Ana içeriğe atla

Yavvaş

Mesafeler uzadıkça gözden kaçmaya başlar her şey. Hele bir de dağın başında ya da vapurda ya da sinemada ya da ne bileyim aklının alabileceği herhangi bir yerde, yalnızsan, kendi kendine kaldıysan, nefes alıp verirken bile eşyanın sesi yansır yüzüne. Atmosferde dolaşan binlerce ayrı ses. Taşın sesi, suyun sesi, bir türlü soğutmayan klimanın sesi, motorların sesi, simidin üstündeki susamın sesi... Mesafeler uzadıkça aldatma kolaylaşır. Başkalarını ve kendini elbette. Mutluyum, neşeliyim, haydi hep birlikte çalıp söyleyelim. Yanı başında akan bir lav ırmağı gibi hayat. Paçalarına bulaşmasını nasıl engelleyebilirsin? Ya da üstünde ekin olmayan bir tarla gibisindir. Üstünde ekin olmayan tarlaya tarla denir mi?..

İki nokta, paragraf başı. Sanki anlatacak çok şeyin varmış gibi. Hiçbir şeyden tam olarak sıyrılamadan. Hiçbir şeyi tam olarak sahiplenemeden. Irmağın içinde ya da dışında değil. Tam kıyısında. Teğet.

Dışarıda bağırarak konuşan insanlar var. Çocukken ne çok kızardım gülmeyenlere. Şimdi ben de gülmüyorum o kadar fazla. Yüzüm eskimesin diye. O kadar çok maskeyle kim uğraşır ki. Ben bunları yazıyorum ki hiçbiriniz okumayın. Zamanınızı daha önemli şeylere harcayacağınızı getireyim aklınıza. Dünyanın en miskin ve en güzel çalgıları bu coğrafyada doğdu. Ney, tambur, kemence, miskinliğin çocukları, miskinliği doğurdular. Hiçbirimiz engelleyemedik. Hiçbirimizin işine, hiçbirimizin içinden gelmedi. Almanya'ya giden işçilerimiz, eşşek gibi çalıştırıldıklarından şikayet ettiler hep. Almanlar da eşşekler gibi çalışıyorlardı halbuki. Halbuki orası onların ülkesiydi. Eğlenmeyi bilmiyorlar dedik hep. Ama en çok turisti de oradan aldık. Niye anlatıyorum şimdi ben bunları. Diyeceğim şu ki... Diyeceğim hiçbir şey yok aslında zırvalıyorum. Yoruldum. Ruhum bozuldu. Bedenim yoruldu.

Tek nokta paragraf başı. Gerçeğin anlamını yitirdiği bir yerde oturuyoruz hepimiz. Bundan bir sene öncesine kadar cinnet en yakın komuşumuzdu. Ne çabuk unuttuk o günleri. Hala öyle belki, ama biraz daha gizli şimdi. Git evinde geçir cinnetini kardeşim milletin huzurunu bozmaya hakkın yok ki...

Üç nokta son paragraf. Bitişin olsun da yeniden başlayışın olmasın işallah. Yazıya hakaret etmek ne kadar kolaydı. Ve bunu da gene yazıyla yaparsanız dadına doyum olmaz. Akşamlar olur. Uykusuzluklar üst üste biner. İri memeli kadınlar memelerinin arasında sıkıştırır. Nefes bile alamazsınız. Sizinle bu kadar sizli bizi konuştuğuma bakmayın. Anında ağzınıza sıçabilecek kudrete sahip olduğumu bilmektir beni bu kadar terbiyeli yapan. Bitti. Yallah.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
SENİN GİBİ KUDRETLİ İNSANLARIN TUVALETİ KULLANMASI GEREKMİYORMU USTA.
No More Virgilius dedi ki…
Bunu ve bir önceki yazıyı içim ürpererek okudum. Hatta korku bile duydum.
Gökhan dedi ki…
Bir zamanlar böyle bir dönem geçirmiştim usta, tuvalet kullanmadığım bir dönemdi.

Virgilius o dönemde çok eğlenceliydim ben, deli sanıyorlardı beni Peyote'de Replikas çalarken bir köşeye oturup bunları yazıyordum, herkes zıplarken. Enteresandı.
Kali Rind dedi ki…
Efendim, bir 'e-posta' verin de, bizim de gizli kapaklı üç beşimiz olsun... Saygılarımla.
Gökhan dedi ki…
Tabiy ki Kali Rind bana harezmi@hotmail.com'dan ulaşabilirsiniz. Müşteri hizmetleri telefon numaramız da
444 0 Harezmi :P

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!