Ana içeriğe atla

Otopsi Raporları-2

İşbu raporlar Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrası Kanununun 13. Maddesi'ne (Rapor vermeye yalnız tabipler mezundur) kimliği belirsiz kişilerce yapılan bir ekleme (bir de kafası çok karışıklar) uyarınca yazılmıştır. Vakaların hiçbiri yaşamamış, dolayısıyla da ölmemiştir. Fakat bu kesinlikle, yaşamla ölümün kolkola gezdikleri ve 'önümüze gelene bir tekme' oynadıkları bir ülkenin varolmadığı anlamına gelmemektedir.

Rapor-Sayı 48398

Selamiçeşme Camii yakınlarında sabah namazından çıkan dedeler tarafından bulunan, yeni doğmuş, hüviyeti meçhul bebek cesedine, yani kendi maçlarının uzatmalarını oynayanların buldukları, maçı, başlama düdüğünden hemen sonra iptal edilmiş bir garip topçuya, genç İst. Cum. Sav. Yard arkadaşla birlikte, belediye otobüsü şoförlerinin paso için öğrencilere bağırdığı, pilavcıların uykuya yatıp, simitçilerin çalışmaya başladığı bir saatte, yani yaşam inadına devam ederken otopsi yapılmıştır. Genç İst. Cum. Sav. Yard arkadaş artık kaşarlandığı için otopsinin sonuna kadar yanımızda durmayı başarmıştır.

DIŞ MUAYENE:

48 cm boyunda, 3200 gram ağırlığında -iyi kazanan bir babanın akşam çocuklarına götürdüğü et kadar- cinsen erkek, ölü katılığında, göbeği kesilip bağlanmış, göbek bağının bir kısmı yavru kediler tarafından yenmiş, sternum üzerine yapıştırılan plasterde, biyolojik bir şakayı andıran ve tüm suçu yukarıdakinin üstüne atan adı (Hüdaverdi) yazan ve kendi isteğiyle gelmediği dünyada bir kaç saat azap çektikten sonra kendi isteğiyle ayrılmadığı, boynundaki ip izlerinden anlaşılan insan yavrusunun cesedinde travmatik bir belirtiye, dudağında meme izine, çekik ve buz gözlerinde anaç bir tek bakışa rastlanmamıştır. Dünyamıza yatıya değil de sadece bir orta kahve içmeye gelmiş olan bu 48 cm'lik insanda bulunabilen tek dünyevi şey morarmış boynunun hemen kenarına bulaşmış olan martı bokudur.

İÇ MUAYENE:

Ekmek hamuru kadar yumuşak olan göğüs ve baş, neştere gerek kalmadan meyve bıçağıyla açılmıştır. İç organlar genel olarak, yeni kurulmuş bir fabrikada, henüz çalışmaya başlamışken, fabrika sahibinin ani iflasıyla ortada kalan ve çeliği yorulmaya bile fırsat bulamadan çürümeye başlayan makineleri andırmaktadır.

İstisnai organlardan birisi beyindir. Beyin kesitleri ödemli ve yer yer noktavi kanamalıdır. Oksijenle çok kısa süre önce tanışmasına rağmen onsuz kalmaya bu kadar çabuk tepki veren bu en fazla 100 gramlık beynin, oksijene olan büyük aşkına saygı duyulmuş, derin derin nefes alınarak, kimselere çaktırmadan "yaşıyoruz çok şükür" düşüncesi otopsiyi yapan doktorun 350 gramlık beyninin keşfedilememiş bölgelerinde dolaşmaya çıkarılmıştır.

İstisnai sayılabilecek diğer organlar ise kalp ve akciğerlerdir. Kalbin, en fazla top sektirmece oynayan oğlanların kırdıkları rekorlar kadar atmaya vakit bulabildiği ve sonra ip atlama sırası kendisine geldiği anda bombardıman başladığı için saklanmak zorunda kaldığı sığınağın bir köşesine küskün küskün büzülüveren bir kızcağız gibi göğüs kafesinin bir köşesine çekilip kaderine razı olduğu anlaşılmıştır.

Kibrit kutusuna çizilmiş bu Adem resimciğinin akciğerlerinin ise ilk nefeste bakkaldan yeni alınan ve daha üstündeki toz bile silinmeden şişirilen bir balonun çıkardığı sesin aynısını çıkartmış olduğu anlaşılmaktadır. Büyük ihtimal tam da o anda şairin "dünyanın en güzel sesi" dediği şey yayılmıştır havaya; "yeni doğanın ilk zafer türküsü", bir insanın ilk zafer çığlığı: Ingaaa... Yahut daha Türkçe bir anlatımla: Acıdı bee!

SONUÇ

Otomobillerin dışında ve sinemaların kapısında dahi fırsat eşitliğinin dibine kadar hissedildiği günümüz dünyasında, sahnede ayağı kırılan bir balet kadar bile değeri olmayan bu israf edilmiş insan bedenindeki ölü morluklarının, doğru dürüst yaşama fırsatı olsaydı, babasının "yerim ben oğlumun..." ile başlayan cümlelerle sevmek için uzanacağı noktada görülmesi acı tebessümlere sebebiyet vermiştir.

Bundan dört yüz küsur yıl önce Topkapı Sarayı'nın hareminden çekip alınarak boğulan bir kaç saatlik bir şehzade, Devlet-i Alî Osmanî'nin bekası için siyaseten katledilirken bir cihan imparatorluğunu kurtarmanın o muhteşem ağırlığını da yanında taşıyarak gitmiştir.

Bundan yedi yüz küsur yıl önce Avrupa'da vebanın kırıp geçirdiği bir ortaçağ şehrinde, uzun yıllardan sonra doğan ilk erkek çocuk bütün bir şehrin kurtuluş mucizesi olmuş, ama sadece bir kaç saat yaşayıp ölmüş, o şehrin tüm varolabilme umudunu ve vebanın kendileriyle kedinin fareyle oynamasından bıkmış binlerce insanın intiharını da sırtına yükleyip çekip gitmekte hiçbir sakınca görmemiştir.

Cami kenarında bulunan bu az kullanılmış bir silgiden biraz daha büyük ölü ise ne on iki Oscar'lı bir film kadar süren yaşamında ne de eşofman ipi marifetiyle başlayan ölümünde böylesi ağır bir anlama vakı olamamıştır. İşbu durumda doğarken herkesin eşit olduğunda bahsedenlerin anal ve genital bölgelerine sivri ve can acıtıcı...

Söylenecek çok şey olmasına rağmen başından sonuna kadar otopsiyi izlemeye dayanabilen genç İst. Cum. Sav. Yard.'ın DGM DGM bakması üzerine bu rapor tam da burada şırrak diye sona erdirilmiştir.

Doktor
g.h.
İmza

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!