Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Budaaa Peşteee Budaaa Peşteee Alışmalısın Alışmalısın Alışmalısıın

Yazının başlığındaki söz oyununu anlayan arkadaşları tebrik ediyorum. Çok yorgun olduğum zamanlarda çağrışımlar uçuşuyor beynimde. Son bir haftadır farkettim ki bu sadece beynimi yormakla alakalı değil, fiziksel yorgunluk da aynı etkiyi yapıyor bende. Geçen gün Anıl'a bir mail attım "Anıl şunu şunu ediver" şeklinde sonra da arkasına "ya da Halide Edip Adıvar nihahahaé!" yazmışım. O derece fena olabiliyorum. Gene geçen gün Ekin eski sokağımızdan köpeklerimize atlayan ve bizi üç buçuk attıran keneleri hatırladı ve "Gökhan kene var mı?" diye sordu. Ben de boş bulunup "Yok ama istersen getirtebilirim" dedim ve yere düşüp bir saat kadar güldüm. Ekin nefret etti benden ama n'apıyim o anda acayip komik gelmişti ve itiraf ediyorum hala da çok komik geliyor. Anlatılmaz yaşanır. Bir yandan taşınma dertleriyle uğraşırken bir yandan da Macaristan’da yapacağımız kamp için hazırlık çalışmaları yapıyordum pazartesi günü. Şeytanın dürtesi geldi beni. İst

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!

Her Kahvenin bir Kafası Var

Ben çok kahve içen bir insanım. Aynı zamanda çok çay da içiyorum. Çayda olmuyor ama kahvede kesinlikle oluyor. Bir litreye yakın kahve içince vücuttaki kafein oranı çüş sınırını bir hayli geçiyor. O zaman da kahve kafasının ne olduğunu anlıyor insan. Çocukluğumun geçtiği evde yıllar boyu bir köşede boynu bükük durmuş olan kahve makinesini ilk keşfettiğimde yirmili yaşlarımın ortalarındaydım. Zavallı yavruyu alıp hemen İstanbul'a getirdim. Kahve makinesinde yapılan kahvenin adı filtre kahvedir. Sizin ve maalesef benim de kafelerde ısmarladığımızda önümüze getirilen şeyin adı aslında Americano'dur. Tadı da bir halta da benzemez. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda inceden İtalya'yı işgal eden Amerikan askerleri, zifir gibi şat espresso'yu içemedikleri için espresso'nun içine sıcak su koyarak kendi filtre kahvelerine en yakın tadı yakalamaya çalışmışlar. Ama ne espresso'nun yoğun kıvamı, keskin tadı ve uyarıcı özelliği kalmıştır Americano'da, ne de filtre kahve

Nihat diye bir çocuk

Bunu yazmazsam çatlarım. Maçın yetmiş küsuruncu dakikası... Colin Kazım'ın panikle yaptığı ikinci kötü ortanın ardından Nihat'ın Colin'e ellerini açarak "sakin ol" dediği anda her şeyin bitmediğini hissettim. Nihat'ın yüzünde öyle bir ifade vardı ki, değil mağlup durumdaki bizim takımın, galip durumdaki Çeklerin yüzünde bile yoktu o ifade. Biz kolay gaza gelen insanlarız, çoğu zaman o gazımızın altından bir şey çıkmaz. Ama Nihat gaza gelmemişti. Yüzünde çok az insanın yüzünden gördüğüm bir ifade vardı. Kendinden emindi. Bu ifadeyi bir futbolcuda daha görmüştüm daha önce. İstanbul'da oynanan Milan-Liverpool maçının ikinci yarısında Steven Gerrard da arkadaşlarına "daha bu maç bitmedi" der gibi bakıyordu. Hayatımda bir kere olsun kendimden bu kadar emin olabilmek istiyorum ben! Yeter artıkın bu kafa karışıklığı olayı! Değiştireyim artık bu blogun adını! Kafam gayet yerinde olabilir, ne yaptığımı çok iyi biliyorum olabilir, eminim ben olabilir, ben

Eskiden Ben

Yıllar önce yazdığım üç tane yazıyı buraya geçirme ihtiyacı hissettim. Bir gün kaybolurlarsa en azından burada bulunurlar diye. İnternet hiç kaybolmıycak ya o bakımdan. Sırasıyla okumak isteyen En alttan, Nurettin Eşfak'tan başlayıp yukarıya doğru çıkabilir. Çıkmayabilir de

Otopsi Raporları-2

İşbu raporlar Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrası Kanununun 13. Maddesi'ne (Rapor vermeye yalnız tabipler mezundur) kimliği belirsiz kişilerce yapılan bir ekleme (bir de kafası çok karışıklar) uyarınca yazılmıştır. Vakaların hiçbiri yaşamamış, dolayısıyla da ölmemiştir. Fakat bu kesinlikle, yaşamla ölümün kolkola gezdikleri ve 'önümüze gelene bir tekme' oynadıkları bir ülkenin varolmadığı anlamına gelmemektedir. Rapor-Sayı 48398 Selamiçeşme Camii yakınlarında sabah namazından çıkan dedeler tarafından bulunan, yeni doğmuş, hüviyeti meçhul bebek cesedine, yani kendi maçlarının uzatmalarını oynayanların buldukları, maçı, başlama düdüğünden hemen sonra iptal edilmiş bir garip topçuya, genç İst. Cum. Sav. Yard arkadaşla birlikte, belediye otobüsü şoförlerinin paso için öğrencilere bağırdığı, pilavcıların uykuya yatıp, simitçilerin çalışmaya başladığı bir saatte, yani yaşam inadına devam ederken otopsi yapılmıştır. Genç İst. Cum. Sav. Yard arkadaş artık kaşarlandığı için

Otopsi Raporları-1

İşbu raporlar Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrası Kanununun 13. Maddesi'ne (Rapor vermeye yalnız tabipler mezundur) kimliği belirsiz kişilerce yapılan bir ekleme (bir de kafası çok karışıklar) uyarınca yazılmıştır. Vakaların hiçbiri yaşamamış, dolayısıyla da ölmemiştir. Fakat bu kesinlikle, yaşamla ölümün kolkola gezdikleri ve 'önümüze gelene bir tekme' oynadıkları bir ülkenin varolmadığı anlamına gelmemektedir. Rapor-Sayı 48398 Zeytinburnu'nda ölü olarak bulunduğu bildirilen, şivesinden Siverekli, ellerindeki nasırlardan da inşaat işçisi olduğu anlaşılan ve fakat başka herşeyi meçhul, 25 yaşlarındaki erkek cesedine, çocukların bisikletle dolaşmaya çıktığı, insanların piknik yapmak için bir avuç yeşil ot uğruna belediye parklarında birbirleriyle kavga ettiği güneşli bir pazar günü, yani yaşam inadına devam ederken, genç İst. Cum. Sav. Yard arkadaşla otopsi yapılmıştır; İst. Cum. Sav. Yard arkadaş daha otopsinin başında kusarak morgu terketmiştir. DIŞ MUAYENE: 1

Nurettin Eşfak

Nurettin Eşfak’ın mektubu, Kuvayi Milliye Destanı’ndaki şiirlerden biridir. Yıllar önce nerden cesaret bulduysam bu şiire bir karşılık yazmıştım. Neden böyle bir işe kalkıştığımın daha iyi anlaşılması için Nazım’ın şiirini de ekledim. Üstteki Nazımdır, alttaki ben. Hayır üstün yeteneğim yüzünden karıştırılabilir o bakımdan. (Bkz: Kendi kendine götüyle gülmek) Nurettin Eşfak'ın Mektubu kardeşim, sana bu mektubu ankara`da kuyulu kahvede yazıyorum. hep aynı anadolu havalarını çalıyor gramofon kocaman bir boru çiçeğine benzeyen ağzıyla, dışarda yağmur. mektepten istifa ettim. cepheye gidiyorum ihtiyat zabitliğiyle. çocuklarımıza türkçe okutmak, öğretmek, sevdirmek onlara dünyanın en diri, en taze dillerinden birini, kendi dillerini, güzel şey, büyük şey. fakat bu dilin insanları için çakmak çalmak cephede daha büyük daha güzel. biliyorum : iş bölümünden bahsedeceksin. fakat, ankara`da çocuklara ders vermek, bozkırda ateş hattına girmek haksız ve hazin bir iş bölümü. öyle günlerde yaşıy

FLAŞ: Karacasu ve Kavlaklı Merkeze mi Bağlanıyor!

Nerden, nasıl geldim de buldum bu haberi bilmiyorum. Bu yazı hakkında bile yazılabilecek çok şey var aslında. Zamanı ve hayatı farklı algılama, daha bir sürü şey. Ama sadece bu manşet bile kendi kendine çok şey anlatıyor. Devamını okumak isteyenler burdan bulabilirler.

Mimmiş

Bu sobeleme mimleme dünyasında halihazırda olağan şüpheli bir insanım. Hala Gregor 'un mimini devam ettirememişken Borsalino 'dan geldi bi tane. Allahtan bu seferki seyretmeli değil yazmalı. O zaman boş durmayayım siftahı ben yapayım bari. Borsalino kişisinin soruları ve benim cevaplarım aşağıdaki gibidir. Saygılarımla bildiririm 1) Kendi paranızla ya da bir başkasının parasıyla aldığınız ilk albüm. Bon Jovi, Sleepery When Wet. Cümlenin tam anlamını yıllar sonra öğrenip, "ulan bu ne sigindirig albüm ismi böyle be!" demişliğim vardır. Ama You Give Love a Bad Name'i de onbin kere filan dinlemişliğim vardır. 2) İlk defa sinemada izlediğiniz film. Hafızam beni yamultmuyorsa "Uzaydan Gelen Yumurcak" ama "Davaro" olma ihtimali de var. 3) İlk gittiğiniz konser. İzmir Atatürk Stadyumunda yapılan ortaya karışık bir konser. Aklımda kalan tek grup MFÖ. Zaten sırf onlar için gitmiştim. Yıllar sonra aralarından bir tek F kaldı birlikte çalışmadığım, o da o

Malum Dizi

Bu yazıya Borsalino'nun şu yazısına yorum olarak başladım. Ama baktım uzayıp gidiyor, direk bloga koyayım dedim. O yüzden önce o yazıyı okumanızda fayda var. Filmi seyretmedim ama bence temel olarak aktarılmak istenen şu. Ey seyirci, daha doğrusu kadın seyirci, sen şimdi Carrie Big tarafından terkedildiği zaman idealist feminist kadın olarak ne diyeceksin. Ben Carrie'nin yerinde olsam, bir daha hayyyatta bu adama dönmem! Zaten idolümüz insan olarak Carrie'nin de böyle yapması gerekir. Ama bu nerde olur? Feminizmin, ya da daha doğrusu kadınların para kazanıp bir süre de olsa kendi ayakları üzerinde durmaya yeni başladıkları ülkelerde olur. Bildiğiniz üzere her bokun postu var. Büyük ihtimalle Amerika da post-feminist döneme girilmiş durumda. Biz Amerikalı kadınlar uzuuun yıllardan beri zaten çalışıyoruz, kendi başımıza ayakta kalabilme bilgisine ulaşalı çok oldu. Bu arada gönlümüzün istediği gibi ilişkiler de yaşadık. Onun bıyığı bunun götü derken New York'ta elimizden