Yaser ölürken elimize iki ucu boklu bir değnek bıraktı. O günden beri neresinden tutacağımızı bilemiyoruz. 70'lerde Türkiye'de ve dünyada Filistin davasını desteklemek kolaydı. Motifleri çok netti çünkü, anti-emperyalizm, halkların kendi kaderlerini tayin hakkı, haksız bir işgale karşı mücadele, seküler bir anti-semitizm. Arafat müthiş bir satranç oyuncusuydu çünkü. Yeri geldi mi Arapların kulağını çekiyor, Filistin davasının Arap davası olduğunu haykırıyor, yeri geldi mi Camp David'de Ehud Barak'ı kapıdan içeri itiyordu. Olabildiğince çok insanın desteğini çekebilmek belli noktalarda olabildiğince köşesiz olmayı gerektirir. Arafat bunu çok iyi biliyordu. Namaz kılıyordu ama Hristiyan bir Arapla evlenmekte sakınca görmüyordu. Arafat söz konusu olduğunda emin olabileceğimiz iki şey vardı. Birincisi müthiş gururlu Filistinli bir Arap olduğu, ikincisi 20. yüzyıl tarihinin en savaşçı liderlerinden biri olduğu. Nobelin garip cilvesi de onu barış için uğraştığı dönemde buldu. Nerdeyse elli yıldır savaşıyordu ve Nobel Barış Ödülü'nü aldı.
1974 Kasım'ında BM Genel Kurulu'nda konuşma yaparken bir ilki gerçekleştirmiş oldu. Bir devletin değil bir örgütün, bir halkın temsilcisiydi. Devleti olmayan bir halkın. Ama yaptığı tarihi konuşma bundan çok daha önemliydi. Sağ elini kaldırarak "Bugün buraya bir elimde zeytin dalı," sol elini kaldırarak "diğerinde özgürlük savaşçısının silahıyla geldim." Sağ elinin işaret parmağını sallayarak "O zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin. O zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin. Tekrar ediyorum, o zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin." İlk defa seyrettiğimde tüylerimi tiken tiken eden bir konuşmaydı bu.
Sonra biz büyüdük ve kirlendi dünya :)
Hassas dengeler üzerine oturan bir barış geldi Filistin'e. Kumarhaneler bile kuruldu. Savaş dönemi liderleri barış döneminde dağıtırlar, kuraldır, çok değişmez. Arafat da dağıttı. Dağıttıkça kendi halkından tepki topladı. Yıllardır kendileri için savaştığını düşündükleri liderlerinin kumarhanelerden alınan vergileri altyapı yatırımlarına harcamak yerine kendisine harcadığını gören Filistin halkı güvenebileceği birilerini aramaya başladı. Çok uzağa bakmaları gerekmiyordu. Hamas oradaydı. Arafat'ı Filistin'in Yıldırım Aktuna'sı ya da Recai Kutan'ı Mahmud Abbas izledi. Sonrası malum. Hamas geldi, Hamas sertleşti, İsrail sertleşti, Hamas ve İsrail yönetimleri bir sidik yarışına girdiler. Hamas'tan daha uzağa işeyebileceğini söyleyen Bünyamin Nedenyahu denen arkadaş İsrail demokrasisinin gördüğü en sağ, faşist denebilecek koalisyonunu kurdu. Ve olaylar birbirini Mavi Marmara'ya kadar takip etti. Ucu uzun zamandan beri ilk defa bu kadar derinden bize dokundu meselenin.
Duvar yıkıldığından, iki kutuplu dünya ortadan kalktığından beri kafamız çok karışık. "Ama"lar karıştırıyor cümlelerimizi, cümlelerimizin gücünü azaltıyor, kararlılığımızı azaltıyor, zayıflatıyor. Kafamızın ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. Filistin'e destek veriyorum ama Hamas'a karşıyım. İsrail'i protesto ediyorum ama ırkçı değilim. Mavi Marmara'daki insanların ölümünü şiddetle kınıyorum ama onları şehit olarak da görmüyorum.
Ama merak etmeyin. Bu kafa karışıklığı sadece bize özgü değil. İsrailliler de "Bizimkilerin yanlış yaptığını düşünüyorum ama gemidekilerde onlara demirlerle saldırmış!" gibi bizimkinden kat kat daha tutarsız ve saçma cümleler kuruyorlar bugünlerde. Sıradan vatandaş olmak, basit cümleler kurmak, net kanılara sahip olmak dünyanın her yerinde gittikçe zorlaşmaya başladı. Sadece benim değil, dünyanın da kafası karışık bugünlerde...
Yorumlar
mossad ajanı çıktı,ya babası o da israil hapishanelerinde yatıyormuş,
yatıyormuş diyorum çünkü ben öyle sanmıyorum yatsa,yatsa beş yıldızlı
otelde yatıyordur.ayrıca senin gibi
bir ustanın kafasının karışık olmasıda tuhaf.biliyorsunki kapitalist krızın olduğu bu dünyada
krızı aşmak için orta doğu eksenli
bir savş çıkarma peşindeler,hemde orta doğunun harıtasını tekrar belirliyecekler bir taşla iki kuş vurmak için.savaşın kapımıza dayatılmaya çalışıldığını bizim görmemiz gerekiyor diye düşünüyorum
saygılar.
Ayrıca ve daha önemlisi daralan enerji kaynaklarını ele geçirme bahanesiyle başlayacak bir orta-doğu savaşı İsrail-İran ve Amerika arasında olur. Araplar da kafalarını kaldırıp İran'a ne oluyor diye bakmazlar. Zaten Irak'tan Yemen'e kadar pro-Amerikan bir Arap dünyası söz konusu. Ha olursa Çin'le ve belki Rusya'yla bir hırlaşma olur ama onun da savaş düzeyine geleceğini düşünmüyorum. Çin ve Rusya götü tam olarak toplayamadılar çünkü henüz.
Sen onu bırak Çin'de büyümenin duracağına dair beklentiler gittikçe artıyor. O olursa hepimiz bir süre ebemizin kukusunu göreceğiz. İşte eğlence o zaman başlayacak
Bütün bunların ötesinde ben bu yazıyı zaten bunlar için yazmadım. Benim derdim yeni dünya düzensizliğinin bizlerin, sıradan insanların algılama biçimlerini nasıl hırpaladığını anlatmaktı sadece
Ordo Ab Chao zamanıdır artık üstadım.
yok etmek için kuruldu,tıpkı el kaide gibi.ajan örgütler her yerde
faaliyettedir hatta ülkemizde bile
derin detaylara girersem blogdada
yazma şansım olmaz o yüzden kısa
keseceğim ha sakın korkak olduğumu
düşünme.bir şeyleri değiştirmeye
yazılarımız yetmeyeceği içindir bu tutumum.
bizim üzerimizde nasıl bir etkisi oldu? benim kafam karışmadı sadece törkish yeşillerden daha fazla iğrendim bu sadece bir gösteriydi hemde ülkenin çıkarlarına ters düştü. üstüne vizyonsuz liderlerin kalkıp bunu iç siyasete malzeme etmeleri...hayır politikacılar zaten işe yaramaz insanlar takımı bırakın birbirlerinden nefret etsinler bana ne ya? halkları neden kışkırtırsınız basit oy avcılığı için acımasızlıktır bu insnlıktan çıkmaktır. hadi ben bir siyasetçiyim burdan verdiğim gazla birinin başka birine kin duymasından çıkar elde ettim peki o iki mazlumun halkın eline ne geçti? nesiller boyu sürecek nefretin tohumları atıldı. ilkel toplum ilkel düzen geçmişe dönüş.... başım dönüyor:)