Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ayaklarına Gurban Olduğum!

Antalya maçında attığı paslarla beni hasta eden güzel insan! Sen bize eski güzel günleri hatırlatıyorsun. Futbolu bu derece sevmemizi sağlayan güzel futbolun son ustası. Bu oyunu güzel oynamak için at gibi koşmanın mecburi sayıldığı günümüzden sana, yani 70'lerin ve 80'lerin sahalarına selam olsun. Pele'yle oynasan ne olurdu, Zico'yla oynasan neler yapardın düşünmek bile istemiyor insan. O bir dönemin sonu, bizim futbolu öğrendiğimiz, sevdiğimiz dönemin son Mohikan'ı. Bu yüzden bir türlü O'ndan vazgeçemiyor deli gönül. Jesao dobraçao mobraçao Alex! (Allah senden razı olsun Alex!)

Yüzler

Eski fotoğraflar topluyorum. Eski fotoğrafları kırpıp blog yapıyorum. Fotoğraflara uzun uzun bakıyorum. Kendimi smoke filmindeki gibi hissediyorum. Meditatif etkisi var. Deneyiniz. http://facesturkey.blogspot.com/

Ey İzleyici!

Ben burdayım caaanım izleyici. Sen nerdesin? 23'te çakıldık kaldık.Olmuyor. Ve siz 23 Spartalı hepinize yemek ısmarlıycam! (Yalandan kim ölmüş!)

Hayvan mısın kardeşim?! Evet lan var mı!

İki ayağımızın üstünde, ön ayaklarımızı kullanmak zorunda kalmadan dengeli ve dik bir şekilde durmaya başladığımız gün -ki bu dik durma hadisesinin nedeni de Adem salağının yasak elmaya ulaşmaya çalışmasıdır- kendimizi dünya üstündeki canlı ya da cansız her şeyden üstün görmeye başladık. Halbuki insan yürüyebilen bir hayvan türüdür. Zevcemle bir türlü anlaşamadığımız noktalardan birisi de bu. Ben inatla insanın bir tür hayvan olduğunu söylüyorum. O da inatla yaratılanların en mükemmeline hayvan diyemeyeceğimi söylüyor. İşin şakası bir yana zevcemin de benim de yüzyıllardan beri süregelen hümanist geleneğin birer ürünü olduğumuz gerçeği su götürmez. Öte yandan ben 30 yaş krizimin en dip ve karanlık noktalarında dolaşırkene kendi kendime "Peki ama insan aslında bir tür hayvansa?" sorusunu sormuş ve bu soruya "Evet lan!" diye cevap vermiştim. Beni zevcemden ayıran nokta bu aslında. İnsanın bir tür hayvan olduğunu kabul ettiğim andan, yani yüzyılların hümanist

Türkiye diye bir oğlan...

Türkiye Cumhuriyeti çok kimlikli, çok kültürlü, çok katmanlı bir devletin yıkıntıları üstüne kuruldu. Kendisini hayal kırıklığına uğratan babasını reddeden bir erkek çocuğu gibi büyüdü. Babasından kalan hiç bir şeyi üstüne giymeyi kabul etmedi. Küçük ve sınırlı bir alanda, bir kaç komşu, bir kaç arkadaş ve çok sevdiği bir abiyle büyümeyi seçti. Kendi yağında kavrulmak yetiyordu ona. Dışarısı fazlasıyla karışıktı zaten. Mahallede karışmaması gereken bir kavga vardı, daha da fakirleşmek pahasına uzak tuttu kendini bu kavgadan. Sonra abisi geldi, ona hayatta kalmasına yetecek kadar yardım etti. Elbiseleri eskiydi, kendisi üretip, kendisi dikiyordu, gene kendisi giyiyordu. Yiyeceği de keza kendisine yetecek kadardı. Zorda kalmamaya çalışıyordu borca girmemek için ama giriyordu. Bakkaldan aldığı her borcun faizi olduğunu, borcunun borcu olacağını biliyordu. Ama bir yandan da ergenliğe adım atmaya başlamıştı, abisi Amerika'ya özenmeye başlıyordu. İnsanların müreffeh yaşadığı, baraj üstün

Kara Kuşak mı Ara Kuşak mı?

Bizden çok iyi kara kuşak sahibi insanlar yapabilirlerdi. Biz ara kuşaktan... Bizden bir önceki kuşak darbeye kadar aslanlar gibi sokakta çarpışıyordu, kahve tarıyordu, pusu kuruyordu, kırsalda kurtarılmış bölgeler oluşturuyordu. Sadece solculardan bahsetmiyorum, ülkücüleri de katıyorum işin içine. Sonra darbe geldi, analarını belledi. Biz darbeye açtık gözümüzü. Kenan Amca'yı dinleyerek geçti gecelerimizin bazıları. "Türk, öğün, çalış, güven!" ve "Çalışan kazanır elması kızarır" cümleleriyle büyüdük. Sert bir disiplinle yetiştirilen son kuşaktık. Ahlaki ve insani altyapısı kuvvetli son kuşak. O yüzden kara kuşak alabilirdik zorlanmadan. Yap deselerdi yapardık. Atom Karınca ve Aşk Gemisiyle eğliyorduk kendimizi. Dünya hala iki kutupluydu, iyiler ve kötüler. İyi ve kötü ne taraftan baktığına göre değişiyordu. Ben Rambo'nun Afgan Mücahitlerle at üstünde Sovyet askerlerine bazuka atmasına sevinirdim çocukken. Sonra "bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gi

Cennetin Kapısındaki Kuyruk

1) Cennet Dış/Gün Yazıcı Melek: Arkadaşlar! Türkiye'den gelen arkadaşlar! İtişmeyelim canım! Kaynak yapmayalım! Gece gündüz mevhumu yok anam burda! Herkes bir şekilde varacak nihayi istirahatgahına! Evet sıradaki... Ablacım teker teker alıyoruz ne bu 7 kişi gelmişsiniz! İşçi Kadın: Biz yedi kişi birlikte öldük o yüzden. Yazıcı Melek: Bi kereye mahsus alıyorum, sonrakiler böyle gelmesin! Nasıl öldünüz? İşçi Kadın: Boğulduk Yazıcı Melek: Yediniz birden! Nerdeydiniz? Teknede mi? İşçi Kadın: Hayır minibüste Yazıcı Melek: ............................ ... Haaaaa anladım! Şimdi anladım! Minibüs uçurumdan denize yuvarlandı, siz de içinde sıkıştınız. İşçi Kadın: Yok valla minibüs yoldaydı Yazıcı Melek: Deniz yolunda! İşçi Kadın: Hayır karayolunda. Yazıcı Melek: Delirtmeyin lan beni! Karayolunda giden minibüste nasıl boğulur adam! İşçi Kadın: Şimdi şöyle oldu. Pameks'te çalışıyoruz biz. Mal taşıdıkları bir minibüs var camsız, işçi servisini de onunla yapıyorlar. Biz de onun i

Bu ne lan!

Bir sonraki yazım için internetten bir kuyruk fotosu arıyordum. Buldum. Sitenin adı http://sakaryali.50webs.com . Tıklıyorsun, şöyle bir yazı çıkıyor. Erzurum Oltu Sulh Ceza Mahkemesi'nin, 28/04/2008 tarih ve 2008/133 nolu KORUMA TEDBİRİ kapsamında bu internet sitesi (50webs.com) hakkında verdiği karar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nca uygulanmaktadır. (The decision no 2008/133 dated 28/04/2008, which is given about this web site (50webs.com) within the context of protection measure, of Erzurum Oltu Sulh Ceza Mahkemesi has been implemented by "Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı".) Lan oğlum bi durun lan! Bi durun lan! Sakarya'yla ilgili siteye Oltu Sulh Ceza'dan niye kapatma çıkıyor .mına koyim ya! Kafka'yla Fellini ne zaman biraraya geldi de Oğuz Atay'la kırıştırıyor lan!

Türkün Duygusal Yelpazesi

Bizim böyle bir sorunsalımız var. Dünyaya ya rezil oluyoruz ya da gününü gösteriyoruz. Daha küçük okazyonlarda Avrupa'ya. Daha da küçük okazyonlarda sadece Balkanlara. Tabi artık Balkanlar bizden de fena durumda olduğu için bu jargon çok kullanılmaz oldu. Onlar da bizden, imparatorluğun bir parçası sonuçta hala. Ama şu Avrupa'ya, daha da fenası dünyaya rezil olma durumu yok mu, işte o bizi mahvediyor. Hemen bi şey olsun da günlerini gösterelim istiyoruz. Ah bıraksalar 70 Milyon "Allah Allah!" nidalarıyla burada bir yürüyüş koparıp Viyana kapılarına dayanırız, dayanmakla da kalmaz alırız ama bırakmıyorlar. Türk'e, Türkiye'ye karşı plan yapmaktan başka bir işleri yok. Her ülkenin dışişleri bakanlığı ve gizli servisinin Türkiye'yi mahvetme planları yapan daire başkanlıkları var. Stratejik önemimizi çekemiyor kimse. Bu daire başkanları yılda bir kere Abant'ta toplanıp önce dizlerini dövüyorlar. "Herşeyi yaptık ama bu sene de Türkiye'yi yıkamadık&

Lodostan nefret ediyorum!

İstanbul'a dair sevmediğim bir çok şey var. 18 yaşında tek başıma geldim bu kodumun memleketine. Bir iki hafta kadar Beyoğlu öğretmenevinde kaldım. Sonra sadece bir iki günlüğüne Armada otelinin önündeki nefis manzaralı öğretmenevinde. Sonra bana "çık" dediler. Öğrenciyim, bir yandan kayıtla uğraşıyorum, bir yandan kalacak yer arıyorum. Hayatım boyunca yurt gibi mekanlardan hiç hazzetmediğim için kendime bir ev ve doğal olarak ev arkadaşı arıyordum. Ama kimseyi tanımıyordum, İzmir'den İstanbul'a okumaya gelen nerdeyse bütün lise arkadaşlarım kızdı, erkeklerse yurda vermişlerdi kendilerini. Sevgilimin yanında kalamıyordum çünkü ailesi de onunla birlikte gelmişti. Bir takım uğraşlar ve git geller sonucunda okulun Göztepe kampusunda, dekanlığın yani kayıt işlemlerini yaptırmamız gereken merkezin Bahçelievlerde olduğunu öğrenmiştim. İstanbul'u bilmeyenler için yaklaşık 40 kilometrelik bir mesafeden bahsettiğimi söyleyeyim. O zamanlar ben de bilmiyordum İstanbul

Seviş Ey Ehl'i Vatan!

Aşk'ı Memnu'dan sonra Bir Bulut Olsam da "çok ateşli sevişme" cezası almış bulunuyor. Memleketimize milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum efenim. Nusaybin'den bir hikaye daha geldi aklıma konuyla ilgili. 50 yaşlarındaki kadın bütün gün evde televizyon izliyor, haliyle filmlerde, dizilerde muhtelif öpüşme sahneleri mevcut. Kocası eve gelince ona çatıyor. "Bunca senelik evliyiz sen beni hiç ağzımdan öpmedin" Adam deliriyor "Git başımdan icat çıkarma! Ağızdan öpmek neymiş!" Kadın ısrar ediyor "Televizyonlarda adamlar karılarını ağızlarından öpüyor, gel de ağzından bir öpeyim seni" Adam daha da deliriyor "Başımıza ne geldiyse bu televizyondan geldi zaten!" diyerek televizyonu camdan aşağı atıyor. End of the hikaye. Ben de biliyorum bu ülkenin batısıyla doğusu arasında, kıyı şeridiyle karasal bölgesi arasında, kuzeyiyle güneyi arasında çok büyük uçurumlar olduğunu. Ama be kardeşim, "Göte göt demeyeceksek bu ülkede,

Gece sayıklamaları

Zevcem içeride uyuyor. "Zevcem içeride uyuyor" diye düşünmek bana bazen acayip tuhaf geliyor. Ne ara lan! Ben ne ara evlendim! Daha liseden mezun olalı şunun şurasında... vay dedeniii! 16 yıl olmuş. Ben son yıllarımda acı biriktirmişim hep anı yerine, onu görüyorum. Zevcemle biriktirdiklerim hariç, birlikte dolaştığımız onca ülke, aynı anda dikkat ettiğimiz onca detay. Başka hiçkimseyle aynı zevki alamazdım onunla yaşadıklarımdan. Yalnız yaşadıklarım var bir de. Vurduğum balıklar. Sabahın beşinde karanlığın içinden bana doğru süzülen kiloluk levreğin güzelim parıltısı. Kadıköy'de tramvay yolundaki kör bir adamı herkes "niye çekilmiyor yahu bu adam?" diye düşünürken atılıp tramvayın önünden almam. Herkes adamın kör olduğunu görüyordu, ama kimse görmediğini, yani nerede durduğunu görmediğini anlayamamıştı. Empati kurmanın tepe noktalarından birisiydi benim için o an. Ya da iki kişilik anılar. Barcelona'da, Park Güell'de Sinan'la bir güvercini çöp tene