Vay be! 2012!
Yok ne kadar uğraşsam da heyecanlanamıyorum. Eskiden özellikle 20'li yaşlardayken sanırım böyle bir yıl heyecanı vardı... şimdi olmuyo... işin enteresan tarafı yaptıklarımız ve yapamadıklarımız muhasebesi ve sonrasında pişmanlıklar ve kararlılıklar da yok bir zamandır bende... geliyo gidiyo... ben yılları hatırlamıyorum... ne oldu ne bitti... babam öldüğünden beri çok büyük, hatırlanması gereken ne oldu hayatımda bilmiyorum... ki onun da üstünden beş sene geçti... hatta daha fazla... üretmeliyim çılgınca üretmeliyim kaygısı filan da yok... bir sakinlik var üstümde... hedefe yönelmişim de onun soğukkanlı adımlarını attığım için böyleymişim... bu da yok... herhangi bir konuda uzmanlık desen... sadece işimle ilgili sanırım... biraz da tarih bilirim... geçen sene Ankara'ya gitmiştik o zamanki yapımcımla... TRT'yle konuşmaya... en üstteki abilerden biriyle konuşmak için beklerken bir AVM'ye girdik... saatlere filan baktık... adamın saatlere ilgisi varmış meğersem... markaları filan iyi biliyor yani... fiyat ortalamalarını... bende de son zamanlarda başlayan bir ilgi bu... bir iki tane güzel saatim var, onun hakkında konuştuk. sadece bu konuşma bile karakteri hakkında yeni şeyler öğrenmemi sağlamıştı... dikkat, merak ve ilgi... ilgisini çeken konularda analiz yapabilme özelliği... bende var mı bunlardan? bilmiyorum...
sanırım dikey büyümeyle ilgili sorunlarım var. her boktan biraz yazasım oluyor çünkü benim. çabuk sıkılıyorum. hemen elim kaçıyor. geçen bir yayınevinin başındaki bir arkadaşla konuştuk bu konuyu. yalnız tabi orda da sorun var. o kadar yüksek perdeden bir aurayla konuşmaya çalışıyor ve seni alt etmeye çalışıyor ki... o auranın seni sarıp sarmalamasına izin vermediğin zaman da sinirleniyor bu kişi. ama neyse bunlar önemli değil, dedi ki arkadaş yazmada da bir tek meselede uzmanlaşmak ve onun üstüne gitmek gerek. doğru! sapına kadar doğru. komedi yazacaksan mesela komedi yaz, marka olmak böyle bir şey. iyi de marka olmak istiyor muyuz? istemek zorundayız maalesef. okunmak istiyorsak, çok okunmak istiyorsak, çok seyredilmek istiyorsak bunu yapmak zorundayız. buna teslim oldum. yeni çağ, yapacak bir şey yok. ha ama bu uzmanlık ne? onu ben de bilmiyorum maalesef. kişilik bölünmesi mi yaşasam diye düşünmüyor değilim. bir kitap yazdım mesela ben, o kitabın Rakı Masası'yla alakası yok. Yani insan filmde başka kitapta başka olmamalı. kafa karışıklığı yaratmamalı. tamam senin kafan karışık olabilir. blogunun adı da bu olabilir ama seni okumasını beklediğin, izlemesini beklediklerine o kafa karışıklığıyla gelmemelisin. Öte yandan Fikret Kızılok'u hatırlıyorum. Benim Fikret Kızılok'la tanışmam "Why High One Why" ile olmuştu. Şarkıyı duydum, çok hoşuma gitti, yana yakıla kasedini aradım, buldum. İlk şarkıyı dinledim. Yok la romantik! kasedi sona sardım. A yüzünün son şarkısıydı hiç unutmam, arka arkaya defalarca dinledim "Why High One Why"ı sonra doydum. Dur bakalım başka ne şarkılar varmış diye kasedin gerisini dinledim. O günden beri bir kere bile "Why High One Why"ı dinlemişliğim yoktur. Ama diğer Kızılok şarkılarını ezbere bilirim ve hala çok severim.
Demem o ki hedef tanımlı olmak güzel, hedef tanımlı olmak yahşi, şuraya yürüyoruz abi durumu guud. O hedefe emin adımlarla yürümeye de varım. Ama ben o yolda hedefimin o olmadığını fark edersem, ki bana çok oldu bu profesyonel hayatım boyunca, o zaman ne yapacak, çünkü sanıram artık dönmek için geç oluyor. bir kere daha kıvırmamak lazım. yoksa zengin olamıycam, yoksa hd televizyon alamıycam. xbox kinetik diye bi şey çıkmış hastası oldum, ondan alamıycam, bmw x5'i dışarı park edemiycem. olmaz.
Yok ne kadar uğraşsam da heyecanlanamıyorum. Eskiden özellikle 20'li yaşlardayken sanırım böyle bir yıl heyecanı vardı... şimdi olmuyo... işin enteresan tarafı yaptıklarımız ve yapamadıklarımız muhasebesi ve sonrasında pişmanlıklar ve kararlılıklar da yok bir zamandır bende... geliyo gidiyo... ben yılları hatırlamıyorum... ne oldu ne bitti... babam öldüğünden beri çok büyük, hatırlanması gereken ne oldu hayatımda bilmiyorum... ki onun da üstünden beş sene geçti... hatta daha fazla... üretmeliyim çılgınca üretmeliyim kaygısı filan da yok... bir sakinlik var üstümde... hedefe yönelmişim de onun soğukkanlı adımlarını attığım için böyleymişim... bu da yok... herhangi bir konuda uzmanlık desen... sadece işimle ilgili sanırım... biraz da tarih bilirim... geçen sene Ankara'ya gitmiştik o zamanki yapımcımla... TRT'yle konuşmaya... en üstteki abilerden biriyle konuşmak için beklerken bir AVM'ye girdik... saatlere filan baktık... adamın saatlere ilgisi varmış meğersem... markaları filan iyi biliyor yani... fiyat ortalamalarını... bende de son zamanlarda başlayan bir ilgi bu... bir iki tane güzel saatim var, onun hakkında konuştuk. sadece bu konuşma bile karakteri hakkında yeni şeyler öğrenmemi sağlamıştı... dikkat, merak ve ilgi... ilgisini çeken konularda analiz yapabilme özelliği... bende var mı bunlardan? bilmiyorum...
sanırım dikey büyümeyle ilgili sorunlarım var. her boktan biraz yazasım oluyor çünkü benim. çabuk sıkılıyorum. hemen elim kaçıyor. geçen bir yayınevinin başındaki bir arkadaşla konuştuk bu konuyu. yalnız tabi orda da sorun var. o kadar yüksek perdeden bir aurayla konuşmaya çalışıyor ve seni alt etmeye çalışıyor ki... o auranın seni sarıp sarmalamasına izin vermediğin zaman da sinirleniyor bu kişi. ama neyse bunlar önemli değil, dedi ki arkadaş yazmada da bir tek meselede uzmanlaşmak ve onun üstüne gitmek gerek. doğru! sapına kadar doğru. komedi yazacaksan mesela komedi yaz, marka olmak böyle bir şey. iyi de marka olmak istiyor muyuz? istemek zorundayız maalesef. okunmak istiyorsak, çok okunmak istiyorsak, çok seyredilmek istiyorsak bunu yapmak zorundayız. buna teslim oldum. yeni çağ, yapacak bir şey yok. ha ama bu uzmanlık ne? onu ben de bilmiyorum maalesef. kişilik bölünmesi mi yaşasam diye düşünmüyor değilim. bir kitap yazdım mesela ben, o kitabın Rakı Masası'yla alakası yok. Yani insan filmde başka kitapta başka olmamalı. kafa karışıklığı yaratmamalı. tamam senin kafan karışık olabilir. blogunun adı da bu olabilir ama seni okumasını beklediğin, izlemesini beklediklerine o kafa karışıklığıyla gelmemelisin. Öte yandan Fikret Kızılok'u hatırlıyorum. Benim Fikret Kızılok'la tanışmam "Why High One Why" ile olmuştu. Şarkıyı duydum, çok hoşuma gitti, yana yakıla kasedini aradım, buldum. İlk şarkıyı dinledim. Yok la romantik! kasedi sona sardım. A yüzünün son şarkısıydı hiç unutmam, arka arkaya defalarca dinledim "Why High One Why"ı sonra doydum. Dur bakalım başka ne şarkılar varmış diye kasedin gerisini dinledim. O günden beri bir kere bile "Why High One Why"ı dinlemişliğim yoktur. Ama diğer Kızılok şarkılarını ezbere bilirim ve hala çok severim.
Demem o ki hedef tanımlı olmak güzel, hedef tanımlı olmak yahşi, şuraya yürüyoruz abi durumu guud. O hedefe emin adımlarla yürümeye de varım. Ama ben o yolda hedefimin o olmadığını fark edersem, ki bana çok oldu bu profesyonel hayatım boyunca, o zaman ne yapacak, çünkü sanıram artık dönmek için geç oluyor. bir kere daha kıvırmamak lazım. yoksa zengin olamıycam, yoksa hd televizyon alamıycam. xbox kinetik diye bi şey çıkmış hastası oldum, ondan alamıycam, bmw x5'i dışarı park edemiycem. olmaz.
Yorumlar
hele bi de üretilen şeyin temel malzemesi, o karışıklığın bizatihi kendisi olunca tadından yinmiyor. bence.
hiç yapmadığın , vasıfsız çalışacağın bir işe gir, bir gün çalış sonra bırak, bir günde bile bi izlenim deposu oluyosun ki aklın hayalin dimağın durur, eh ordan geliştirirsin artık :)
az evvel tv'de oyuncu kadın hatırlayabildiğim kadarıyla şöyle diyordu arkadaşına.
'' sabahları kırgın ve mutsuz uyanıyorum, sebebini bilmiyorum. sonra kendi kendime diyorumki '' paran var sağlığın yerinde daha ne istiyorsun?'' ama ruhun anlıyor bedenin anlıyor mutsuzluğunu hissediyor.
Bende de uzun zamandır ''durum budur'' gökhancım.
ben bi dönem dünyayı yok edebileceğime inanmıştım mesela... çok güzel bir kitap girişiydi bu... o kafayı kaybettim, halbuki çok eğlenceliydi o kafada olmak...
sonuç olarak üç nokta