1975’te doğmuşum. Ben doğduğumda Sovyetler hala birlikteydi. 20’lerde başlamışlardı çıkmaya, 90’ların başında ayrıldılar. Nedense aldatıldığını düşünen ben oldum.
Karaman’da doğmuşum. Karaman o zaman Konya’nın ilçesiydi. Bir ilin bütün ilçeleri o ilden nefret eder mi? Konya’da eder. Karaman da nefret ediyordu. En sonunda isyan etti ve il oldu zaten.
Bebekliğim Çatak köyünde geçmiş. Geçmiş diyorum orda olmadığım için değil hiçbir şey hatırlamadığımdan daha çok. Yıllarca benim için bir tek Çatak oldu hep. Van’ın Çatak diye bir ilçesi olduğuna da hiçbir zaman inanmadım zaten. Bizim Çatak, arka arkaya söylendiği zaman anlamsızlaşmasıyla ünlüdür… en azından benim için. Van’ın Çatak’ı ise patlamalarıyla tanınmıştır.
Ödemiş’te bir deprem atlatmışım dört aylıkken. Babam kaptığı gibi kagir evimizden çıkarmış beni, birkaç geceyi bahçede geçirmişiz, ateşin etrafında. Belki o yüzden, otuzüç yaşıma geldim hala severim ateşin etrafında geçirilen geceleri. Yaşıtlarım bankalara müdür oldular.
İzmir ilk sevgilimdir. İki kere intihar ettim onun için. Birincisinde merdivenlerden aşağı saldım kendimi bisikletle. Suçlu Cüneyt Arkın. O Gümüşsuyu Parkı’nın merdivenlerinden aşağı arabayla iniyor da ben kendi evimin merdivenlerinden üç tekerlekli bisikletimle niye inemiyorum. Cevabı çok basit, çünkü merdivenlerin bittiği yerde duvar var. Ve duvar, benim beş yaşındaki kafamdan daha sert. Yıllar sonra bir çok kereler köpeğimi dolaştırdım Gümüşsuyu parkının merdivenlerinde. Ama yüzlerine karşı “Sizin yüzünüzden ölüyordum” demedim hiç.
Optolidon pembe renkli bir ilaçtır çamaşır makinesinin üstünde duran. Bir ben içtim bir de intihar eden kızlar. Benim niyetim şeker yemekti ama. İntihar etmek değil. Birincisini emdim, şekeri bitince attım, ikincisini doğrudan yemeye kalktım, acıydı tadı, tükürsene salak. Üçüncüsünü… hatırlamıyorum. Hastanede açtım gözlerimi. Biraz büyük olsaydım durumdan vazife çıkarıp “Necla’yı getirin bana!” diye bağıracaktım.
Magirüs minibüslere aşık oldum sonra. Burunlularına ama, yanlış olmasın. Şoförün yanındaki vites kutusuna otururdum Yeşilyurt’a her gidişimizde. Banttan Orhan Gencebay çalardı acı içinde, İzmir bile puslu ve çamurluydu o zamanlar. Arabeskin bir müzik değil bir ruh hali olduğunu yıllar sonra anladım.
İlkokulda süper kahraman oldum bir zaman. Sarı yağmurluğumu boynuma bağlayıp bahçede insanlar kurtardım sürü sepet. İlk kavgamda iki oğlanı birden dövdüm. Cüneyt Arkın işe yaramıştı sonunda. Ama kavga etmekten hep kaçtım ondan sonra. Korkularım benden önce büyüdü galiba.
Sekiz yaşında bir gün okuldan döndüm, daha eve giremeden kaptılar beni hastaneye götürdüler. Kardeşin oldu dedikleri zaman anladım annemin karnında dokuz aydır büyüyen şişliğin sebebini. Gene süper kahraman gibi hissetmiştim kendimi, abiydim. O otuz santimlik buruşuk şey bugün benden uzun. Birlikte dinlediğimiz ilk maç Fener-Bordo maçıydı. O iki yaşındaydı, ben on.
Dokuz yaşındaydım sanırım, hayatımda ilk mektubumu babamdan aldım. “Ben yokken annenle kardeşine sen bakacaksın, evimizin erkeği olacaksın” diyordu. Süper kahraman olmak ne demekmiş o zaman anladım. Öyle bir ağırlık çöktü ki, omuzlarımı yıllarca kaldıramadım. Hala üzerinde uğraşıyorum.
Çarşamba’yı sel aldı türküsünü ilk Ferhan Şensoy’dan duydum. “Ulan bu Çarşamba’yı alsa alsa ne alır, lingilink lingilink, hah buldum! Sel alır!”. Türküler böyle yazılmaz demişti, hiç unutmam. Türkülerin öyle yazılmadığını Çarşamba’yı sel aldığı sene öğrendim. O sene Çarşamba’yı sel aldı ve sevdiğim yari El aldı. Gerçi El mi yarimi aldı, yarim mi El’i aldı orası tartışılır. Bu El bana kendi elim kadar yakındı. O günden sonra hiç kimseyi elim kadar yakın tutmadım kendime. Sordum; gerçekten de Çarşamba’yı ne zaman sel alsa birinin yarini el alırmış. İşte bu sonuncuyu ben uydurdum. Doğru olmasa da ne yazar, güzel ya bebeğim.
Acılarımın içinden komik çıkarmaya çalıştım hep, neşeli hallerimden hüzünlere dönüşüm de çok hızlı oldu.
28 yaşında ruh ikizimle tanıştım. İkimiz de ruh ikizi geyiğine inanmıyorduk, hala da inanmıyoruz, ama o benim ruh ikizim. Ben bu dünyaya ben olarak gelmeseydim çok büyük ihtimalle o olarak gelecektim. Ben aynı eve çıkalım dedim. O evlenelim anlamış. Evlendik, o boş vakitlerinde roman yazıyor, ben hala ona yazıyorum. Tavladığım gün boşanıcam kendisinden.
28 yaşında bir sahne yazdım. Genç bir adam ölüm döşeğindeki babasıyla konuşuyordu yatağının başucunda. 31 yaşında o sahneyi bizzat babamla yaşadım. Uzun süren bir uykuya yattı babam, bir yıl kadar uyudu. Sonra toprağın altında uyumaya devam etti. Fenerbahçe formasıyla gönderdi kardeşim onu. Kardeşime ne kadar teşekkür etsem azdır.
Temmuz’da 33’e basıyorum. 33 mü bana basacak ben mi 33’e bilmiyorum. Hep aynı şarkı geliyor aklıma, aklımı tutamıyorum.
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım
Övünmem bu yüzden bu yüzden kendimi özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden bu yüzden kendime hala güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım ne kadar az yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengârenk geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem
Güççüğüm…
Karaman’da doğmuşum. Karaman o zaman Konya’nın ilçesiydi. Bir ilin bütün ilçeleri o ilden nefret eder mi? Konya’da eder. Karaman da nefret ediyordu. En sonunda isyan etti ve il oldu zaten.
Bebekliğim Çatak köyünde geçmiş. Geçmiş diyorum orda olmadığım için değil hiçbir şey hatırlamadığımdan daha çok. Yıllarca benim için bir tek Çatak oldu hep. Van’ın Çatak diye bir ilçesi olduğuna da hiçbir zaman inanmadım zaten. Bizim Çatak, arka arkaya söylendiği zaman anlamsızlaşmasıyla ünlüdür… en azından benim için. Van’ın Çatak’ı ise patlamalarıyla tanınmıştır.
Ödemiş’te bir deprem atlatmışım dört aylıkken. Babam kaptığı gibi kagir evimizden çıkarmış beni, birkaç geceyi bahçede geçirmişiz, ateşin etrafında. Belki o yüzden, otuzüç yaşıma geldim hala severim ateşin etrafında geçirilen geceleri. Yaşıtlarım bankalara müdür oldular.
İzmir ilk sevgilimdir. İki kere intihar ettim onun için. Birincisinde merdivenlerden aşağı saldım kendimi bisikletle. Suçlu Cüneyt Arkın. O Gümüşsuyu Parkı’nın merdivenlerinden aşağı arabayla iniyor da ben kendi evimin merdivenlerinden üç tekerlekli bisikletimle niye inemiyorum. Cevabı çok basit, çünkü merdivenlerin bittiği yerde duvar var. Ve duvar, benim beş yaşındaki kafamdan daha sert. Yıllar sonra bir çok kereler köpeğimi dolaştırdım Gümüşsuyu parkının merdivenlerinde. Ama yüzlerine karşı “Sizin yüzünüzden ölüyordum” demedim hiç.
Optolidon pembe renkli bir ilaçtır çamaşır makinesinin üstünde duran. Bir ben içtim bir de intihar eden kızlar. Benim niyetim şeker yemekti ama. İntihar etmek değil. Birincisini emdim, şekeri bitince attım, ikincisini doğrudan yemeye kalktım, acıydı tadı, tükürsene salak. Üçüncüsünü… hatırlamıyorum. Hastanede açtım gözlerimi. Biraz büyük olsaydım durumdan vazife çıkarıp “Necla’yı getirin bana!” diye bağıracaktım.
Magirüs minibüslere aşık oldum sonra. Burunlularına ama, yanlış olmasın. Şoförün yanındaki vites kutusuna otururdum Yeşilyurt’a her gidişimizde. Banttan Orhan Gencebay çalardı acı içinde, İzmir bile puslu ve çamurluydu o zamanlar. Arabeskin bir müzik değil bir ruh hali olduğunu yıllar sonra anladım.
İlkokulda süper kahraman oldum bir zaman. Sarı yağmurluğumu boynuma bağlayıp bahçede insanlar kurtardım sürü sepet. İlk kavgamda iki oğlanı birden dövdüm. Cüneyt Arkın işe yaramıştı sonunda. Ama kavga etmekten hep kaçtım ondan sonra. Korkularım benden önce büyüdü galiba.
Sekiz yaşında bir gün okuldan döndüm, daha eve giremeden kaptılar beni hastaneye götürdüler. Kardeşin oldu dedikleri zaman anladım annemin karnında dokuz aydır büyüyen şişliğin sebebini. Gene süper kahraman gibi hissetmiştim kendimi, abiydim. O otuz santimlik buruşuk şey bugün benden uzun. Birlikte dinlediğimiz ilk maç Fener-Bordo maçıydı. O iki yaşındaydı, ben on.
Dokuz yaşındaydım sanırım, hayatımda ilk mektubumu babamdan aldım. “Ben yokken annenle kardeşine sen bakacaksın, evimizin erkeği olacaksın” diyordu. Süper kahraman olmak ne demekmiş o zaman anladım. Öyle bir ağırlık çöktü ki, omuzlarımı yıllarca kaldıramadım. Hala üzerinde uğraşıyorum.
Çarşamba’yı sel aldı türküsünü ilk Ferhan Şensoy’dan duydum. “Ulan bu Çarşamba’yı alsa alsa ne alır, lingilink lingilink, hah buldum! Sel alır!”. Türküler böyle yazılmaz demişti, hiç unutmam. Türkülerin öyle yazılmadığını Çarşamba’yı sel aldığı sene öğrendim. O sene Çarşamba’yı sel aldı ve sevdiğim yari El aldı. Gerçi El mi yarimi aldı, yarim mi El’i aldı orası tartışılır. Bu El bana kendi elim kadar yakındı. O günden sonra hiç kimseyi elim kadar yakın tutmadım kendime. Sordum; gerçekten de Çarşamba’yı ne zaman sel alsa birinin yarini el alırmış. İşte bu sonuncuyu ben uydurdum. Doğru olmasa da ne yazar, güzel ya bebeğim.
Acılarımın içinden komik çıkarmaya çalıştım hep, neşeli hallerimden hüzünlere dönüşüm de çok hızlı oldu.
28 yaşında ruh ikizimle tanıştım. İkimiz de ruh ikizi geyiğine inanmıyorduk, hala da inanmıyoruz, ama o benim ruh ikizim. Ben bu dünyaya ben olarak gelmeseydim çok büyük ihtimalle o olarak gelecektim. Ben aynı eve çıkalım dedim. O evlenelim anlamış. Evlendik, o boş vakitlerinde roman yazıyor, ben hala ona yazıyorum. Tavladığım gün boşanıcam kendisinden.
28 yaşında bir sahne yazdım. Genç bir adam ölüm döşeğindeki babasıyla konuşuyordu yatağının başucunda. 31 yaşında o sahneyi bizzat babamla yaşadım. Uzun süren bir uykuya yattı babam, bir yıl kadar uyudu. Sonra toprağın altında uyumaya devam etti. Fenerbahçe formasıyla gönderdi kardeşim onu. Kardeşime ne kadar teşekkür etsem azdır.
Temmuz’da 33’e basıyorum. 33 mü bana basacak ben mi 33’e bilmiyorum. Hep aynı şarkı geliyor aklıma, aklımı tutamıyorum.
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün hatalarım
Övünmem bu yüzden bu yüzden kendimi özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden bu yüzden kendime hala güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım ne kadar az yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengârenk geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem
Güççüğüm…
Yorumlar
kücük olmak-genc olmak- büyümek-büyümek-...
yasıyla-zamanla bir derdi olur mu hep ?ne zaman biter ki artık zamanı sorgulaması ?
sorular..sorular...
mine
ben olsam gümüşsuyu bayırından yuvarlanarak kutlardım
33 e bir ekşınla gir..çok sakin bir hayat yaşamışsın olmamış :P
bu iş için 35 i bekle en azından yolu yarılamış olursun..
ama mesela taksimde sana doğru gelen tramvaya inat rayda eylem yapabilirsin...niye 33 üm nannn dieee...sölemesi zor bi yaş 33...bunu protesto et...
kimsye de yaşını söleme öpücük veriyosun zannederler :P
ne bu beaaaa...
bilinçsizdim...izindeim çok kadın programı seyretmekten oldu :(((
kadın programları insanı şiddete mi itiyor? bu bir sosyoloji tezine konu olabilir mi diyorum fish'e :)
2-kadın programı izleyenler zaten şiddete meyilli ...
3-kadın programı izleyen ve doğal olarak şiddete meyilli olan kadından uzak durmak gerekiyor...
çıkardığım nacizane sonuçlar bunlar..:PP
bir diğer sonuç ise eğer evde oturacaksam bir daha izin almayacağım oldu ...
ya da 33 yaşınla ilgili herhangi bir ekşın planı yapmayacağım :P
bu arada lenin'in lafını değiştiriyorum ve "Kadın programları halkın afyonudur" demek istiyorum. hatta diyorum
çekilmiş el freninle seni gümüşsuyu bayırından aşağı bırakmak istiyorum..
ilk fantazim buydu en güzeli de bu..
boşver gavur ellerini...:P
:)