Ana içeriğe atla

La Zona


La Zona, 2007 yapımı bir Meksika filmi. Bu Latinolar, İspanyolları da aldılar yanlarına, takır takır film çekmeye başladılar. Nahoş bir durum, gittikçe sinir bozucu olmaya başladı. Elbette her şeyin temelinde bizim bir türlü beceremediğimiz iyi senaryo var.

Geçen gün Kadir İnanır’ın Seda Sayan’la bir filmi var televizyonda onu seyrediyorum, İmparator. Senaryo rahmetli Erdoğan Tünaş’ın. Film zaten 72 dakika, giriş, gelişme, sonuç. Oluyor ve bitiyor. Dünyayı kurtarmıyor, onun kurtaranı da var gerçi ama akıbeti daha acı. Ne diyordum, basit bir hikaye, temel kurallara uyularak anlatılmış. Seyrederken dalga geçersin, çekebiliyor musun bu basitlikte bir hikaye son zamanlarda? Hayır. Neden? Çünkü hayatın anlamını anlatmaya çalışıyorsun filminde. Onu biliyorsan niye film çekiyorsun ki güzel kardeşim, peygamber ol. Bunlar hep okuldan mezun olurken çekilen kısa filmlerden kaynaklanıyor. “Genç bir çocuk dalda asılı durmaktadır, o sırada yanından çok güzel bir genç kız geçer, çocuk ona aşık olur. Sen benim akışımı bozuyorsun der, gel ve uzaklaşalım bu acılar diyarından.” Ondan sonra olmuyor işte basit film. Bir hikayeyi, basit ve güzel bir hikayeyi anlatmak bu kadar mı zor.

“La Zona” hayır diyor işte. Harbici gecekondu mahallesinin ortasına kurulmuş bir villalar zinciri, üç ya da dört ayrı sitenin birleşimiden oluşan yüksek duvarlı, 24 saat güvenlikli, yeşillikler içinde, kendi okulu, kilisesi, marketi her şeyi olan bir yerleşim La Zona. Tanıdık geliyor mu? Zümrüt Evleri, Maşettın, Mancunuk Siteleri, Höbede Villaları. Şehrin dışında ama şehre yakın, korunaklı, yeni ve modern bir hayat tarzı, kimselere bulaşmadan, kimseleri bulaştırmadan. İçeri girmek için savcılıktan iyi hal kağıdı, nüfus cüzdan sureti ve üç resim. Neden? Çünkü biz farklıyız. Biz onlardan değiliz, olmadığımızı göstermeliyiz. Bizim ciplerimiz var onlarınsa zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Tehlikeli onlar.

Ama gerçekten tehlikeliler. Daha filmin başlarında La Zona’ya neden ihtiyaç duyulduğunu öğreniyoruz. Çünkü dışarısı tehlikeli. Esas kahramanın babası, abisini dışarıda kaybetmiş, parası için mi ne bıçaklamışlar adamı, polis gelmiş, abim gidiyor diye yalvarmış, polis sikine sallamamış, abi ölmüş. Bu site-devletin kurulma sebebi dışarıdaki şiddetten korunmak. Onu içeri sokmamak, çok matah bir şey olan çocuklarımıza daha iyi, daha steril bir gelecek sağlayabilmek. Tanıdık geliyor mu? Bana fena halde geldi. Site devlet diyorsam sebebi var. Öyle bir ayarlama yapmış ki La Zona’nın sakinleri, polis bile içeri izinsiz giremiyor.

Peki La Zona’nın ne olduğunu anladık. Şimdi böyle bir yerde film nasıl başlar ona geçmeden önce fazlasıyla yanlı anlattığımı fark ettiğim La Zona’yı bir de başka bir biçimde anlatmayı deniyorum. Mexico City denen dev şehirde suç almış başını gitmiştir. Ahlaklı, namuslu ve yasal yollardan iyi para kazanan insanlar, ahlaksız, namussuz ve illegal yollardan para kazanan yığının arasında yaşarken kendi değerlerini, hayatlarını tehlike altında hissettikleri için La Zona’yı kurarlar. Burası Şangrila gibi bir yerdir. Suç ve suçlular yüksek duvarların ve yüksek güvenliği aşamayacaktır. Herkesin ve her şeyin güvende olduğu bir yerdir La Zona.

Evet şimdi bu kadar anlattıktan sonra La Zona’da geçecek bir film nasıl başlar meselesine gelelim. Bir gece gittikçe sertleşen bir fırtına başlar. La Zona’yı gecekondu mahallesinden ayıran duvarın hemen yanında duran büyük bir reklam panosu devrilir ve duvarın üstüne düşer. Olayın mahalinin hemen yakınlarındaki dört gençten üçü (geride kalan bir kız çocuğudur), reklam panosunun demirlerini merdiven niyetine kullanarak içeri dalarlar. Karşılarına çıkan ilk evin camını kırarlar ve içeri girip ceplerine sığdırabilecekleri değerli ne varsa çalmaya başlarlar. Bu sırada ev sahibi uyanır, elindeki tabancayla onları tehdit ederek çıkmalarını sağlamaya çalışır. Fakat çocuklardan biri saklanır, sert bir cisimle başına vurur kadının ve bayılmasını sağlar. Olayın devamını ilerleyen bölümlerde öğreniriz. Çocuklardan iki tanesi kaçarken vurulmuş ve öldürülmüştür. Bu arada gaza gelen mülk sahiplerinden birisi güvenlik görevlilerinden birini hırsız sanarak vurmuş ve öldürmüştür. Çocuklardan bir tanesinin kaçmayı başaramadığı anlaşılır ve herkes onu aramaya başlar.

Bundan sonrasını anlatmayacaktım ama anlatmayınca söylemek istediklerim havada kalıyor. O yüzden finali bilmek istemeyenler okumasın.

Orada yaşayan burjuva çocuklarından bir tanesi bu fakir çocuğun kendi bodrumlarında saklandığını fark eder. Fakir çocuk fena halde korkmaktadır. Burjuva çocuk önce onu dışarı çıkarmaya çalışır, fakat La Zona’nın sakinleri çoktan devriyeler oluşturmuştur. Fakir çocuk dışarı çıkamadan fark edilir, izini kaybettirir, soluğu yeniden burjuva çocuğun bodrumunda alır. Açtır, ıslanmıştır. Burjuva çocuk ona yemek ve giyecek getirir. Muhabbet etmeye başlarlar. Çocuk babasının cipiyle onu La Zona’dan kazasız belasız dışarı çıkarmaya karar verir.

Fakat babası onun evde olmadığı bir sırada fakir çocuğu yakalar. Yaka paça evden dışarı çıkarır. La Zona’nın sakinleri etrafını sarar. Adamın amacı La Zona’nın merkez binasına götürüp sorgulamaktır ama insanlar çocuğa vurmaya başlarlar, bir yerden sonra elinden çekip alırlar çocuğu ve yere düşürürler. Kadın, erkek fark etmeden dalarlar çocuğa ve döverek oracıkta öldürürler.

Film başlangıç karesine geri döner. Burjuva çocuk babasının cipiyle sokaklarda dolaşmaktadır. İnsanlar jogging yapmaktadır, öğrenciler karşıdan karşıya geçmektedir, ama burjuva çocuğun kullandığı cipin arkasında fakir çocuğun cesedi vardır.

Kimsesizlerin gömüldüğü bir mezarlığa götürür onu. Mezarcıya bir deste para verir ve fakir çocuğu usulünce gömmesini ister.

Sonra ne mi olur?

Eve dönmeden önce bir seyyar satıcıda taco yer.

İsteyen olursa de-ve-de kulak formatında gönderebilirim. Hazır aklıma gelmişken Lost Room’un üstüne yatmadığımı özellikle Gregor Samsa kişisine belirtmek isterim. Kendisi Kimsesiz Çocuk Remi gibi benimle birlikte her yerleri dolaşmaktadır. İzlemeyi başarınca mimi koyup onu yeni kiracısına göndereceğimdir. Hatta bu yazıyı bitirdikten sonra ilk bölümünü izleyeyim şunun.

Evet anlaşıldığı üzere benim kafam bugünlerde ayrı bir karışık. La Zona’dan bahsederken Lost Room’a uzandım, hemen geri dönüyorum.

Efenim şimdi La Zona hakkında bu kadar bilgi verdikten sonra esas meselemizin ne olduğuna geçebiliriz. Bir film eğer bittikten sonra kafanızda bir kalemde kağıda dökülebilecek kadar net bir soru cümlesi bırakıyorsa bence iyi bir filmdir. Benim bu filmden sonra içimde birkaç tane soru cümlesi kaldı ama en önemlisi şuydu:

Korunmak için kendi etrafına sınırlar çeken insan aynı zamanda kendisini hapsetmiş sayılmaz mı?

Bu soru arka arkaya sorular doğuruyor tabi

Kendi hayat biçimini korumak için korunmasız bir insanı öldürebilir misin?

Sahip olduklarının sana sahip olduğunu anlamak için sınırı ne kadar aşman gerekir? Yoksa bunu asla anlayamaz mısın?

Fakir sınır tanımaz, peki zengin tanır mı?

Bu sorular uzadıkça uzuyor.

La Zona’yı seyredin. Kafanız çok karışacak. O zaman beni daha fazla anlayacaksınız. He he he…
1. NOT: Yemeyip içmeyip filmin linkini bana gönderen Sinan kardeşime de ayrıcana teşekkür
ederim
2. NOT: Ben niye size vermiyorum ki bu linki. Hatta veriyorum. Aha da alın budur:
http://www.mininova.org/tor/1273077 Yalnız bu bir torrent dosyasıdır. Bunu indirebilmek için önce utorrent ya da bittorrent gibi bir programı indirmeniz gerekmektedir. Hadi allah kolaylık versin.

Yorumlar

polente dedi ki…
ben bu filmi devede olarak istiyorum, sora Borsalino'dan da bişi istemiştim, bir de barcelonalardan kalkıp gelen kardan bi kürem olucek siz de , iyisi mi bir ara görüşsek artık. Bu hafta içi bi akşam, siz yazmazkene falan
No More Virgilius dedi ki…
Bu postu okumayı ertelemiş ve "filmi izledikten sonra dönüp bakayım, herif (yani Üstad) kesin ^katil uşak^ der sinir olurum" diye düşünmüştüm. İyi ki öyle yapmışım.
Benim işim sinema veya görsel sanatlar değil, o nedenle bir amatör olarak bir "film" olarak çok özellikli, etkileyici oyunculuğu olan, diyalogları vurucu vs. olduğunu düşünmüyorum La Zona'nın. Ayrıca tek bir filme sığamayacak kadar çok çeşitli temaları işlediği için, hepsini yüzeysel geçmiş neredeyse yapımcı; toplumsal paranoya, fil dişi kulesi tapınıcılığı, sosyal baskının o cemiyeti oluşturan kimselere yönelmesi, maddi gücün herkes üzerindeki iktidarı, sindirilmiş merhamet ve erdem, ilk fırsatta günah işlemenin cazibesi (hırsızlık), şiddetin çocuklar üzerindeki etkisi, 19.yy'da aristokratların sürek avları gibi çok fazla öğe var, hakkı verilecek olsa bu film 8 saat sürerdi ama şimdi bunu yazarken 97 dakika bunları sığdırmanın da marifet olduğu geçti aklımdan.

Ama film boyunca hep Huxley'in Brave New World'ü dönüp durdu kafamda...
Gökhan dedi ki…
Hah! Benim de aklımdan tam olarak Breyv Niv Vörld geçtiydi (arkadaşlar yardım atın virgil gene ukalalık yaptı altta kalmamam lazım, şimdilik oyalıyorum) Evet tam Huksley hocam, gerçekten
Adsız dedi ki…
Ben, ben, ben! Ben istiyorum dvd versiyonunu, çok ilgilendim!
O kardan küreyi de hatırlıyorum sanki, İkea rafların üstünde duruyordu.
Gökhan dedi ki…
siparişler 2 olmuştur, alınmıştır

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!