Geç kalktım, 11 gibi, bugün pazar ya kendime izin veriyorum. Ne alakası varsa. Ben sabah 9 akşam 5 çalışan biri değilim ki ne zaman istersem o zaman kalkarım. Gittim güzel bir kahvaltı yaptım. Croque Paysanne yedim. Adına bakınca çok üf bir şey gibi duruyor ama bakmayın adına. Köy ekmeğinin üstüne jambon, onun üstüne peynir, onun da üstüne yımırta. Tam istediğim gibi bir kahvaltıydı ama.
Meydanın bir köşesine konuşlandım gelen geçenleri seyrettim. Yaşlı kadınlar geçti, kocası atmış yaşlarındayken ölmüş yaşlı kadınlar. Daha yaşlı kadınlar geçti. Kocasını ikinci dünya savaşında kaybetmiş kadınlar. Daha da yaşlı kadınlar geçti. Kocasını birinci dünya savaşında kaybetmiş kadınlar. Artık ölmüş olması gereken kadınlar bile geçti anasını satayım! Kocasını 1881'de kaybetmiş kadınlar bile geçti. Niye bu kadar çok yaşıyor bu kadınlar? Biz niye atmışı zor görüyoruz? "Ömrümü tükettin ömrümü!" lafı erkekler için geçerli demek ki.
Tatlı olarak da Tarte Paysanne yemiş bulunuyorum. O da elma püresinin üstüne elma dilimlenmiş tart oluyor, üstüne de vanilyalı dondurma. Yanında da Earl Grey poşetinde çay. Bu arada sokaktan geçen kızları sayıyorum, bakalım kaç güzel kıza karşılık kaç çirkin kız geçecek.
Dün gece "hep destek tam destek" şiarıyla bizimkilerin maçını seyretmeye gittim. Sora sora Bağdat bulunabildiği gibi Paris'te digiturk yayını yapan bir mekan da bulunabiliyor. Bunu yapabilmek için Montparnasse'tan bir aktarma yapıp 4 nümrolu metroya bindim. Strasbourg-Saint Dennis istasyonunda indim metrodan. Bir anda ortam değişti. İstasyonun merdivenlerinden çıkarken beni kesen zenci abilerle karşılaştım. Kafamı yer seviyesinden çıkarınca başka bir Paris'e geldiğimi anladım. Sarkozy'nin nefret ettiği Paris burası. Benim geldiğim yer resmen "Beyaz" Fransızların mekanıydı. Burası banliyö gibi de değil, multi-kulti bir mahalle. Afrikanın muhtelif eski Fransız sömürgesi ülkelerinden gelen zenci abiler, ablalar arasından Türkçe cümleler fışkırmaya başlayınca doğru yere geldiğimi anladım. Bir cadde var, Et ve Gıda Pazarı caddesi orası. Belki Fransızca adı başkadır ama Türkçe adı bu. Dar ve kalabalık sokaklarda Tunuslular ve Karslıların arasından yürüyerek biraz boş olan ilk Türk dükkanına nerede maç seyredebileceğimi sordum. Sonra da tarif ettikleri sokağa girdim. Sokakta karşılıklı iki tane Türk kitabevi var, muhtemelen 12 Eylül'den sonra buraya zıplayan solcu abilerimiz tarafından kurulmuş. Henüz maç seyredecek yeri bulamamışken birden Türkiye'nin herhangi bir yerinde rastlayabileceğiniz türden bir kahvehanenin önünden geçtim. "Çiçek Çay Evi". Doğal olarak hemen daldım tabi içeri. Kalabalık, fosur fosur sigara içilen bir kahve. Bizimkilerden tek farkı bira da satıyor olması. Yani açık seçik bira satıyor olması. Oturdum bir grup Trabzonluyla maçı seyrettim. İnsan kendi yaşadığı gerçekliğe ne kadar çabuk dönebiliyor. Maçı bitirip dışarı çıktığımda Paris çarptı yüzüme yeniden, yüksek ve eski binalar, Çin restoranları, barları, geniş yollarıyla. Halbuki o iki saat içinde unutuvermiştim Paris'te olduğumu. Dışarı çıktım, PTT'nin duvarında Türkçe bir komünist afiş. Biraz ilerde bir zafer takı var. Altında Noel ağaçları...
Elbette ve doğal olarak güzel kızların sayısı çirkin kızlardan oldukça fazla. Bir kaç tanesi bir iki kere geçti. Kalabalık bir sahnede, öndeki aktörleri değil arka plandan geçen figüranları seyrediyormuşum gibi geldi. Onlar da aynı hat üzerinde gider gelirler sürekli. Aynı kızı iki üç kere görebilirsin mesela. Bu kızlar kendimi kalabalık bir film karesinin içinde hissetmem için dolaşmıyorlar buralarda. Noel alışverişi yapmak için dolaşıyorlar... Yani... Sanırım...
Meydanın bir köşesine konuşlandım gelen geçenleri seyrettim. Yaşlı kadınlar geçti, kocası atmış yaşlarındayken ölmüş yaşlı kadınlar. Daha yaşlı kadınlar geçti. Kocasını ikinci dünya savaşında kaybetmiş kadınlar. Daha da yaşlı kadınlar geçti. Kocasını birinci dünya savaşında kaybetmiş kadınlar. Artık ölmüş olması gereken kadınlar bile geçti anasını satayım! Kocasını 1881'de kaybetmiş kadınlar bile geçti. Niye bu kadar çok yaşıyor bu kadınlar? Biz niye atmışı zor görüyoruz? "Ömrümü tükettin ömrümü!" lafı erkekler için geçerli demek ki.
Tatlı olarak da Tarte Paysanne yemiş bulunuyorum. O da elma püresinin üstüne elma dilimlenmiş tart oluyor, üstüne de vanilyalı dondurma. Yanında da Earl Grey poşetinde çay. Bu arada sokaktan geçen kızları sayıyorum, bakalım kaç güzel kıza karşılık kaç çirkin kız geçecek.
Dün gece "hep destek tam destek" şiarıyla bizimkilerin maçını seyretmeye gittim. Sora sora Bağdat bulunabildiği gibi Paris'te digiturk yayını yapan bir mekan da bulunabiliyor. Bunu yapabilmek için Montparnasse'tan bir aktarma yapıp 4 nümrolu metroya bindim. Strasbourg-Saint Dennis istasyonunda indim metrodan. Bir anda ortam değişti. İstasyonun merdivenlerinden çıkarken beni kesen zenci abilerle karşılaştım. Kafamı yer seviyesinden çıkarınca başka bir Paris'e geldiğimi anladım. Sarkozy'nin nefret ettiği Paris burası. Benim geldiğim yer resmen "Beyaz" Fransızların mekanıydı. Burası banliyö gibi de değil, multi-kulti bir mahalle. Afrikanın muhtelif eski Fransız sömürgesi ülkelerinden gelen zenci abiler, ablalar arasından Türkçe cümleler fışkırmaya başlayınca doğru yere geldiğimi anladım. Bir cadde var, Et ve Gıda Pazarı caddesi orası. Belki Fransızca adı başkadır ama Türkçe adı bu. Dar ve kalabalık sokaklarda Tunuslular ve Karslıların arasından yürüyerek biraz boş olan ilk Türk dükkanına nerede maç seyredebileceğimi sordum. Sonra da tarif ettikleri sokağa girdim. Sokakta karşılıklı iki tane Türk kitabevi var, muhtemelen 12 Eylül'den sonra buraya zıplayan solcu abilerimiz tarafından kurulmuş. Henüz maç seyredecek yeri bulamamışken birden Türkiye'nin herhangi bir yerinde rastlayabileceğiniz türden bir kahvehanenin önünden geçtim. "Çiçek Çay Evi". Doğal olarak hemen daldım tabi içeri. Kalabalık, fosur fosur sigara içilen bir kahve. Bizimkilerden tek farkı bira da satıyor olması. Yani açık seçik bira satıyor olması. Oturdum bir grup Trabzonluyla maçı seyrettim. İnsan kendi yaşadığı gerçekliğe ne kadar çabuk dönebiliyor. Maçı bitirip dışarı çıktığımda Paris çarptı yüzüme yeniden, yüksek ve eski binalar, Çin restoranları, barları, geniş yollarıyla. Halbuki o iki saat içinde unutuvermiştim Paris'te olduğumu. Dışarı çıktım, PTT'nin duvarında Türkçe bir komünist afiş. Biraz ilerde bir zafer takı var. Altında Noel ağaçları...
Elbette ve doğal olarak güzel kızların sayısı çirkin kızlardan oldukça fazla. Bir kaç tanesi bir iki kere geçti. Kalabalık bir sahnede, öndeki aktörleri değil arka plandan geçen figüranları seyrediyormuşum gibi geldi. Onlar da aynı hat üzerinde gider gelirler sürekli. Aynı kızı iki üç kere görebilirsin mesela. Bu kızlar kendimi kalabalık bir film karesinin içinde hissetmem için dolaşmıyorlar buralarda. Noel alışverişi yapmak için dolaşıyorlar... Yani... Sanırım...
Yorumlar