Ana içeriğe atla

Geliyorum! Geliyorum! Geldim!

Yaz gene bitti. Gene kış geliyor. Dengeli bir sonbahar yaşanmakta. Ne güzel yağmurlar yağdı. Şehrin biraz olsun bulut görebildiğimiz bir yerine taşındık. Sabahları pencereden dışarı bakıp ne kadar ince/kalın giyineceğime karar verebiliyorum bu sayede. Bir de bahçemiz var. İncir önce yemişlerini döktü, şimdi yavaş yavaş yapraklarına geçmiş durumda. Ceviz daha önce meyvelerini  dökmüştü, yaprakları bitmek üzere... Pastırma yazında güller bir kere daha açmaya cesaret ediyorlarmış bunu öğrendim. "Güz gülleri gibiyim hiç bahar yaşamadım" anlamlı bir şarkı sözü oldu artık benim için.

Eylül'de başlayan bir çalışma sezonu olunca insanın, yıl sonu muhasebesini de bugünlerde yapıyor. Bir kitap bir de film senaryosu sıkıştırdım bu yıla. Kitap basılmadı, film çekilmedi ama olsun. Artık eskisi kadar sabırsız değilim sanırım. Madem bu sezonun reklamını erotik temayla yaptık devamın getirelim. Eskiden ön sevişmeyi filan siktiredip direk içine girmeye çalışırdım hayatın, acemi bir sevişgen gibi... Fakat izin vermedi hayat buna, ön sevişmesiz olmaz dedi. Daha doğrusu uzun zamandan beri diyordu da ben yeni yeni anlıyorum. Üstelik ön sevişmenin sevişmenin kendisi olduğuna inanan bir insanımdır ben. Penetrasyon sekstir. Sevişme dediğimiz halt zaten o önde olan.

Ve fakat ön sevişmeden zevk alması gerekir tarafların. Burada biraz da benim hatam var tabi. O kadar hedef odaklı bakınca insan zevk alabileceği anları da kaçırıyor. Bu sene saldım, gergin değilim, çok fazla küçük zevk anı yaşayabildiğimi söyleyemem henüz. Ama ufak ufak hissetmeye başladım sanırım.

Bu arada içine paralel evrenler, senaryo yazımı ve evrim teorisini alan garip bir şeyin üstünde düşünüyorum. Quantum fiziği üstüne kahve geyiği yapabilecek kadar bilgi edinmiş durumdayım. Beni kimse tutamaz.

Geçenlerde gecenin bir köründe bahçedeki yaprakları topladım, çimleri biçtim ve düşündüm. Ne için yaşıyoruz ki biz aslında? Gerçekten ne için? Neyin sıkıntısını çekiyoruz?

Garip bir ego yükselmesi yaşıyorum bugünlerde. Bundan yedi sekiz yıl önce bir kere daha gelmişti böyle bir dalga. Çok daha güçlüsü ama... bu seferki daha sakin. Daha kendinden emin ve yavaş. Kalıcı sanırım... Artık daha az sızlanıyorum. Daha çok yapıyorum. Eskiden de sözümü dinletirdim. Ama artık bunu yapmak için ekstra bir çaba harcamam gerekmiyor. Doğallaştı.

Şimdi biraz kendime zaman ayırabilmem gerekiyor. Bir şeyler geçiyor aklımdan. Tam yazmalık. Blog değil. Bir kitap. Her zaman planlar yaparak, krokiler çizerek yazardım, bu sefer sadece bir cümleye tutunarak yazmaya başlayacağım. Bakalım nereye gidecek.

Sigarayı bırakmaya çalışıyorum ikinci kez. İlki gaz müessesesi dahilinde yapılmıştı. Bu ikincide bilimadamı soğukkanlılığıyla seyrediyorum sigara bırakan bünyemi. Ve şaşkınlıkla görüyorum ne kadar büyük bir bağımlılıkla uğraştığımı... Başkalarının nasıl bıraktığı beni ilgilendirmiyor. Kendime bakıyorum ve sadece fiziksel olarak bile beni ne kadar çok etkilediğini şaşkınlıkla seyrediyorum sigarasızlığın.

Aslında aklımda çok şey var biriken. Ama bunlar yazıya dökülecek/dökülebilecek şeyler mi onu bilmiyorum. Gülücük işareti...

Şimdi yazarken farkettim. Uzun zamandan beri ağlamıyorum ben. Bir gariplik var...

Gecenin şarkısı Erkin Koray'dan geliyor. Yağmur'un Sesine Bak...

Biraz karışık oldu ama... ben de hiç bir zaman aksini iddia etmedim zaten. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!