Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Pattaya Yazısına Ek

Angkor Vat'ta dolanırkene tanıştığımız yaşlı Fransız çiftin bağyan olanı 6 yıldır Phuket'te yaşadıklarını söyledi. Paris'i bırakıp gelmişler. Fransızlar da artık hiç gülmüyormuş, "eskiden sokakta birbirimize selam verirdik filan, şimdi herkes başı önünde geçip gidiyor" dedi. Böylesi bir bıkkınlık elin Fransızını tropikal iklimi gülümseyen insanlarının yanına çekebiliyorsa benim hala burda ne işim var a.q.!

Bir Pattaya'yı seversen orası dünyanın en güzel Pattaya'sıdır.

Eğer sirk seviyorsan, arızalı mekanlara ilgin varsa, parti insanıysan ya da sadece biraz delirmek istiyorsan bile… Pattaya’ya geeel Pattaya’yaaaa… Benim için sabah, insanlık için öğlen sayılabilecek bir saatte indim Bangkok’a. Suvarnabhumi havaalanının önünde yarım saat kadar taksicilerle pazarlık yaptıktan sonra birine bindim. 700 baht artık otoyol paraları. 1000 bahttan aşağı götüren yok anasını satayım. Adi, paragöz herifler filan diye geçiriyorum içimden. Henüz bahtın kaç lira olduğundan haberdar değilim. Saatte 130-140’la giderek bir buçuk saatte varıyoruz Pattaya’ya. Kardeşim söylediği gibi Carrefour’un önünde karşılıyor beni. İyi pazarlık yaptığımı söylüyorum. Sonradan aklıma geliyor sormak. Bu arada kaç para verdim ben taksiciye? 28 lira, pazarlık yapmasam 40 lira verecektim. Ulan! 12 lira için mi uğraştım ben o kadar! Hem de 150 kilometre yol gelmek için. Verirdim anasını satayım, ben bizim evden havaalanına giderken veriyorum o parayı taksiye! Ağzıma meyveciden aldığı anan

Mangia Lunga

Bundan yıllar önce bir ay kadar İtalya'nın Perugia şehrinde ikamet etmiştim. Yılların getirdiği değişimle birlikte bugün bende bıraktığı duygu "git yerleş üç ay, roman yaz anasını satayım"dır. Yüksek binaların arasında kalan dar sokaklarında yürürken Perugia'ya İtalyancalarını mükemmelleştirmeye gelmiş Koreli sopranoların okuduğu aryaları duyar insan. Bir güzel kavı vardır meydana çıkan dar girişe kıvrılmadan hemen önce sağda. Fena mekan hafızam vardır, on yıldan fazla zaman oldu oraya gitmeyeli ama bugün gidelim dolaştırırım sizi allaama. O meydana çıkmadan önceki dar kıvrımın üstünde bir lokanta vardı, hala da vardır sanıyorum. Bir pazar günü hiç unutmam, öğleden biraz önce o sokaktan meydana çıkarken uzun bir masaya yayılmış 10-15 kişilik bir arkadaş/akraba grubunun tatlı tatlı muhabbet ettiğini görmüştüm. Orda burda dolaşarak ve Perugia'nın 100 yıllık Meydan Pastanesi'nde (Adı bu değildi elbette) dünyanın en güzel tiramisusunu yiyerek geçirdiğim saatlerd

Mim geldi

Hüseyin Usta'dan  bir mim gelir bizlere, aman allah gözlere bak gözlere. Hayatımıza dair yedi şey yazılacakmış efenim. Ne bileyim, zor beah. Aslında şu yazı  bu işi baya bir halleder ama gene de bir deneyelim bakalım Uzun yıllardan beri olmam gereken yerde olmadığımı düşünüyorum, oraya ulaşmak için yaptıklarımla bir şey yapmamak arasındaki fark oldukça küçük. 9-10 yaşımdan beri, hep yaşımdan en az beş yaş olgun oldum. Hayat böyle istedi herhalde, şu günlerde kendimi kırklarımda gibi hissediyorum, ölmeden bir beş yıl önce de ölü gibi hissedeceğim, o zaman anlayacağım beş yıl içinde öleceğimi. Sık sık depresyona girerim, elim ayağım çalışmaz, eğer kendimi tamir ettirebileceğim bir teknik servise gidebiliyor olsaydım ilk önce buna baktırırdım Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde (Şaka değil, yanlış olmasın) Yalnız kalmayı severim. Bunun normalden on gün sonra doğduğum, yani içerde biraz fazla beklediğim için olduğunu düşünüyorum Bazen hapse girmek istiyorum. Hapse girme

Ben bunlara takılıyorum abicim!

Gülücük, tebessüm ve gülümseme kelimeleri minik gülme kelimeleridir. Birisi azcık bir espri yaptıysa gülücük alır, birinin aklına eskilerden güzel bir anı geldiyse mesela yüzünde tebessüm oluşur. Eğer çok gülüyorsak buna da kahkaha diyoruz. Şimdi gülücük veya tebessüm küçük gülüş isimleri, kahkaha ise büyük gülüşün ismi. Peki Türkçe'de bunların ortasında/arasında kalan bir gülmeye verilen isim nedir? Gülüş mü? Cümleyi kuramadım da ondan kafama takıldı. Polente'ye "dünyanın öbür ucunda gülücüklerinize/kahkahalarınıza sebep olabildiysem ne mutlu bana" yazmaya çalışıyorum ama ne gülücük ne de kahkaha, o orta gülme halini karşılamıyor. "Gülüşlerinize" de abes bir kullanım. Hadi bakalım! Ne diycem lan ben burda! not: işte ben bu yüzden twitter kullanamıyorum. 100 küsur harfte nasıl anlatayım lan ben bunu!

Aaa ne kadar enteresan

Kaherine Heigl, ki kendisi çok sevdiğimiz beğendiğimiz ve gelecek vadettiğini düşündüğümüz oyuncu bağyanlarımızdan, ülkemizin genç yeteneklerinden birisidir Showest ödülünü almış. Şimdi esas mesele o değil. Esas mesele ödülün kendisi. Yakından bakalım Katherine'in memelerine değil, ödüle odaklanın. Dikkatle bakın, daha dikkatle, bugünlerde etrafta gördüğünüz bir başka ödüle benziyor mu? Mesela Yeşilçam Ödüllerine? Ce eeee... Ne kadar enteresan öyle değil mi?

Hüzünlü Maymun Kumpanyası

Martılardan gençliğimin hesabını sormaya geldim mendireğe. "Yediniz ulan beni!" diyerek taş atıyordum onlara. Başkalarının kelimeleriyle oynuyordum kendi oyunumu. Şu uçan beyaz kuşa martı demeyi dedelerimizden biri bildi. "Şu"ya şu, "uçan"a uçan, "beyaz"a beyaz ve "kuş "a kuş diyen de o puşt dedelerimizden -hadi kadınların hakkını yemeyelim- o kaltak ninelerimizden biriydi zaten. Yıldızlar inatla yer değiştiriyordu. Galile (Ukalalık etme! Biz de biliyoruz tam adının Galileo Galilei olduğunu) inatla yıldızların değil dünyanın yer değiştirdiğini söylüyordu. Ben Galile'yi dövüyordum. Galile içip sarhoş oluyordu, "Ben sana ne yaptım? Niye dövüyosun ulan allahsız!" diye bağırarak ağlıyordu. Ben Galile'yi bir daha dövüyordum. Kozyatağı'ndaki evimin balkonunda oturup yıldızlı bir Bodrum akşamında aşık olacağım kızı düşünüyordum. Ama yıldızlı bir Bodrum akşamı yaşayıp yaşamayacağım, yaşasam bile yıldızlı bir Bodrum akş

Bir Şehre İstanbul Demek

"Neden karanfil yok silerinde?" deme bana. Bu akşam İstanbul'a dağıttım paramı. Kadıköy'ün yaz kış yalınayak dolaşan çingene çocuklarına dağıttım. Olmayan geleceklerinden çaldım getirdim. Dolmabahçe yokuşunun kavgacı mendilcilerine dağıttım. Telaşsız neşelerinden aldım getirdim. İstiklal'in tinercilerine dağıttım. Kimyevi hayal güçlerinden getirdim. Banliyö trenlerine bindim sonra. Ağzında kirli bir ameliyat maskesi olan pembe pijamalı, kabak kafalı oğlanı göstererek "Kızım hasta; tedavisi için gönlünüzden ne koparsa" diyen ölü köpek bakışlı kadına verdim paramdan. Danışıklı bir dövüşün rahatlığı içindeydik ikimiz de. "Abilerim, ablalarım"a dağıttım; "Şimdi Orhan Ağbimizden ‘Batsın Bu Dünya'yı söylüyorum"a dağıttım. Ve şaşarak yirmi yıl önce giden bir trende olduğuma, sana tarihi bir umutsuzluk, sana kandil simidi ve parlak kağıtlı bayram şekerleri, sana beş kiloluk çiçek yağı bidonları, "Önüne bak kız"lar ve ucuz tesp

Örtmenimizin Canı Ders Yapmak İstemediği İçin Yazdırdığı Serbest Konulu Kompozisyon

Başlık: Serbest Kompozisyon Ben bu kompozisyonumda hayal kuyuma düşen bazı konuları sizinle paylaşmak istiyorum örtmenim. En çok takıldığım şeylerden birisiyle başlamak niyet, amaç ve kararlılığında olduğumu belirterek kompozisyonuma başlamak istiyorum örtmenim. Benim en çok takıldığım şeylerden bir şey de "Ofis Çiftçinin Kara Gün Dostudur" özlü sözü örtmenim. İzmir-Alsancak'ta ve İstanbul-Haydarpaşa'da bulunmakta bulunan TMO (İnanır mısınız örtmenim ben hep bunu DMO'nun sertleşmişi sanıyordum örtmenim) silolarında -yani güvercin lokantalarında- okumayı yeni söken küçüklerimiz kolayca okuyabilsinler ve zaten okuma bilen büyüklerimiz hiç dikkat etmesinler diye dev harflerle yazılmış ve tarihe kadim -yani kadir'in yanlış yazılmışı- bir dostluğu sonsuza dek/kadar ilan etmiş yazılardan bahsediyorum örtmenim. "OFİS ÇİFTÇİNİN KARA GÜN DOSTUDUR". Doğal olarak natürel bir şekilde benim aklıma sorular geliyor örtmenim. Niye Türkiyemiz güzel ülkemizin,

Serbest Düşüş

Öncü Gençliğin "Aydınlık" sattığı bir günde girdim İstiklal'e. Midye ve simit satıyordu "Başka Gençlik". Zabıta kamyonunun arkasına atılmış kestane ocağından bir avuç kestane aldım; ne de olsa artık komün malıydı. Her akşam kestane, midye ve simit yiyen zabıta çocuklarını düşündüm. Şanslı piçler... Kapalı bir tenis kortuna girmiştim bir keresinde. Arka arkaya iki kapısı vardı. Bir kapı kapanmadan öteki asla açılmıyordu. Açabilirsen kortun kapalı hale gelmesini sağlayan büyük balonu söndürebiliyordun. Bunu yapabilene ödül vermiyorlardı tabi. Olsa olsa azarlıyorlardı o akıllı kişiyi. Belki dünya da büyük bir tensi kortuydu ve kıyamet... Ürperdim, kovdum düşüncemi aklımdan "kışt" dedim. Müthiş aylak bir gün geçirdim, çok zevkliydi tavsiye ederim. Hazırlanışı çok basit. Sabah uyanıyorsun ve hiçbir şey yapmıyorsun. Bir kaç tane kitap sattım eskiciye, biraz param oldu, komik bir yazımın fotokopisini çektirdim. Bir kahvede oturup üç dört bardak çay içti

İKAME EKONOMİSİ BİZE ÖZGÜ DEĞİLMİŞ MEĞERSEM

Bu fotoğrafı aldığım sitenin sahibi genç Anglo-Sakson kardeşim, Tayland'ın İsaan bölgesinde yaşıyormuş. Benim dikkatimi çeken şey onun da dikkatini çekmiş. Amma velakin o kartuş doldurma hadisesiyle ilk defa teşriki mesaiye girerken ben ikame ekonomisi ülkelerinden birinin vatandaşı olarak bakıyorum meseleye. Adamlar süper teknoloji geliştirmişler kardeşim. Bunu bize en az 9 saat süren Kamboçya seyahatini "Ennnn fazla 6 saat sürer!" diye kakalayan turizm acentesi sahibi gahpenin ofisinde görmüş ve tikkatle incelemiştim. Yanda görmüş olduğunuz renkli tüplerde dört renk mürekkep var. Bu mürekkeplerden birer ince hortum çıkmakta, bu hortumların birleştiği nihai noktada da bir çip var, o çipi yazıcının bir yerlerine monte ediyorlar. Kartuş doldurmaya filan gerek kalmıyor. Tüplerdeki mürekkep azalınca ekleme yapıyorsun oluyor bitiyor. Sanıyorum laser yazıcılarda yemez bu teknoloji, halihazıra bizde de varsa bu yazıyı okumamış sayabilirsiniz. Ben ilk defa gördüm helal olsun Tha

Yimmibir

20. yüzyılı bitiriyor olmak: Bir Jules Vernes romanının son sayfalarını okumak. Ve yimmibire ait bir manşet: Paris'te bir tavanarasında Jules Vernes'in hiç yayımlanmamış bir romanının elyazmaları bulundu. 20. yüzyılı bitiriyor olmak: Galaksinin anlamsız bir yerinde kendini tüketen yıldızın, yirmi yüzyıl önce saldığı ışığın, yirmi yüzyıl sonra gözlerine değdiğini bilmek. Evrenin bokböcüğü dünyanın içindeki altı milyar küsur hücreden biri olmak ve "Üniversite mezunu, İngilizce, Fransızca, Almanca dillerinden en az birine vakıf, (baylar için) askerlikle ilişiği olmayan, insan ilişkilerinde uyumlu, tuttuğunu koparan, ani sorunlara pratik çözümler üretebilen, tercihan Windows ve Excel kullanabilen yönetici adayları" olmak demek. 20. yüzyılı bitiriyor olmak: Atomu star yapmak ve "Starların özel yaşamı yoktur" ilkesini uygulamak. Aperatif olarak Molotof Kokteylimizi tavsiye ederim. Ara sıcaklarımızdan Hardal Gazı baştan çıkarıcı kokusuyla mükemmeldir. Son olara

Guiseppe'nin Hasbıhali

Gecenin bütün müstahkem mevkileri ele geçirdiği bir saatteyim. Günışığı tüm cephelerde yenik. Bir yerlerde gücünü topluyor. Top mermileri taşıtıyor köylü kadınlara ve onbeşlik şarapnelin koynunda çocuklar uyuyor. Bense işgal ordularını bekleyen bir Rum kadar hain ve mutluyum. Her halükarda sabahın olacağını bilmezlikten gelerek geçiyor zamanım. Ne diyordu ünlü İtalyan şair Guiseppe D'arranciata 2.Dünya savaşından hemen sonra: Eskiden muhteşem hakimiyetinden Yıldızları göremediğim belediye sarayının Yıkıntıları üstünden seyrediyorum Tüm gölgelerini Ay’ın. İtalyan edebiyatının bu en tanınmamış, en gizli kalmış, hatta İtalyanlar tarafından bile tanınmayan ve hatta hiç yaşamamış ya da en azından biraz önce ismi doğan şairi, ben olmasaydım var olmayacaktı. Ve sana, bana ve evrendeki her şeye iğrenç bir Paranoyum Matrixum (Ulan Acaba?) virüsü bulaştırmayacaktı. Belki de baba tarafından Kars'lıydı Guiseppe, gizli din ve homoseksüellik taşıyordu. Tuvalette herkesten gizli ku

Boyacı Çocukla Haylazlığımızın Hikayesidir

Martıların uçmaktan yorulduğu bir gündü- İstanbul kardan kaçırabildiği kadarıyla yaşıyordu bu mart gününü. Yalnızdım; yaşamla bağlarımın koparıldığını hissediyordum; oldukça hırpalandığımı seziyordum, ama bütün bunlar, beynimin dehlizlerinde keskin bir duman gibi geziyordu sadece. Martılar dalgakırana, birden başlayan karın hayatta kalabilen bir avuç taneciği gibi serpilmişlerdi. Şehir olabildiğince kabuğuna çekilmişti ve insanlar her zamankinden daha hızlı koşturuyorlardı kendilerini bekleyen sıcak evlerine. Kadıköy'ün iç parçalayan çingene dilencileri bile bu soğukta çıplak ayak yürümeye cesaret edememişlerdi; tezgahtaki balıklar dahi donmuştu. Zamana mekana ya da kişiye bağlı kalmadan yürüyordum ki birden karşıma bir boyacı çocuk çıkıverdi: "Boyıyalım mı ağbi?" dedi. "Gel lan" dedim. "Boyayalım." Minibüslerin pençe sesli kornalarını boyadık ilkin; miyav bile diyemez oldular. Devlet dairelerinin kapılarını kırdık, salaş meyhanelere boyadık

Suskun Bir Soru İşaretiyim Kulağıma Sürekli Dil Atan Bu Oğlancı Şehrin İmla Kılavuzunda

Doğru; farelerinle konuşan bendim. Çünkü yanıp tutuşuyordum iç organlarını görmek için ve dehlizlerinde kemirilen maceraperest iskeletlere derinden benzerdim. Doğru; hayaletlerine rehberlik eden de bendim. Topkapı Sarayı'ndaki samuray hayaletine çocukluğumun "Şogun"unu anlattım ve Karacaahmet'te köşe bucak kovaladım Neyzen'in mezarını arayan Miles Davis'i. Hiç kimseler bilmez ne faydalı hizmetler verdiğimi, el ayak çekilince Harem'e girmeye çalışan otobüs ölülerini geri gönderdiğimi. Doğru; eskicilerine on mandal karşılığı mısralar satan bendim ve Osmanlı duvarlarının yağmur deliklerini şiirle tıkayan. Doğru; "hiçbir yer"inde dolaşmadayken kaybolmamak için her adımda bir parçamı bırakan bendim isimsiz sokaklarına. Belki de işiyordum bilmiyorum. Ve sen steril hıçkırıklara boğuluyordun o sırada, histerik kahkahalar atıyordun belki de... Bilmiyorum. Doğru; damlarına oturup şifa niyetine ağlayan bendim. Çünkü kanatlanıp çıkınca arşa, aslında

Taylanda Gittim Ben-1

Uzun uzun yazmak için yeteri kadar toplayamadım kafamı. Baktım ki beklerken ara uzuyor, gördüklerim, düşündüklerim soğumaya başlamış, defterime aldığım notları geçeyim dedim bari, bazılarını uzatırım da hem. Aşağıdaki gibidir efenim Bana Dubai turunu satan genç bizim için çok dua ettiklerini söyledi Pakistan'da. Çocuklar bile Türkiye'nin Dünya Kupasına gitmesi için geceleri dua etmişler. Bu ülkenin enteresan bir etkisi var yakın ve uzak çevresinde. Geçtiğimiz Avrupa Kupası'ndan kalma bir not var telefonumda, o zamandan beri saklıyordum, Türkiye-Hırvatistan maçından sonra Mostar'da Boşnaklarla Hırvatlar arasından feci kavga çıkmış. Yaralılar filan. Boşnaklar büyük ihtimalle "nasıl koduk sizeee!" yaptılar o dönem. Özgüvenini henüz kazanamamış, ekonomik ya da politik düzenini bir türlü tam olarak sağlayamamış ya da hala dünyanın geri kalanına kapalı çevre ülkelerin dönüp baktıkları model Türkiye oluyor. Bizim kendi sarsıntılarımı, açmazlarımız, krizlerimi onlar

Replikas 2

Bir dağ yankısı büyüyor içimde. Sayıların sayılamayacak kadar çok olduğu akışkan uzayda her an, tekrarsız saltanatını yaşıyor bizden habersiz. Ciddi bir ana rahmine dönme sendromu sızlıyor leğen kemiğimde. BEN BAŞTAN BAŞLAMAK İSTİYORUM Zaman sessiz ve derinden, diyalektik diyalektik bitiriyor işimizi. Ve hiç beklenmedik bir anda “herkesin elindeki kendine girsin" durumuyla başbaşa bırakıyor bizi: Ölüveriyoruz. ARANIZDA AZRAİL'LE AYNI KÖYDEN OLAN VAR MI? Galiba alt dudağım kanıyor. Yüzümün Mezopotamya ovası, en Güney Lübnan yerinden, hiç utanmadan kanıyor. Uykumda kanatmışımdır kendimi. Rüyamda kurtkadınlarla sevişirken, kurtkadınlar altımda en Asena hallerinde kıvranırken ısırmış, kanatmışımdır. BİLMİYORUM. Türk filmi replikleri ve içi boşaltılmış yengeç kabukları biriktiriyorum arşiv memuru hayatıma, ben olmasam bu hayatın kaydını kim tutacak ulan! Tam ortasına tükürmekle yetiniyorum içimdeki kunduz karanlığının. BENİ HANGİNİZ AYA GÖNDERİR DURMUŞ BİR SAATİN ZEMB

-Q- Klavyeye Övgü

Güneş batmıştı ve biz geride bıraktıklarıyla yetiniyorduk. Akşamın en güzel rengiydi geride kalan; ölüme en yakışan renkti. Alkolikler bu renkte asarlardı kendilerini. Ve belki otuz yıl sonra intihar manyağı birer alkolik olacak onaltı yaşında ergenler ilk dublelerini bu saatte içerlerdi. Şehrin arka sokağı uyanırdı, gece bekçileri, orospular, vampir sokak köpekleri, sabahçı taksiciler uyanırdı. Bir kamu kuruluşunda mesai dolduran saçlarını topuz yapmış İstanbul eve girer; hırsız, konsomatris, travesti İstanbul, ikinci sınıf sarı bir perukla çıkardı mesaiye. Sokak ortasında öpüşmenin ve soyu tükenen konakların kuytu bahçelerinde dolunaya rağmen sevişmenin yasak olmadığı şehri sevdik biz. En şaraplı zamanlarımızda, kediler çöp kenarlarına atılmış düşükleri ve tamamlanmamış şiirleri yerken, cami duvarlarına işedik ecele inat. Parklardan sarı menekşeler çaldık rüyasının en tatlı yerinde menekşe kokuları alsın diye sevgilimiz. Hafız Burhan'ın hala Boğaz’da dalgalanan gazelini duyabi

Replikas

Kelimelerin düşük yaptığı karanlık sokak içlerinde sarhoşlar uyuklayan köpeklerin üstüne kusuyor. Gece yıldızlı ve uyuz Soyuzlar dört dönmede semada. Dolmabahçe sarayındaki bir çini sobadan kalkan toz tanesi Sivis Hoteli protesto eden bir yele takılıp Gümüşsuyu üzerinden uçarak alnıma konuyor. "...şehrimin damları üzerinden ve Marmara denizinin dibinden geçip" bozkıra yayılıyor sesim; karla kaplı toprakta postal izleri buluyor. Bir de ay halindeyse gece, inceden, pedsiz, kanıyorsa; onca gürültünün ortasında bile Akdeniz'de uyuyan izmaritlerin sesini duyabiliyorum. Düşüncelerimi toplayamıyorum, kollarım iki yana sarkmış, kendimi başaşağı asılarak cezalandırılan bir yarasa gibi hissediyorum. Ne anlamsız ceza, ne anlamsız cümle... Hayat başlı başına bir Öner Seyfeddin tuzağı haline gelecek kendimi tutmasam. Yaşadığım her cümlede o kara saçlı topaç çocuk gibi ağlayacağım. Sahi nerede şimdi o çocuk? Kabarmalar ve soğumalarla, dev bir nabız gibi atıyor kentsoylu bataklı

Masal Masal İçinde

Zaman zaman içinde, saplar saman içinde, dedeler sazda, gençler namazda iken, pireler masal anlatır, develer uyurmuş, develer anlatır, pireler büyürmüş. Danalar ot yeyip kafayı bulurmuş. Bostancılar lahanaya tekme atarmış, lahanalar durmadan ağlarmış. Berberler kulak kesip burun biçer iken, tellallar grup kurup rock yapar iken, ben anamı beşiğinde babam ile iş üstünde basar iken, bazı belediyeler ağaç kesmez, bazı kediler vejetaryen imiş.

Casablanca Musikisi

Bir daha çal Sam. Tekrar çal. Bakma postallarımın parıldayan S.S.liğine. Beyaz smokinimiz vaadı da biz mi giymedik. Benim ruhum Rick be gülüm... Sen yeter ki çal. Bir daha çal Sam. Tekrar çal. Dünyada onca meyhane, onca bar varken neden benim yüreğim... Onun için çaldın şimdi de benim için çal. Bir daha çal Sam. Tekrar çal. İnceden bir taksim geç Casablanca makamından. Dünyanın en Arapsız Arap şehridir filmim. Değil mi ki bu filmin yıldızı benim, bana dumanlı bir rebet şarkısı çal. Bir daha çal Sam. Tekrar çal. Single Barrel Maltla hadım ediyorum damıtamadığım acılarımı. Birlikte bir Paris görmese de gözlerimiz, adamakıllı bir İstanbul yaşamıştık ikimiz. Sen öldükten sonra yazılmış da olsa "One More Cup of Coffe"yi çal. Bir daha çal Sam. Tekrar çal. Dudağımın son çeyreğinde erimekte sigaram. Humphrey gibi vuracağım başımı masalara. Geceyi emiyor sanki beynim. Galiba sarhoşum. Sakın bana sarhoş muamelesi yapma Sam. Adam gibi çal. Gidemeyiz Sam, geç olsun. Martıl

Ali Çöp Topluyordu

Ali çöp topluyordu. Ali, çöp kamyonunun arkasına asılıp, bütün gece çöp topluyordu. Turuncu elbisesi ve şapkası vardı Ali'nin. Ali ve arkadaşları bütün gece çöp topluyordu. Ali'nin sırt çantası da vardı. Ali beğendiği çöpleri sırt çantasına toplardı. Bir gece Ali bir çöp tepesinin üstünde ay ışığını gördü. Ali'den başka kimse görmedi ay ışığını, Ali'nin gördüğü de zaten ay ışığı değildi. Ali bir kız görmüştü. Kız çöp tepesinin üstündeydi. Kız beline kadar çöpe gömülmüştü. Kızın üstünde bir battaniye vardı. Kız uyuyordu. Kız ağlıyordu. Kız uykusunda ağlıyordu. Ali, çöp kamyonundan indi. Çöp kamyonu Ali'yi bıraktı gitti. Ali, kızın yanına gitti. Ali kıza baktı. Ali kıza baktı. Ali, kızın üstündeki battaniyeyi çekti. Ali, kızın kollarının olmadığını gördü. Ali, kızın gövdesini çekti. Ali, kızın çöpe gömülmediğini gördü. Kızın göbeğinden aşağısı da yoktu. Kız uyanmıştı. Kız korkmuştu. Kız bağırmamıştı. Ali, kızın sesinin de olmadığını gördü. Kızın kolları yoktu. Kızın y

Kopuk

Dörtgündenberiyataktaydıkbalayıgibibişiyolmuştuartıkyedikiçtikse viştikyedikiçtikseviştikaradaişemeyivesıçmayıdaunutmadıktabibend edihiçbirerkeklebukadarsusdedimbi1iyorumbendehiçbirerkeklebukada rikidakikaciddiolamazmısınyaadediolamamdedimelyazımkadariyitanım ıştımvücudunusigarambittidedibenimkindeniçdedimseninkinisevmiyor umçokyumuşakdedisertleştiririzanamdedimyuhhayvançokpissindedigül erekevetdedimbazenöyleyimdirdörtgündenberiyataktaydıksevişmekmes aihalinegelmiştisahiyaadedihadibenimişimyoksenindemiyokaslındabi rbirimizihiçtanımyordukvebençalışıpçalışmadığımıunutmuştumaslınd akimolduğumuunutmuştumfazlaboşalmakkafamıyapıyorduyoksaamaoçokgü zeldiçokgüzelsindedimhadileeeeendediçokgüzelsindedimyagitbeüfffd ediçokgüzelsindedimsustusadecesağoldediodatümkadınlargibiydisend edinegaripbiradamsınnedendedimnebiliyimuyurkenhorluyorsundediell erinfazlabüyükdedibirdekıllısındedialtımdainlerkenböyledemiyordu namademekgeldiiçimdeniçimdekalmasındedimsöyledimbaşınıyastığagöm dühakl

Dub in Dubai

Sevgili Blog, Sana bu satırları buz gibi bir İstanbul sabahından yazıyorum. Daha birkaç gün önce 35 derece sıcakta denize giriyordum .mına koyim! Ne işim var benim burda! Ben sıcak severim kardeşim! Neyse, yapacak bir şey yok. Döndüm bir kere. Bari döküleyim gördüklerimi, en azında kişisel tarihimize not düşmüş oluruz. Olay şöyle gelişti. Bana gelmişlerdi. Gitmek istiyordum. Neresi olursa, fark etmezdi. Aklımdan ilk geçen ülke Hondurastı. Honduras’a gidecektim. Kardeşim bu kararımı duyunca iki senedir Tayland’a gitmek istediğini hatırlattı. Zaten Tayland’a gitmesi için ona kredi açacaktım. Niye ben de gelmiyordum ki. “Tamam lan!” dedim. Tayland olsun anasını satayım! Uçak biletini Emirates’ten alıp bir de aktarmayı 8 saatin üzerine çıkarınca araya bir gün de Dubai sıkıştırma şansı buldum. Süper! Kardeşime “Bana bak oralara kadar gidip Angkor Vat’ı görmezsem yakarım çıranı” diyerek Kamboçya’yı da ekleyince 15-16 günde üç ülkenin tadına bakmış oldum. Dubai’den başlayayım. Ayşe Arm

Dubai'de bir akvaryum

Ben zıpkın balıkçılığı yapan bir insanım. Fırsat buldukça yaz demem kış demem dalarım suya. Dubai'de böyle bir akvaryuma götürdüler beni. Allah canımı alsın bir saat boyunca ayrılamadım önünden. Ciğercinin önündeki kedi gibi yalandım durdum, salyalarım aktı, gelen geçen turist beni akvaryum delisi sandı. Halbuki içimden "Laaaağn! Laaaaaaağn!" naraları atıyordum. Sonra bir de şu aşağıdaki eşoleşek 10 cm yanımda durup, taşak geçercesine bana bakmasın mı! Kırıyordum camı yemin ederim!

Ekin Atalar'ın Yeni Kitabı Çıktı!

Özelde hatun kişiler, genelde özel ve tüzel tüm kişiler. Bayinizden ısrarla isteyiniz. Çok eğlenceli bir eser, filmini de görüciiz inşallah.

Geri Döndüm!

Uzun ve kafa açıcı bir tatilin arkasından geri döndüm! İlk işim blogu bir kere daha değiştirmek oldu. Anketimiz ne diyordu? Götüm gibi olmuş! Değiştir! BEN OKUYUCUMUN SÖZÜNÜ DİNLERİM ARKADAŞ! Tekrar Ugh! Gezdim gördüm, yakında paylaşıciim.