Ana içeriğe atla

Topuk

Şimdi ben bu resmi niye buraya koydum? Bundan sanırım bir buçuk yıl öncesine kadar topuklarım olduğunu bilmiyordum. Neden bilmiyordum çünkü bana bir rahatsızlık vermiyorlardı. Bir yere çarpana kadar dirseğin olduğunu bilmezsin, kıçına bir şey batana kadar kıçın olduğunu da (Bir takım şahışları, evet şahışları bu kıç benzetmesinde ayrı tutuyorum). Ben de işte topuklarım olduğunu bilmiyordum.

Bir gün işten eve giderken düz yolları bile düz olmayan bu saçma sapan şehrin düz bir yolunda yürürken sağ ayağımı burktum. Çok fena burktum ama çok fena acımadı. Eve geldim. Hala bir sorun yok. Bir kaç gün geçti üstüne basamaz hale geldim. Geçen sene benim için aşırı çalışmayla geçen bir seneydi. O yüzden doktora gitmeyi ihmal ettim. Gittiğimde de yan bağlarımın mı, yandaki bağlarımın mı bir bokların koptuğunu öğrendim. Mösyö lö doktor amca daha önce gelseydim ameliyatla toparlanabileceğimi ama daha sonra geldiğim için artık bunun da mümkün olmadığını, tek çaremin haftada üç gün düzenli olarak fizik tedaviye gelip elektrik yemek olduğunu söyledi.

Ben elbette ki o fizik tedavilere gerektiği gibi ve gerektiği zaman gidemedim. O kadar ki fizik tedavicim Mesut beni arka arkaya iki sefer gördüğünde "Ooo Gökhan Bey, hoşgeldiniz" diyordu. Sonra ne mi oldu, ben sağ ayağımın üstüne doğru dürüst basamadığım için sol ayağımın üstüne fazla yüklenmeye başladım. bu sefer sol ayağımın topuğunda bursit, tendinit, zigtirgit ismi verilen bir takım it'ler türemeye başladı. Bu it denen şey, iltihabın tıpçası. Bu sefer arka arkaya üç defa topuğumdan iğne yemek suretiyle bu itleri geçirttirmeye uğraştım. Ama kar etmedi. Mösyö lö doktor amca bu sefer de sol ayağım için fizik tedaviye gelmem gerektiğini söyledi.

Bu hikaye böyle uzayıp gidiyor. Ben bir buçuk yıldır çeşitli miktarlarda acı çekiyorum. Bugüne kadar bu kadar uzun süreli bir fiziksel acıya katlanmışlığım olmamıştı. Sabahları kalktığımda yataktan zıplayamıyorum, önce ellerimle yatağa dayanıp sonra yavaş yavaş ağırlığımı ayaklarıma veriyorum. Aklıma gelmişken söyleyeyim ayakta bir numara yok, ne varsa topukta var, vücudumuzun bütün ağırlığını o zavallı topuklarımız çekiyor. Ve topuktaki sinirler doğrudan beyne bağlı, yani sinyali direk gönderiyor.

Benim topuklarım da gönderiyor. Acı sinyali. Her sabah, bazen az, "ana bugün az!" dedirtecek kadar az. Bazen de çok, öyle ki yürümekten vazgeçip dizlerimin üstüne çöküyorum ve sürünüyorum bir süre.

Surgam adında bir ilaç var, bağımlısı olmamak için uğraştığım. Doktor House'un Vicodin'i gibi. Topuklarımdaki acı dayanılmaz hale gelmeye başladığından beri House'u ayrı bir sempati ve sevgiyle seyreder oldum. "Aah House'um bunlar bilmez senin ne çektiğini! Ben bilirim! Ben bilirim!"

Topuklarınıza iyi bakın, arada sevip okşayın onları. Siz farkında olmasanız da yürürken bütün ağırlığınızı onlar taşıyor, dengenizi de onlar sağlıyor. Ben attığım her adımda anlıyorum bunu. Hani müdür fıkrası vardır ya, beyin, kalp ve göt arasında geçen. Ben kesin topuklarımı müdür yapardım. Bir düzelsinler onları lunaparka götürücem, sıcak sudan soğuk suya koymıycam topucuklarımı. Aynısını tavsiye ederim. Topuklarınıza iyi davranın, topuklarınıza sıktırtmayın ulen!

Yorumlar

özgün dedi ki…
üzüldüm, geçmiş olsun..
Gökhan dedi ki…
Sağol. Geçmiş olsa ne güzel olur valla
Adsız dedi ki…
Sekiz sene önce sadece sağ el ve ayak bileklerimi kırmakla kalmadım, sağ topuğumu da dörde böldüm. Yürüyebilmem bir mucizedir ama sekiz senedir lanetiyle yaşayan adam misali her sabah ayağımı yataktan yere indirdiğimde bunu hatırlarım ve benim de topuğum için yazdığım bir yazı var.
Yalnız bu meret yağmurla azan romatizma hesabı kışları soğukta falan çoşar yani. Bazı günler acı çekmeden, kusursuz hareket edebilmek için sadece yüzmek istediğimi biliyorum.
(Yok, kardeşim ben bu Borsalino’yla senden tırsmaya başladım. Topuğu çeken arka kasların, bazen topuktan falan da çok ağrıyorsa… Sizin olayı biraz tehlikeye sokuyor ama üçüzdük de hastanede mi ayırdılar bizi? Akraba mıyız yoksa biz?)
Gökhan dedi ki…
Şimdi ben ne yazsam ağrıları üzerinden dertleşen yaşlılar gibi görünücez Müge fakat bir yandan da senin de topuğundan yaralanmış dişi bir aşilyus olduğunu öğrenmek çok şaşırtıcı oldu. Ben yüzmeye başlayınca o kadar iyi hissettim ki kendimi allam yaşasın topuklarım acımadan da hareket edebiliyormuşum demek ki ben oldum. Dayanamıyorum yapıyorum. Yağmur filan yağacağında daha da fena ağrıyo di mi bacım. çok kötü çok!

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!