Ana içeriğe atla

Midilli'den notlar

30 yaşlarında bir Afgan arkadaşla tanıştım. Elbette mülteci. 4 yıldır buradaymış. İngilizce çat pat. Adı Cafer, kendisi Şii... Yes ve no'larla ancak bu kadar anlaşabildik kendisiyle. Sonra yanımıza bir Yunanlı geldi. Onunla takır takır konuşmaya başladı. Kaçak girmeye çalışan Afganlarla polisin arasında tercümanlık yapıyormuş. Afganca-Peştunca'dan Yunancaya tercüman. Bildiği tek yabancı dil Yunanca. Buyrun burdan yakın.





Buradaki Yunan-Türk dostluk derneğinin üyeleri dün gece yemeğe götürdüler beni. Yanımda oturan teyzenin kızı evleniyormuş. İnternetten Valentino bir gelinlik beğenmiş. 11 bin euro fiyatı. Onlar da n'apsınlar mahallenin terzisine diktiriyorlarmış. Tanıdık geldi mi?





Nikahtan söz açılmışken, burada nikahlara hediye götürülüyormuş. Para ya da altın takmak sadece en yakın akrabalara özgü. Gelenek değişmiş, nikah davetiyelerinin altına, banka hesap numaraları yazılıyormuş. Hediye getirmeyin, nakit gönderin hesabı. Bizde de yakında başlar mı acaba?





Her restoranda ahtapot bulmak mümkün. Bizimki gibi avuç kadar değil, bayağı tabak tabak ahtapot yeniliyor. En sonunda dayanamadım sordum. Meğersem sadece ahtapot avlayarak geçinen insanlar varmış. Bu kadar tüketim, soyu tüketmeden karşılayabiliyorlar, helal olsun.





Fatoş burada yaşayan bir Türk. 88'de bir Yunan abiyle tanışıyor. 92'de evleniyor ve Midilli'ye yerleşiyor. 16 yaşında bir kızı var. O götürdü beni derneğe. Midilli'de yaşayan 10 kadar Türk çift varmış, hayatlarından da memnunlarmış. Duyurulur.





Gecenin sonlarına doğru diğerleriyle seri bir yunanca konuşup kahkaha attıktan sonra ne konuştuklarını anlattı. Ada'da ne zaman birilerinin bir Türk'le ilişkisi olsa gözler hemen Fatoşa dönüyormuş. Halbuki Ayvalık'la Midilli arasında gelişen dostluk bağları sadece ticarete yönelik değil. Başka "bağlar" da oluşmaya başlamış. "Bunlara kalsa bütün ada üstümden geçti! Bir şey yapsam içim yanmıycak!" diyip bir kere daha patlatıyor kahkahayı. Bu gelişen "bağlar" sadece heteroseksüel de değil üstelik. Yakın bir tanıdığının iki çocuklu bir Türk sevgilisi var. Bir başkasının sevgilisi de hamamcı. Daha da ufuk açıcı bir şey söyledi ki ona gerçekten şaşırdım. Bundan 20 yıl önce, yani herşey daha karanlıkken de varmış böyle aşklar. Vay be! Gönül düşmanlık dinlemiyor.





Ben domuz etinin tadını sevmem, ağır gelir bana. Pazar gecesi sırf Kıbrıs'ta adını duyduğum için Şeftali kebabı yedim. Domuz olmasından kuşkulandığım halde bitirdim. Sonra midem bulandı ve domuz olduğuna emin oldum. Benim için domuz neyse buradaki insanlar için de kuzu oymuş onu öğrendim. Yiyemiyorlar, ağır geliyor tadı. Nası ya?!





DVD dükkanlarından birine girdik. Sevdiceğim için "Dev Musakka'nın Saldırısı" adlı filmi bulmaya çalışıyorum. Fatoş tercüme ediyor sağolsun. Kasadaki kadın dalga geçerek bizi gönderiyor dükkandan. Dev musakka yandaki restorandaymış! He he he! Film satıyorsun ama yeni nesil Yunan yönetmenlerin filmlerinden haberin yok! Nasıl olcak bu işler?





Gene yanımda oturan teyzeyle Rebetiko filmi üstüne muhabbet ediyoruz. 70'li yıllarda Atina'da yaşamış 8 sene. Omonia Meydanı yakınları genelevler ve herşeyin satıldığı meyhanelerle doluymuş o zamanlar. Şimdi de pek değişik değilmiş ya neyse. Her gün oradan geçmek zorunda kalırmış bu teyzem. Ve Rebetiko filmine konu olan Roza Eskenazi ile karşılaşırmış yolda. Rozacığım oldukça yaşlıymış o zamanlar. Yüzündeki kırışıklıkları kapatmak için ağır bir makyaj yaparmış, ama kırışıklıklar makyajı da çatlatırmış. Hemen Semiha Berksoy geldi aklıma. Onun sadece adını bilirim. Ama Roza'nın sesiyle büyüdüm sayılır. İstiklal Caddesi'nde ara sıra duyduğunuz eski Yunanca şarkı var ya. İme prazakias (Esrarkeşim). İşte onu Roza Eskenazi söyler. Nur içinde yat Rozacığım.





Kriz burayı da vurmuş. Yunanistan'da krizin esas etkilerinin Hazirandan itibaren hissedileceğini anlatıyorlar. Yaz için yapılan otel rezervasyonları %40'ı bulmuyormuş. Durum çok iç açıcı değil.





Son bir şey, diğer Yunan adalarına göre daha sakin, daha az turistik bir ada burası. Nedenini sordum. Üç neden saydılar. Birincisi adada 20 yılı aşkın bir süredir Komünist Parti baştaymış. Ta ki son seçimlere kadar. Sağcılar kazanmış son seçimleri. Kızıl Ada deniyormuş Midilli'ye. Eh normalmen yatırım gelmiyormuş. İkinci sebep Türkiye'ye yakınlığı. Burası Yunanistan'ın sınır adalarından birisi. Bir işgal durumunda Türklerin eline geçecek yatırımlar yapmaktansa yapmamayı tercih etmişler. Üçüncü sebep de aslında ilk ikisinin bir sonucu. Bu az gelişmişlik yüzünden adanın genç nüfusu göç etmiş, içeride Atina, dışarıda en çok Avustralya'ya. Öte yandan bir Ege üniversitesi de burada var. Toplam 5000 öğrenci okuyor adada. Bir çeşit yüzen Eskişehir burası.

Not: Aşağıdaki, Hotel Sarlıca. Osmanlı-İngiliz Mimarisi. Bürokratik nedenlerden dolayı restore edilemiyor. Bundan bir ki sene önce çalışmaları başlatmışlar, bahçeye kazmayı vurmuşlar, altta Roma dönemine ait kalıntılar çıkmış, restorasyon yatmış. Hemen yakınındaki otobüs durağında eski fotoğrafları var, çok güzel bir otelmiş.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!