Ana içeriğe atla

Kafamdan Ortaya Karışık

Dün gece çok geç yenilen bir akşam yemeğinin arkasından uyumamak için kendimi Vincent Gallo'nun başrolünü oynadığı Essential Killing filmini seyrederken buldum. Uzun zamandır beni teğet geçen, başına oturmaya üşendiğim filmlerden biriydi. Film digiturk muvistarmtarprömiyer kanallarından birinde oynuyordu.
Film Afganistan'da yakalanan ve -sanırım- Polonya'daki koalisyon hapisanesine götürülürken içinde bulunduğu minibüsün şarampole yuvarlanması sonucu serbest kalan ve allah ne verdiyse kaçmaya başlayan bir taliban töroristinin "Polonya Dağları toz ile duman" türküsü eşliğinde önüne gelen insan türünden bütün canlıları öldürmesi üzerine kurulu. (Kendime not: Bi daha bu kadar uzun cümle yazma sıçma ihtimalini de göz önünde bulundur) Şimdi google'dan bakanda filmin Venedik'te en iyi film aldığını gördüm, evropalının aklına bir kere daha tüküresim geldi. Çünkü Gallo bir Taliban'ı oynayan bir oyuncuyu çok iyi oynamış aslında. Bir de üstüne böyle bir adam Polonya dağlarında tek başına kalırsa ne olur sorusunun akla gelen ilk cevabıyla bitiyor film. Spoylırını yerim, herif ölüyor! Sonunda "E amk neden seyrettim o zaman ben bu filmi!" dersin yani rahatlıkla. 

Şimdi bütün bunları geçiyorum, antreyi yaptım, ara sıcaklarda sıra

Filmin başından sonuna kadar bir sürü insan öldüren bu taliban biraderimiz filmin sonlarına yakın bir yerlerde yola yakın bir yere sotalanmışken bisikletini buzlu yolda sürmekte zorlanan şişman bir kadın görür. Onu izlemeye başlar. Kadın sallanır eder ve en sonunda bisikletten yolun kenarına düşüverir. Karların arasına oturur, pardösüsünü açar ve aslında düşündüğümüz kadar şişman olmadığını kucağında bir yaşını doldurmamış bir çocuk olduğunu anlarız. Kadın oracıkta memesini çıkarır ve çocuğunu emzirmeye başlar. Gallo tabancasını çıkarır ve kadına doğru hareketlenir. Buraya kadar bir sorun yok. 

Sorun bundan sonra başlıyor. 

Bir anda plan atlar ve kadına ne yaptığını biz anlayamadan Gallo'yu tekrar görürüz. Bir ağacın arkasına saklanır ve sesleri duyarız. Birileri kadına "galiba" araba çarptığına dair fikir yürütmektedir. Bebeğin nerede olduğuna dair ise herhangi bir bilgi yoktur çünkü AMK DİGİTURK'U FİLMİ ORTA YERİNDEN CART DİYE KESMİŞTİR! BE AMK ÇOCUKLARI BENDEN HER AY SİNEMA BEDELİ OLARAK BİLMEM KAÇ LİRA ALMAYI BİLİYORSUNUZ! İKİ TANE AVUKAT TUTUP ŞU RTÜK SANSÜRÜNDEN KURTULMANIN YOLUNU NİYE BULAMIYORSUNUZ ACABA! DİGİTURK'UN O KANALLARININ HİÇBİRİ ULUSAL KANAL DEĞİL HEPSİ ABONELİK SİSTEMİYLE ÇALIŞIYOR. YANİ BEN O KANALDA O FİLMİ SEYRETMEK İÇİN PARA VERİYORUM LAN! SEN NE HAKLA BENİM PARA VEREREK İZLEDİĞİM FİLMİ KESİYOSUN LAN! SADECE BU DA DEĞİL! EN UFAK BİR SİGARALI PLANI BİLE FİLMİN YARISINI BLURLAYARAK PİÇ EDİYORSUNUZ, KADIN KADINA ÖPÜŞME SAHNELERİNİ ACIMADAN KESİYORSUNUZ BE DALYARAKLAR! BE SİK KAFALI JAPON ASKERLERİ! 

Şimdi birazcık sinirimi attıktan sonra devam edeyim. Bu kodumun memleketinin insanlarında baskıya biat etmek DNA kodlarında yazılı. "Aman canım n'olucak bu kadarcık şeyden, yapıverelim/susalım/görmezden gelelim" diyen başımızağrımasıncılık, akşamakşamsinirimizibozmayanegerekvarcılık, ahmetpencereninkenarındançekilcilik, amansenkarışmabaşkasıayırsıncılık ve daha niceleri. Böyle yapa yapa, yapa yapa alanımızı daraltıp duruyoruz, sonra da ne kadar dar bir yaşam alanımız kaldığını fark edip "ben buraya ne ara sıkıştım lan!" diyoruz. Bazen onu bile demiyoruz "içimde bir sıkıntı var nedenini anlayamadığım" diyoruz. 

Cumhuriyetin devlet aygıtı, cumhuriyet rüştünü ispatladıktan sonra dinamizmini kaybedip çökelek gibi dibe çökerken muhafazakarlaştı ve ağırlaştı -bütün devrimlerin iç dinamiğinde bu bok vardır o yüzden yaşasın anarşi- döndü bir etrafına baktı ve Osmanlı'nın devlet aygıtını gördü, oradan bürokratları kendi içine yerleştirdi ve böylece devamlılığını sağladı. Ha n'oldu, oradan gelen Türk-İslam-Ortadoğusal bir gerzek baskı mekanizmasını da devralmış oldu böylece. Şimdi Türkiye'de ikinci bir devrim gerçekleşiyor. -1)bu devrimin karşı tarafında olmamız bunun bir devrim olduğu gerçeğini değiştirmez. 2) Devrim bize bozitif bir kelime gibi gelir hep o yüzden de son 12 yıldır Türkiye'de olan bitene devrim demek istemeyiz ama aslında olan budur- Bu devrim fena halde lumpen, daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi fena halde taşralı ve açık söyleyeyim bana göre 10 yıl içinde Türkiye'yi hiçbirimizi nefes bile alamayacağı bir hale getirecek olan bir devrim. Bugüne kadar cumhuriyetin devlet aygıtından fena halde baskı yediğini iddia eden bir kesimin -öyledir değildir çok da bi tarafımda değil açıkçası- devrimi. Son aşamasına gelindi, herkesin yeri sağlamlaştırıldı ve devlet aygıtını tamamen ele geçirdi bu adamlar artık. 

İmdi gücü ele geçiren ve enerjisini kaybetmeye ve çökelekleşmeye başlayan bu gücün kendini korumak ve devamlılığını sağlamak için yapabileceği bir tek şey var, bir önceki baskı mekanizmalarını, güncelleyerek, yenileyerek devralmak. Bu heriflerin eskilerden çok önemli bir tek farkları var o da mikrofaşizm, mikrootoriteryanizm ve mikrosansürü kesinlikle küçük görmemeleri. Toplum mühendisliğinin çok önemli bir mekanizması olarak kullanıyorlar bunları

Sonra da işte benim gibi gerizekalılar kendilerini digiturk'e küfrederken buluyor. RTÜK'ün ceza sisteminin nasıl çalıştığını da biliyorum üstelik. Ama bir üste kızamıyorum, onun uygulamalarına ses çıkaramayan kar amaçlı bir işletmeye kızıyorum. 

Allah da beni kahretsin. 

Ha on yıl sonra digiturk de benimle birlikte göte geldiğini anlayacak ama o zamana zaten birileri çoktan "bu milletin amına koymuş olacak"

Çaren çözümün var mı caput diyenler olacaktır. Yok annem. Bir tane acil durum butonum var o da valizleri toplamak. 

Öperim




Yorumlar

evli adam dedi ki…
10 yıl çok, üj beş en fazla.
Gökhan dedi ki…
Berbat bir nesil yetiştiriyorlar. Bugün şişiyoruz, yarın nefes alamaz hale geleceğiz amk!

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!