrar, sabahları ilk kahveyi içerken, enteresan düşünceler dolmaya başladı gene bünyeye, geliyor, hissediyorum, kafam çok karışık yeni sezonuyla yakında burada. karar verdim, rahmetli POV  biraderim gibi "laayn gene aynı şeyleri yazmışım, kendimi kendimi tekrar tekrar etmişim etmişim" ruhaylitisine gelsem bile devam edeceğim yazmaya. sonuçta kişioğlu evrilen ve devrilen bir yaratık, elbet bir yerde değişip dönüşeceğimdir, o zamana kadar beyninizi mıncıklamaya devam etmek niyetindeyim. yakında, hissediyorum. Boşalmadan bir tık öncesi gibi... geliyorum

Merküri'nin doğumgünü

seyrettiğim ilk klip... dokuz yaşındayım, on belki ama on bir değil yani. ulan şarkıyı çok sevdim de bu erkekler niye böyle giyinmiş? ama eylenceli de bi şeymiş bu (daha klibin ne olduğunu bilmiyorum, daha doğrusu klip diye bir konsept olduğundan bihaberim). şarkı bitti, kasedi geri aldım bi daha seyrettim, ingilizce filan yok, uydurma bir dille katılıyorum bıyıklı gadına. sonra iflah olmadım zaten, sonra da biz büyüdük ve kirlendi dünya :) Farsi  ve Güney Azeri kökenli bir ailenin (Bomi(Baami) ve Jer(Cəl) Bulsara(Bülsarə)) çocuğu olarak, zamanın  İngiliz   kolonisi  olan  Zanzibar  adasında (şimdiki  Tanzanya 'nın bir parçası) doğmuştur. [3]  Kashmira adında bir kızkardeşi vardır. Mercury,  Bombay 'daki ( Hindistan ) St. Peter yatılı okuluna geri gönderildi. Bu okulda  piyano  çalmayı öğrendi ve ilk grubu The Hectics'e katıldı. Çocukluğunun büyük kısmını Hindistan'da büyük annesi ve teyzesi ile geçirdi. Zanzibar'a dönmeden önce St. Mary's Lisesi'nde eğ

Tuvalu'nun Gururu!

Yaz nedeniyle hafif haberlerle geçiştiriyorum, havalar soğusun, hepimiz biraz depresifleşelim ondan sonra girişicem yazmaya

Stil İkonum Erman

Mutluluğun Resmi ve Bir Takım Sazanlar

Şu  yazımda geçen ünlü resim bir genç çiftin daha dünyasını kararttı . Nikah davetiyesine koydukları bu dingil resmin altına bir de Abidin Dino'nun ve Nazım Hikmet'in  isimlerini yazarak farkında olmadan yiyemeyecekleri mamaların altına yattılar. Ama daha da fenası, susup utanacakları yerde bir de Abidin Dino'dan özür dilemişler. Abidin Dino ben 18 yaşındayken öldü gençler. Susun artık n'olur. Bu arada bu resmi yapan sanatçının adı da "Dianne Dengel"miş gazetelerin yazdığına göre. Onun da allah belasını versin diyorum! Hayır demiyorum. "Nazım Hikmet Abidin Dino'ya mutluluğun resmini yapabilir misin demiş, Abidin Dino da bu resmi yapmış" saçmalığını çıkaran kişi, senin allah bin bir türlü belanı versin. Hayatla ilgili tek derdi üremek, huzur, mutluluk, pembişlik olan mallar, sizin de, -bu şarkı grup Anemi'den sizlere geliyor- ta amınıza koyayım!

YASTAYIM

Kültür Hizmeti

Ziad Rahbani Lübnanlı büyük bir müzik adamı. Ben babanın sesini ve tavrını çok sevdim. Sizin de hayatınıza yeni bir renk getirsin işallah yaleppim amin. Bu şarkı da dini kendisine taraftar toplamak için kullanan politik ya da dini liderlere sesleniyor. Bizimkilere gelsin anasını satayım! "Ben Kafir Değilim" I'm not a heathen, but hunger is heathen I'm not a heathen, but disease is heathen I'm not a heathen, but poverty is heathen And humiliation is heathen I'm not a heathen, but what do you want me to do for you When, all things heathen combine within me I'm not a heathen Those who pray on Sunday And those who pray on Friday Keep plowing us throughout the week Just imagine he's the one who said he's religious and  I'm  the heathen Take another look at the holy books Take another look at the word of God I'm not a heathen I'm not a heathen, but the country is heathen I'm stuck in my home

Tayland ve Kamboçya üstüne, bir buçuk yılı aşkın zamandan sonra

Müge Vorçistırşayrın şu yazısından sonra hatırladım, Tayland ve Kamboçya üzerine yazdıklarıma baktım tekrardan şu , şu  ve şu  yazıları yazmışım da şu fotoğrafı koymamışım. Ben bunu Tayland'da sabah kahvaltısı olarak yedim. Nasıl ki Barcelona'ya gitmek ve Gaudi görmek insanın kafasını farklı çalıştırmasını sağlıyorsa, Tayland'a gitmek ve sabah kahvaltısında kiremit rengi sıcak soya sütüyle tapyoka pudingli sandviç yemek de o kafayı aynı derecede farklı çalıştırıyor. Özledim be!

Yerli Ejderha

Kızımın Maceraları

Mahur Beste

Fizy'den Mahur Beste'yi dinlerken aklıma geldi de, benim hiç Müjgan diye arkadaşım olmadı. İçinde J harfi olan isimlere ayrı bir sevgim, saygım vardır zaten ama Müjgan'ın yeri ayrı. Aranızda hiç Müjgan var mı? Arkadaş olsak onunla. Mahur beste çalınca ağlaşsak karşılıklı? İçinde J geçen başka hangi isimler var bu arada? Jale, Jülide, Müjde (Janset Jülyet onları saymıyorum) Nejat var erkeklerden. Başka aklıma gelmedi, var mı bilen hatırlayan? edit: Burju SıdqıSıyrıque'dan Tijen ve Nejdet geldiler efenim Ojuz'da Ojuz'un nesi kötü annamıyorum ki diyerek katıldılar :) edit 2: Baskıyı durdurun! Ceren'den çok önemli bir ekleme geldi! Ajda! Bu nasıl unutulur, nasıl ilk akla gelenlerden olmaz! Halbuki en çok duyduğumuz J'li isimdir herhalde kendileri. Bravo Ceren. edit 3: Akşam baskısına girin! JoA'dan Tanju geldi. Var mı başka arttıran? edit 4: İhale JoA'da kalmak üzere. Tanju, Ejder ve Ajdar'la fırtına gibi bir giriş yaptı JoA. Jidden

Yassah

DİKKAT DİKKAT! DİŞ YA DA DIŞ KELİMELERİNİ DÜŞE ÇEVİREREK YAPILAN HER TÜRLÜ KELİME OYUNU İKİNCİ BİR EMRE KADAR YASAKLANMIŞTIR. DÜŞİŞLERİ BAKANLIĞI, DÜŞ HEKİMİ GİBİ HEDE HÖDÖLERİ LÜTFEN NAFTALİNLEYİP POŞETLEYİP TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE ATINIZ. SABAH ALTIDAN SONRA ATILAN ÇÖPLER İÇİN CEZA KESİLECEKTİR.  BİZ TAŞAK KELİMESİNİN YERİNE AŞK KOYUP KELİME OYUNU YAPIYOR MUYUZ? AŞK OĞLANI YA DA AYLAK BAKKAL AŞK TARTAR FİLAN GİBİ? YAPMIYORUZ. O ZAMAN SİZ DE YAPMAYIN ANNEM. BIRAKIN BUNLARI. 

Pis Dalan

Ya valde çaktı Ya da peder Bize yalnızlığın ilk mührünü Mahalle maçında topu ıskalamaktı İkinci sıçışımız Darbeden sonra büyüdük Hiç günahımız yokken Öpemediğimiz kızları hep başkaları öptü İşin kötüsü Öptüğümüz kızlardan yedik Son tekmeyi İnsan yalnızlığa alışmamalı Götünde yer ediyor adamın Akraba kabilinden, sürekli ev arkadaşı Evlensen de orda Boşansan da Boşalsan da Üstelik kira da ödemez itoğlu it Üstelik bütün rakıyı o içer Üstelik senin gözyaşını o döker Üstelik en şerefsiz şarkıyı o bulur getirir. Hiç gerek yokken üstelik Yapılacak onca iş Yazılacak onca yazı varken Hem Mudi Bluz’dan bulur getirir Hem dalar derinlerine adamın ordan getirir. İyi dalar bir de pis! Dipte, balçıkta ne kadar paslı çivi varsa çıkarır Hiç kimse yokken etrafta Ellerinin ayasına çakı çakıverir Bir çözümü yok mu bokun Uyuyor mu İsviçreli bilim adamları Ve Norveçli balıkçılar? Sen İsviçreli bilim adamları Ve Norveçli balıkçılar Yalnız değil mi sanıyorsun?

Yakışıklı

Türk şiirinin yakışıklısı 48 yıl önce bugün öldü. Onu ilk defa ne zaman, nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Ama çok okudum. Şiirlerinden bazıları hala ezberimdedir. Bazen çalışırken, yorulmuşken üstelik, derin bir nefes verip "Sevdalınız komünisttir, on yıldan beri hapistir, yatar Bursa kalesinde" derim hiç nedensiz. Türkçe kadar zor bir dilden böylesine büyük bir şiir çıkarabilmiş az şair var. Bazen hayat büyük bir yeteneği büyük bir amaç ve büyük bir dramla birleştiriyor. İşte o zaman ortaya böyle yakışıklı adamlar çıkıyor. Türkçe bildiğime, anadilimin Türkçe olmasına şükretmeme sebep olan adamların başında gelen yakışıklının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyor ve yirmi küsur yıl önce ilk okuduğumda da tüylerimi diken diken eden bir şiiriyle sizleri baş başa bırakıyorum sayın TRT izleyicileri. Uzaktaki şehrimin damları üzerinden ve Marmara denizinin dibinden geçip sonbahar topraklarını aşarak                                  olgun ve ıslak                      

Narin Gülle

uzaktan pütürlü demir yakından muhallebi çocuğu, narin gülle muhallebi çocuğu bile değil. zerde. tefe konmaktan korkmaz topa konmaktan korktuğu kadar baruttan bir iz üflesen dağılır ama iz işte. kaldı mı kalır. yunaytıd kalır mençıstır kalır narin gülle gider. barudun davudi sesiyle havada üç takla sonra en yumuşak haliyle kale kapısına yapışır. diyeceksin patladı mı hiç? duyduk mu Ramazan’da filan? yok! ne zarar verdi ki başkasına... halbuki çok çalıştı bu mevzuda (mevzu olsa mevzu da) sık kendini lan, güllesin sen! alem korksun şehvetinin gücünden! ama nerdee… gün batarken aynada defalarca nefret etti kendinden sen var ya sen! narin bir güllesin! hızlı yaşamadın genç öl bari  olsun narin bir gül,  leşin

Karanlık Bağlamacı!

Meymi'nin Maceraları-2

Üstadın Maceraları-2

yorumsuz

Bu video kullanıcısı tarafından kaldırılmış. Reklamda bir Amerikalı, bir İngiliz bir Japon ve bir Türk oturuyorlar. Amerikalı laptopu, İngiliz LCD'yi Japon da kamerayı (ürünlerin sıralamasını attım böyle olmayabilir) icat ettiklerini söylüyor. Türk de böbürlenerek üç saniyede bir onu reklamı yapılan mağazada sattıklarını söylüyor. Olayımız bu zaten bizim. Reklamı internetten bulursam bu yazıyı silip yerine görüntüyü koyacağım. 

Özür Mektubu

Şu yazıda kendisine temiz bok atmıştım. O zamanlar Blek Sıvan Aronofksi'nin kafasında vitamindi büyük ihtimalle. Ama sonra gerçek oldu. Beni de göt etti çok afedersin. O ne biçim bir performanstı öyle be! Helal olsun sana Natalya Portmanto! Not: Gerçi Skarlet mi Natali mi dersen "Ölene kadar Skarlet ulan!" derim ama o ayrı bu ayrı. 

Üstadın Çırağı

Rambo'nun Asistanı

Test

Aşağıdakilerden hangisi bir seks objesi değildir: a) Damacana b) Rulman c) Eşek d) Üç buçuk aylık bebek e) Öz ya da üvey kızın ya da oğlun ya f) Köpek g) Sokakta gördüğün herhangi bir kadın ğ) Turist h) Gelinlik giyerek otostop yapan İtalyan sanatçı ı) Arkadaşının/akrabanın daha ergenliğe bile girmemiş kızı ya da oğlu i) bitmiyo ki anasını satayım! bitmiyo ki!

Emek'in Çileli Hayatı

Maya'nın Maceraları-2

Dalgıcın Dilemması

Erçin Washington

Üstadın Maceraları

Maya'nın Maceraları

Meymi'nin Maceraları

bu arada 40 bini geçmemi sağlayan bütün kahve falında mevlana arayıcılarına ve siz sevgili takibatçılarıma teşekkürü bir borç bilirim. Ugh!
Bugünlerde buraya bir şey yazmıyorum. Farkındayım. Bugünlerde çok fazla şey yazıyorum. Çok fazla şeyi bir arada düşünüyorum ondan buraya ne vakit ne de güç kalıyor. Bir de şu var tabi, her yerde, her alanda olduğu gibi burada da bir rolü oynamak zorunda olduğumu farkettim. Burada da bir maskem var ve bugünlerde o maskeyi takasım yok. Olanlardan sadece kendim sorumluyum. Devlet büyüklerimin affını dilerim. Ama biraz önce tuvalette aklıma gelen bir mesel var onu da paylaşmadan etmeyeyim Üzerinde Yeşil Dev Hulk'un yüzü olan bir donum var. H&M'in biz götü çocuk kalmış erkeklere müthiş bir hizmeti bu çizgi roman karakterli donlar. Bu donu Budapeşte H&M'den almıştım. Biraz önce etiketine baktım "Made in China" yazıyordu. Hulk'un ağır takipçisi değilimdir ama süper kahramanlık kariyerinin bir yerinde kızıl Çinlilerle karşı karşıya gelmiş olması ihtimali yüksek. Şimdiyse üzerinde onun resmi olan bir iç çamaşırı Çin'de üretilip Macaristan'da satılıy

Robinson Crusoe'nun Günlüğü-3

Sevgili ülkem, pardon günlük Ülkemden ayrı geçen günler kendimi kaybetmeme sebep oldu artık. Sabah kalkıyorum, yastık niyetine kullandığım ağaç kütüğüne "Günaydın sevgili ülkem, nasıl iyi uyudun mu dün gece?" diyorum. Çişimi yapmak için denize giriyorum, balıklar toplaşıyor, "Günaydın sevgili ülkelerim, ne yediniz bakalım kahvaltıda" diyorum. Bu artık özlemenin ötesine geçti, kara sevda oldu artık bu...  Kahvaltı demişken hindistan cevizi sütünden tulum peyniri çalışmaları iyi gitmiyor. Ne yaparsam yapayım o kahrolası hindistan cevizi tadını ayıramıyorum sütten. Paskal adanın derinliklerinde keçiler gördüğünü söyledi. Ama çok inanamıyorsun ki bu herife. Geçen gün de adanın derinliklerinde iki kutup ayısını çiftleşirken gördüğünü iddia ediyordu. Ondan önce de "Adanın derinliklerinde sığınak gibi bir herif var, İskoç aksanıyla konuşuyor. Üç saatte bir bir kod giriyor makinaya." diyordu. Şimdi ben nasıl inanayım ki buna. Her ne kadar ülkemi çok sevse de -be

Robinson Crusoe'nun Günlüğü-2

Sevgili günlük Bugün gene gözyaşları içinde uyandım. Seçim geldi aklıma, ülkem seçime gidecek. Peki ben orada olacak mıyım? Ülkemin geleceğine katkıda bulunabilecek miyim? Gerçi gelmeden evde bizim yeğenin boya kalemleriyle hazırladım oy pusulamı, en sevdiğim partime vurdum mührümü, zarfı yaladım yuttum, sonra çıkardım verdim anama. “Anam!” dedim “Garip anam, yiğit anam, çilekeş anam! Olur da o günden önce ölürsem ya da elenemezsem o kutsal günden önce, dönemezsem ülkeme, beyaz gelinlik giydir ülkeme, kırmızı kuşağını bağla beline. Ne de olsa düğün günüdür ülkemin o gün! Sandıklarca çeyizi olacak o gün ülkemin. Deste deste oy çıkacak bizim damada! Ha bu arada benim zarfı da unutma, araya sıkıştırıver canım annem!” Paskal geldi o sırada “Libadiye neresi?”diye sordu. “Neden?” dedim. Orada oy kullanacakmış Paskal. Kolay gidiliyor muymuş? Zorsa gitmeyecekmiş. Sert çıktım, tavır yaptım. “Değil Libadiye Fizan’da olsa kullanılacak o oy Paskal efendi!” dedim. Boynunu eğip bir af dilemesi vardı

Robinson Crusoe'nun Günlüğü

Sevgili günlük, Ülkemden ayrı geçirdiğim bu ilk günün yalnızlığını seninle paylaşmak istedim. Çok acı günlük. Çok acıııııı! Havaalanında pasaport kontrolünden geçerken arkamdan el sallıyordu. Bir kova su döktü arkamdan, gözyaşları kovaya damladı, gördüm. “Ağlama” dedim. “Ağlam ülkem! Bu ayrılık bir son değil. Geri döneceğim, birlikte el ele kırlara koşacağız seninle! Dönmezsem! Dönmezsem eğer! Bir gün sana dönmeden ölürsem! Gözlerim açık gider canım ülkem!” dedim. Akşam Paskal’a anlattım ülkeme olan özlemimi. Paskal’ın da gözleri doldu inanır mısın? “Hadi senin bir ülken var, ben ne yapayım? Epinay-sur-Seine diye bir yerde doğmuşum, daha adını doğru dürüst telafuz edemiyorum. Ben ne yapayım!” diyerek iyice sarstı beni. Bir ara gene eli şortun içine sokacak diye korkmadım değil. Ama ağlayarak uzaklaşırken “Rakı yok mu ulan bu adada!” diye bağırışını görünce rahatladım. Paskal bizden, Paskal can, Paskal yiğit, Paskal ya

MASAYA BAK .MINA KOYİM!

BU NE PİÇİM MASA ULAN BÖYLE! ŞİPİLBÖRG, SKORSESE, DE PALMA, LUKAS, VE KOPOLA! RAKI İÇİLİR O MASADA RAKIII! AMA SİZ NERDEN BİLECEKSİNİZ! HIH! MUNDAR!

Beyrut Notları

Kaçmak ve rahatlamak için geldim ama bu sefer ne kaçabildim ne rahatladım Beyrut kafası çok karışık bir şehir. O yüzden seviyorum burayı Alışveriş merkezinde babası Mardinli Abdulhamit’le turkce konutsum. Askerliğini Kirklareli’de yapmış buyurun bakalım... Hamra kafedeki garsonum Mahmud’un ataları Türk cıktı, defterdar ve bayraktarmışlar. Ayrıca nargile kömürcüsü Suriyeli Hasan da Kamışlı’dan Nusaybin’e geçermiş eskiden Aşrafiye’deki Abc alışveriş merkezinin çatısında yemek yerken yandaki küf tutmuş apartmanın dairelerinden birisindeymiş gibi hissedebiliyorsunuz kendinizi Suriyeli bir kelime İngilizce bilen taksiciye Türk olduğumu söyleyince ilk söylediği “Polat Alemdar” oldu yıkıldım Kafe Hamra’da özel Kafe Hamra aromalı nargile içiniz, ben ki nargile sevmem müptelası oldum, bir de hakkini vererek nargile içmenin meditatif bir yani var, yalnız olacaksın, iki saat boyunca nargileyi somuracaksın başka bir âleme gidip dönüyor insan Caddeden gecen on arabadan birinde mutla

moralim bozuldu

ben muz etiketi kolleksiyonu yapıyorum. muzların üstünde bulunan etiketleri itinayla söküp lisede kütüphaneden çaldığım bir şiir kitabının ön sayfasına yapıştırıyorum. bugüne kadar 50 kadar farklı muz etiketi biriktirmiştim. fakat zevcem sabah bu linki gönderdi bana kadın 10.000'in üzerinde muz etiketi biriktirmiş... çok moralim bozukh... biğ de limki koysaymışım iyi olacakmış tabi :) şimdi koydum

YİMMİBİR

20. yüzyılı bitiriyor olmak: Bir Jules Verne romanının son sayfalarını okumak. Ve 21’e ait bir manşet: Paris’te bir tavan arasında Jules Verne’in hiç yayımlanmamış bir romanının elyazmaları bulundu… 20. yüzyılı bitiriyor olmak: Galaksinin anlamsız bir yerinde kendini tüketen yıldızın, yirmi yüzyıl önce saldığı ışığın, yirmi yüzyıl sonra gözlerine değdiğini bilmek. Evrenin bokböcüğü dünyanın içindeki altı milyar küsur hücreden biri olmak ve “Üniversite mezunu, İngilizce, Fransızca, Almanca dillerinden en az birine vakıf, (baylar için) askerlikle ilişiği olmayan, insan ilişkilerinde uyumlu, tuttuğunu koparan, ani sorunlara pratik çözümler üretebilen, tercihen Windows ve Excel kullanabilen yönetici adayları” olmak demek… 20. yüzyılı bitiriyor olmak: Atomu star yapmak ve “Starların özel yaşamı yoktur” ilkesini uygulamak. Aperatif olarak Molotof Kokteylimizi tavsiye ederim. Ara sıcaklarımızdan Hardal Gazı baştan çıkarıcı kokusuyla mükemmeldir. Son olarak Uranyum çekirdeklerimizden çıtlat

SİS GÜNLERİNDE İSTANBUL

Sis günlerinde İstanbul iki ayrı adaya döner. Bilinmeze varlığından yorgun vapurlar gider ve pantolonunun paçalarını çoraplarına sokmuş çöpçüler bile sisi süpüremezler. Sis günlerinde İstanbul dededen kalma biz Bizans lahitine benzer. İçinde yağmalanmış bir mübaşir gölgesinin uyuduğu kâgir ve küflü bir lahit. Sis günlerinde İstanbul’un camileri ve kışlaları ve konaklarında kaytan bıyıklı bir ittihatçı adaleti kol gezer. Ve cazbandın sesini beyaz memeli Beyaz Rus kadınların hüznü tütsüler. Sis günlerinde İstanbul’a Marmara’dan işgal gemileri girer. “Torpidoları, kruvazörleri ve dretnotlarıyla yirmi iki İngiliz, on iki Fransız, on yedi İtalyan, dört Yunan gemisi” korkunç ve karanlık köpekbalıkları gibi boğazın böğrüne demirler. Sis günlerinde İstanbul kimsenin dinlemediğini bile bile İstanbul’a anlatır meramını. Sis günlerinde İstanbul deyip de Tevfik Fikret dememek olmaz: Tevfik Fikret.

SAHİBİNDEN SATILIK İLAN-I AŞK

Çınar yaprakları martı sesleri çıkararak ebedi pikelerini yaparken sarattıkları toprağa doğru, Yağmur eğimin çekimine kaptırıp kendini iniyordu Dolmabahçe’ye; Yankiler’i kovmaya koşan 68’lilerin ayak izlerinde. Ben ağzımda bir Yahudi ezgisi, uçar adım seni çiziyordum beynimin karakalemiyle el yapımı kırkbeşlik bir mahşere En yaman körükleri, eritirken en büyük Ergenekon’unu benliğimin, bir olmaz’dan daha –maz düşüyordu. Çinekop akınını ve yatsı namazını müteakip, Bastille’in alınışı gibi –ne garip- Ben sana ilk defa âşık oluyordum. Sen kıvırcık ve mazili, üşüyüp durdukça boğaza nazır; sanki ömrümün ilk Ortaköyüymüş gibi çarpılıyor; Dolunay’dan Dulcinea manzaraları kazanıyordum. Bitmiş bir aşkı anlatırken dilim ezberden, parmaklarından çekemeden Orta Asya’lı gözlerimi –ne garip- Ben sana ilk defa âşık oluyordum. “Flaubert” diyordun. “Mevlana”, ve “Tandır Ekmeği” ve hatta “Kızılırmak” Ağzına en çok yakışan kelimeydi “Küstahlaşmak”. Olgun bir elmanın yere değişiydi sesin. Ve s

MEKTUP

Burada olsaydın yumurta kırardım sana. Yemek olsun diye değil de, işte… Telaşımı seyrederdin; ondan. Bir de yumurtayı yanlış söylememe gülersin. Gülüşünü görürdüm belki. Bir şişe beyaz şarap saklıyorum yıllardır, onu açardım. Mantarına günün anlam ve önemini yazardım. Sofrayı hazırlardım heyecandan parmaklarım bükülerek. Salatayı yaparken, zeytinyağına bir damla alçak gözyaşı sarkıtırdım, kendimi tutamayıp. Sen görmezdin. Ellerini yıkamaya gitmiş olurdun çünkü o sıra. Temiz kadınsındır neme lazım. Mutfaktan çıkınca sen, bir an dünyada yapayalnız kaldığımı sanırdım. Sonra gelir, salatayı alır, masaya koyardın. Ardından bakakalırdım, gölgenin uzayıp ayaklarıma değişini seyrederdim. Bildiğim tüm aşk mısralarını dizerdim gölgene. Artık kimseye söyleyemediğim mısraları… Ve sen yokken biriktirdiklerimi. Sonra karşılıklı otururduk masaya. Benim yumurta demeye bile mecalim kalmazdı. Susardık birlikte. Salatanın zeytinleriyle oynaştırırdık çatallarımızı. Ve birbirimize bakamadan yudumlardık

MABEDİN MERDİVENLERİNDE

Hangi üç harf aşk kadar çok şey anlatır? Mahpustakine gök, Aça çöp, Rapunzel’e saç, Köre ses, Bektaşi’ye mey, Mevlevi’ye ney, Eşkıyaya dağ, Ağaca kök, Katile kan, Tutkuna ten, Bana sen. Senin tenine tutkun bir adamım ben.

GECENİN SON OTOBÜSÜ

Gecenin son otobüsü on iki gibi kalkar ve evime götürür beni. Bezgin bir şöför “Ölsem de kurtulsam” der gibi keskin bir hızla kat eder mesafeleri. Sarsıntılı frenlerle belirlenir duraklar. Sarhoşlar ön koltuğun tutunma demirlerine çarparak uyanır. Bütün akşam ev taşımış hamallar ağır ter kokularını bindirir otobüse. Azgelişmiş yaşamımızın bir isimsiz tanrıları… Güneşli zamanların, altın tenli, mağrur, az bulunur Hint Prensleri; soğuk ve ıslak günlerin, yer altı kahvelerinde sigara, çay ve zaman tüketen unutulmuş Yunan heykelleri… Bir mekandan bir başkasına, ince bedenlerinin korkunç gücüyle taşırlar küçük dünyalarımızı: Koltuk takımları, gardolaplar, etajerler, berjerler, zigonlar, tuvalet masaları ve ilkel kabilelerin dillerinden Türkçe’ye girdiğini düşündüğüm daha bir sürü acayip isimli anlamsız nesne, ve tabi üstlerine örtülecek tozlu dantel işleri… Boş koltuklara oturup tam karşılarındaki genç kızların çırpı bacaklarına bakarlar çaktırmadan. Kızlar bazen acımasız bakışlarıyla si

DEPRESİF KARAKTERLİ BİR İÇ DÖKME-2

Sen onurlu bir ölümü düşünürken ve kendi heykellerini dikerken boş meydanlara, biz dağdeviren tabancalarla dağlıyorduk artık hiçbir şeyi kaldırmayan beynimizi bok çukurlarında. Sen acısız bir ölümü düşünürken ve ecza ilmini hatmederken, biz kim bilir kaçıncı kere veriyorduk boynumuzu emektar İngiliz sicimine, boş otel odalarının küf kokan karanlığında. Sen sade bir ölümü düşünürken ve yas çiçekleriyle süslerken cenazeni, biz çevirip gözlerimizi dolunaya salıveriyorduk kendimizi betonla sonlana kısacık bir boşluğa. Sen “Alaska’da yanarak ölmek!” diye sayıklarken ve alevlere kimlik sorarken, biz hiç yaşamamış adamlara yazıyorduk son mektubumuzu, kanımızla. Sen destansı bir ölümü düşünürken ve televizyonlarla naklen yayın anlaşmaları yaparken, biz kimyevi naralar atarak yiyorduk bir boka benzemeyen başyapıtımızın peliküllerini. Sen “en azından son bir kez sevişmeli ölmeden önce” diye düşünürken, biz kendimizi yakmaya çalışıyorduk, bilmem kaç yüzüncü otuzbirimizle. Sen geride bıraktı