Ana içeriğe atla

Çocuk Ülkenin Çocuk İnsanları

Çocuk kalmış, bilemedin en fazla ergen olmuş bir ülke burası. Biz de öyleyiz. Suç ve ceza gibi iki temel kavram üzerinde bile anlaşamıyoruz. Her ülkeden ayrı ayrı aparttığımız bir hukuk sistemimiz var. Ve her kliğin kendisine özgü bir suç ve ceza anlayışı. Her klik kendisine ait bir suç ve ceza yargısı geliştirebiliyor. Yine ve bıkmadan Ogün Samast. Yarın öbür gün hapisten kaçtığını duyabiliriz. Çünkü bana göre o suçlu ama onun hapisten kaçmasını sağlayanlar için suçlu değil. Herşey bir yana, bir insanı öldürmüş olmanın vicdan azabını bile omuzlarında taşımasın diye eline bir bayrak tutuşturuveriyor onlar. O suçlu değil ki! Kahraman ulan o! Bu fazlasıyla bölünmüş ülkenin her atomu kendine bir kahraman belirliyor. Mavi Çarşı’yı yakanları hatırlayın. Onlar da birilerine göre kahramandı. Ölüm oruçlarında ölenler, kahramandılar. PKK’nın şehitleri de kahraman. Kahraman yaratmak çocuk kalmış toplumlara özgüdür. Bu kahramanlar masallardan dönüşen kahramanlardır. Onlar sadece cesaret ederler. Bu ya ölmeye ya da öldürmeye cesarettir sadece. Sonuçlarını çok da fazla düşünmezler. Yapacaklarının sonuçlarına katlaamayacak olanların gaza getirdiği insanlardır onlar. İnşaatın birinci katından atlamaya tırsan ama bunun nasıl bir deneyim olacağını merak eden bir grup korkak, aralarından en korkak olanını seçer, onu gaza getirir ve aşağı atlamasını sağlarlar. Aşağı atlayanın bacağı kırılır, o acı çeker ama kahramandır, diğerleri de inşaattan aşağı atlamanın kimseye bir şey kazandırmayan salakça bir şey olduğunu anlamış olurlar onun acısını seyrederken.

Tarihin yarattığı kahramanlar başkadır. Onlar dönüşümün zorunluluğunu içlerinde hissederler.
Ölmek ya da öldürmemek için ellerinden geleni yaparlar ama değişimin gerektirdiğine inandıklarında ölür ya da öldürürler de. Olayların ve zamanın akışı bir insanın hayatında düğümlenir. O düğümü o insandan başkası çözemez. Gandhi tarihin yarattığı bir kahramandır. Hitler tarihin yarattığı bir kahramandır.

Yaptıklarının ya da yapmadıklarının sonucuna katlanmak yetişkinlere özgür bir davranış biçimidir. Hepimizin hayatın belli noktalarında belli durumlara verdiği tepkiler, çocuksu ya da yetişkinlere özgü olabilir.

İnançlı bir kadın, inandığı dinin gerekliliği olduğunu düşündüğü için başını örter ve bunun sonuçlarına katlanır. Bu bir yetişkin tepkisidir. Aynı gruptan bir takım insanlar eteklerinin boyu kısa olduğu için kızların bacaklarına kezzap atarlar. Bu bir çocuk tepkisidir.

Laik bir kadın yaşam tarzını tehdit ettiğini düşündüğü türbanın yasalaşmasını protesto etmek için kendisi gibi düşünen binlerce kişiyle birlikte TBMM’nin önünde toplanır ve sesini yükseltir, bu bir yetişkin tepkisidir. Modern bir kadın yaşam tarzını tehdit ettiğini düşündüğü türbanın yasalaşmasını protesto etmek için kendisi gibi düşünen binlerce kişiyle birlikte Anıtkabir’e gider ve onları Ata’sına (yani babasına, yani ebeveynine) şikayet eder. Bu bir çocuk tepkisidir.

Kendisini her iki taraftan da hisseden ya da hissetmeyen bir insan, kendi hayatını da yakından ilgilendirecek bu gelişmelere sırtını döner, küser. Beğenmediği bu oyunu bozmak yerine bir kenarda durup izler. İşte bu da bir çocuk tepkisidir. Hepimiz, kenarda duran çocuklarız şu anda.

Bakalım, olayların ve zamanın akışı, yakın zamanda bir insanın hayatında düğümlenecek mi? Bizi bu sıkıntıdan kurtaracak bir babamız olacak mı yakın zamanda… Bizler, başka alanlarda gayet sıkı yetişkinler olan bizler, bu aşamada hayatımızın dizginlerini elimize alamıyoruz, yetişkinler gibi davranamıyoruz. Belki birisi bizi kurtarır, ne dersiniz?

Yorumlar

polente dedi ki…
Bu noktada neden bir yetişkin gibi davranamadığımızın ipuçlarının bir kısmı aşağıdaki yazıda -Taşraya karşı durmak- verilmiyor mu?
Bu ülke mücadele eden insanını yok etmek üzerine programlanmış bir ülke değil mi yıllardır? Sindirilen, susturulan, fikirleri hiçe sayılan, çoğunluğun güçlü ve dolayısı ile haklı olduğu kabul gören, farklı görüşlere kapalı. Mücadele etmeyi öğrenememiş.
Gökhan dedi ki…
Peki abicim biz bu pratiği öğrenmeden mi gidicez bu dünyadan? Politika yapmıycaz mı? toplumsal hayatın içine hiç mi katılmıycaz bir vatandaş olaraktan? Tüketici diliyle anlatıyim. Bir restorana giriyorsun menüde herşey var, garsona pizza yiycem yanına da şarap içicem diyorsun. Garson valla biz lahmacun yapıyoruz yanına da ayran veriyoruz diyor. Biz, kardeşim o zaman menüye niye bunları yazıyorsun diyeceğimize, iyi o zaman ben lahmacunla ayran alıyim diyoruz. Nasıl olucak bu işler?
polente dedi ki…
Restoran örneği üzerinden ilerlersek, menüde her şeyin olduğu ama içeriğin boş olduğu yerde, garson efendinin yüzüne bakıp, ben kalkiim o zaman diyoruz.
Bu durumu iç politikaya uyarladığımız zaman tabi iş o kadar kolay değil, bu ülke beni sarmadı diğerine gideyim ben diye bir durum olmadığı için, "lan hayvan olm niye yazıyorsun" demek gerek ki, şimdi yapılan da o. Her şeyi anayasaya yazalım da, isteyince vermesi kolay olsun, ama boş ama dolu.
Ama siz de bilirsiniz ki her şeyi birarada satmaya çalışan bir restoran aslında hiç bir boku iyi yapamıyordur.

Gelelim politika pratiğine, bir buçuk sene kadar önce oturduğumuz sokağın tek yeşil alanına ilkokul yapmaya karar verildi. Mevcut ilkokulun olduğu yere, yanı başındaki bilmemne efendinin türbesi için otopark yapmak için.
Mahallede kalan sınırlı sayıda insan, pek çok doğru cümleyi bir araya getirerek - ne de olsa türbe söz konusu, dine tek kelime edemiyorsun- aslanlar gibi mücadele ettik. Belediye önünde eylem yaptık, gazetelere yazdık, internet sitesi kurup, cumhurbaşkanına mektup bile yazıldı. Son aşamada da kararın verileceği belediye oturumuna girildi, bastık da denilebilir.
Oturum gündemi, bir önceki oturumu özetlemekle başladı. Cümleleri aynen aktarıyorum.
- Akp'den Hıdır Turşu, Chp'den Hüsnü Can'a sizinkilerde onun bunun çocuğu dedi.
-Bunun üzerine cevap veren Hüsnü Can, sizinkilerin yaptığı andavallıklar bini aştı diyerek yanıt verdi.

Bu şekilde bir yirmi beş dakika kadar gündem okundu. Ardından bunun bir benzeri 3 saatlik oturum. Ve nihayet bizim mesele (oturumlar normalde sadece 25 dk sürüyormuş, sırf biz -halk- bıkarda gideriz diye 3 saat sürmüş, bunu da sonradan öğrendik) görüşülmeye başlandı. Tüm muhalefetimize karşı, park meselesi de 5 dk da kabul edildi. Onca mektup, yazı, hukuken haksız olmaları, tek yeşil alan, hiçbirini duymadılar, dinlemediler, dahası umursamadılar bile.
Akp'li belediye bunu yaptı diye söylemiyorum, CHP'li de aynı arsayı belki alışveriş merkezi olsun diye peşkeş çekerdi.

Sonuç olarak halen park var. Yıkım kararı ne zaman uygulanacak bilmiyoruz. Bekliyoruz.
Hayatımın bu tek gerçek politik eyleminde öğrendiğin en önemli şey, politikanın çok ama çok kirli olduğu gerçeği oldu.

Şimdi diyeceksiniz ki, ama bakınız bunca eylemden sonra parkı şimdilik bile olsa kurtarmışsınız yıkılmamışç
Ben, en azından denedik diye anlatacağım.

Burdan çıkarılacak sonucun sonucu; katılabilirz, en azından denenebilir, kire pasa rağmen.
an(ı)lık dedi ki…
iki uzun yazının arkasından uzun bir bekleyiş snırım uzun bir yazının habercisidir:)yanı umarım

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!