Ana içeriğe atla

Çakma Tarih Yazıları-3


Yerebatan Sarnıcı

Yerebatan Sarnıcı Bizans’tan kalmadır evet. Fakat onun hakkında yıllardır bir takım yalan yanlış bilgiler ortaya atılmış, atılmakla kalmamış cahil halk kitleleri üzerinde baskı yapılarak onların bu yalan yanlış bilgilere inanmaları sağlanmıştır. Bunun en önemli sebebi aslında Yerebatan Sarnıcı’nın gerçekte ne şekilde kullanıldığının devletin ileri gelenleri tarafından bilinmesi ve bu kullanım şeklinin gayri ahlaki olduğuna kanaat getirilmesidir. Halbuki Yerebatan Sarnıcı da en az Topukhapı Sarayı kadar insani, insana ait olan, insansı yani hominid ve insancıl yani hümanist bir yapıdır. Çünkü,

Yerebatan Sarnıcı dünyanın en eski garsoniyerlerinden biridir!

Evet, uzun yıllardan beri süregelen etimolojik ve arkeolojik çalışmalarım sonucunda gönül rahatlığıyla bu gerçeği sizinle paylaşabilirim. Konuyla ilgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler “Lamia Tarihi” (Beriken Yayınları 1998 sf.154) kitabına ve Berkant’ın “Bizans’ta Samanyolu: Erken Bizans Dönemi’nde Cinsellik” (Laylaylom Müzik, 1975) kırkbeşliğine bakabilirler. Berkant’ın ustalık dönemi çalışmalarından birisi olan bu eser maalesef bugün ancak sahaflarda ve bir takım kalburüstülerde bulunmaktadır.  (Modern zamanlarla birlikte arka sokaklara çekilen kalburüstücülüğün yaşatılması da ayrı bir yazının konusu olmayı hak ediyor)
Yerebatan Sarnıcı ile ilgili birbirinden yanlış iki teori vardır. Birincisi ne yazık ki, üzülerek söylüyorum ismin vermek istemediğim –ismini hepiniz biliyorsunuz zaten- bir akademisyenin derinlemesine araştırmadan ortaya attığı bir teori. İkincisi ise daha da fena, kulaktan dolma bilgilerle oluşturulmuş bir şehir efsanesi…

Birinci teoriye göre Yerebatan Sarnıcının adı köfteden gelir. Peki ama nasıl?

Eski Bizansça’da NIC nedir?

Bugün Sultanahmet Köftesi adıyla bildiğimiz, aslında ilk defa bin beş yüz yıl önce, bugün Belgrat Ormanları dediğimiz, o günlerde 2.Theodosius Eğitim ve Dinlenme Tesisleri adıyla anılan bölgede yapılan köfteden bahsetmiyorum. Onun Eski Bizansça’daki adı hepimizin de bildiği üzere NIC değil NIÇ.
Şimdi basit bir etimolojik hatanın nelere sebep olduğunu daha iyi anlamanız için 2.Theodosius Eğitim ve Dinlenme Tesisleri’nin Eski Bizansça’nın halk lehçesinde kısaltılmış söylenişine dikkatinizi çekmek istiyorum. İerebaitançar!

Bu zaman içinde neye dönüşüyor? Yerebatansar’a. Burada yapılan köftenin adı ne? Yerebatansar köftesi. Yani Yerebatansar NIÇ’ı. Ne oluyor size? Yerebatan Sarnıç’ı. Evet bugün hala bu köfteyi yiyoruz. Ama kimse de dönüp “Arkadaş! Sayın akademisyen! Belgrat Ormanları’nda yapılan köfteyle buranın ne alakası var?” demiyor. Olduğu gibi kabul ediyoruz. Sorgulamıyoruz. Yazık!

Halbuki Eski Bizansça’da NIÇ kelimesi “köfte” anlamına gelirken NIC kelimesi “köfte dudaklı sevgili” yani “metres” anlamına gelir. Bizanslılar o dönemde uzunluk ölçülerini henüz keşfetmedikleri için metres kelimesini kullanmalarını beklemek haliyle abesle iştigal olurdu.  O yüzden NIC yani köfte dudaklı sevgili metres kelimesi yerine cuk oturuyor. Yeri gelmişken Gesi Bağları’nda yaşayan yeşil başlı gövel ördeğin sol ayağının dördünü perdesinden alınan si notasıyla yapılan silikonun tarihte ilk defa Bizans’ta “köfte dudaklı sevgili”lerin dudaklarını köfteleştirmek için kullanıldığını da belirtmeden geçmemek gerekir.
Peki bugünkü garsoniyerin anlamı nedir? Metresin ya da sevgilinin sarıldığı yer değil mi?  Peki Nicosia yöresinden derlenen Erken Bizansça türkü ne diyor?

Basilicus Ephesos’a gitti oldu hacı
Unuttu o gün hemi tahtı hemi tacı
Unuttu imparatoriçeyi, karıyla kardeş bacı
Kurtulacak Bizans, Basilicus sarsa NIC’ı

Açıkça bir siyasi taşlama olan bu türküde de net bir şekilde görüldüğü üzere “NIC’ı sarmak”, “sevgiliyle sarılarak yatmak” anlamında kullanılan eski Bizansça’nın yaygın deyimlerinden biridir. Bizans’ta özellikle tekfurların İstanbul’un çeşitli yerlerine yaptırdıkları garsoniyerlerin yani SAR-NIC’ların adı işte buradan gelir. Yazın karıyı, çocukları Ağva’ya, Ayvalık’a, Erdek’e, Kumbağ’a ve Saros’a bırakan tekfurlar, “İmparator çağırdı” bahanesiyle İstanbul’a gelir ve fakir halktan sömürdükleri vergilerle yaptırdıkları SAR-NIC’larında dünyanın o dönem bilinen bütün kıtalarından gelen köfte dudaklı sevgililerle günlerini gün ederlerdi.
İşte Mavrikios döneminde Bahriye Nazırı olarak görev yapan ve dünyadaki ilk Marmaray’ın da mimarı olan Midilli doğumlu tekfur Piçiladis’in yaptırdığı garsoniyer bugün hepimizin Yerebatan Sarnıçı olarak bildiği binadır.

Erken Bizans döneminde Piçiladis SAR-NIC’ı olarak bilinen bu bina Piçiladis’in ölümünden sonra bir süre DSİ Genel Müdürlüğü olarak hizmet vermiş, geçen zaman zarfında Piçiladis’in adı unutulmuş, binaya uzun süre Bahriye Nazırı Sarnıcı denmiştir. Cumhuriyet dönemi ve dilde sadeleşme hareketiyle birlikte Bahriye Nazırı Sarnıcı yerini Denize Bakan Sarnıcı’na bırakmıştır. O dönemde tesadüfen deniz manzaralı da olan SAR-NIC, 1950’lerdeki şehirleşme hareketinden nasibini almış, önü tamamen binalarla kapanınca uzun bir süre unutulmuştur.

1970’lerin başlarında yeniden hatırlanan ve artık yanlış olarak “Sarnıç” olarak anılmaya başlanan SAR-NIC hakkında bölgenin yaşlılarından bilgi alınmaya çalışılmış, yaşlılar SAR-NIC’ın adını tam olarak hatırlayamadıkları için “valla bi yere bakıyordu ama nereye bakıyordu hatırlamıyoruz” demişler ve tarihi garsoniyer, kayıtlara “Bir Yere Bakan Sarnıcı” olarak geçmiştir. Zaman içinde önce “Bir” kelimesi düşmüş, sonra “Bakan” yerini “Batan”a bırakmış ve Piçiladis’in garsoniyer olarak kullandığı bu zevk ve sefa yuvası turistlerin görmek için birbirleriyle yarıştıkları bir para tuzağına dönüşmüştür. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!