Ana içeriğe atla

Kapitalizmin Sancısı

Dikkat: Bu yazıdaki fikirlerin hiçbir teknik ve bilimsel altyapısı yoktur, tamamen Hıncal Uluçluk yaparak yazıyorum. Kaynak isteyenlere "götümden uydurdum" diyebilme özgürlüğüne sahip olduğumu belirtmek isterim. Gerçekten de sadece uzun zamandan beri beynimde dönenleri aktarma çabasındayım o kadar.

Dünyada krizin bittiğini söylüyorlar. "Dibine vurduk artık yükselişe geçeceğiz" diyorlar. İnanmayınız sevgili okurlarım. Global krizin babası henüz başlamadı.

Kapitalizmin 19. yy'daki muazzam gelişiminin temelinde enerjiyi kullanma biçimlerimizin değişimi yatar. İnsanoğlu ilk defa bugüne kadar sadece ısınma, yemek pişirme, yıkanma gibi temel ihtiyaçları için kullandığı bir takım enerji kaynaklarını başka şeyler için de kullanmaya başlamıştır 19.yy'da. Bu şeylerden en önemlisi trendir. Bir şeyleri ya da birilerini bir yerden bir yere taşımaya yarar. Dünyadaki ilk tren 1800’lerin başında İngiltere’de demir taşımak için kullanılmıştır. Dikkatinizi çekerim. Demir.

Burada devreye kapitalizmin ikinci coşkun temeli devreye giriyor. Madenciliğin müthiş gelişimi ve kimyada biliminin kendinden geçerek uçuşa geçmesi. Köklerini 16.yy’a kadar götürebileceğimiz bir hareketlenme var kimyada. Lavoisier’de kimliğini bulan bu hareketlilik endüstri devriminin olabilmesi için olmazsa olmaz bileşimlerin yaratılmasını sağladı. Bir kolu da tıbbın içinde götüne yer açarak farmakolojinin gelişmesini sağladı. Bugün “hap!” diye yuttuğumuz haplar var ya, Bayer’in bir sabah uyanıp “Anam Aspirini buldum!” demesiyle gelişmedi.

Tıp demiştim, bir de onu eklemekte fayda var. Kapitalizmin en büyük açlığı üreten ve tüketen insan gereksinimi. Adamı alıyorsun, bir makinenin başına geçiriyorsun, öğretiyorsun, usta ediyorsun, eşoleşek saçma sapan bir hastalıktan küt gidiyor. Buna çözüm bulmak gerek. O zaman n’apıyoruz, tıbbı geliştiriyoruz ki çocuklar ölmesin, şeker de yemesinler, erken yaşlardan itibaren bize iş gücü olarak faydaları bulunsun, büyüsünler ustalaşsınlar, dibine kadar emeklerini sömürelim, sonra da ne yapıyorlarsa yapsınlar, kendileri bilir. Ha tıbbı bir tek bu çocuklar için mi geliştiriyoruz? Burjuva çocukları, ki kapitalizmin beyin gücünü oluşturacaklar, kimileri doktor, kimileri kimyager, kimileri avukat olarak burjuva toplumunun devamını sağlayacaklar, onlar ölsün mü! Asla! Asıl ve önce onlar ölmesin diye tıbbı geliştirelim.

Bütün bunları yaparken Dünya’nın her yerinden yer üstü ve yer altı kaynaklarını çatır çatır harcamaya başladık. Fakat Dünya’nın üstünde açtığımız yaralar lokaldi, sivilce gibiydi ve Dünya’ya koymuyordu. Neden? Çünkü nüfusumuz Dünya’yı yoracak kadar fazla değildi.

Ama tıptaki gelişmeler fertiliteyi arttırıyorduk, yeni doğanların ölmemesi için her türlü önlemi alıyorduk, ayrıca insanların genel yaş ortalamasını da arttırıyorduk. Eskiden ortalama 40 senede terki diyar eyleyen insanoğlu 200 yıl içinde bu rakamı iki katına çıkarmayı başardı. Hem gitmiyoruz, hem de çoğalıyoruz.

20.yy, ondokuzun ağzını açık bırakacak atılımlara sahne oldu. Treni bir kenara fırlattık, gemiler, Zeplinler, uçaklar yaptık. Hepsinden de önemlisi otomobili keşfettik. -Bu ekibe burjuva demek ne kadar doğru bilmiyorum ama- kentli, eğitim seviyesi yüksek, ailesinin ve kendisinin temel insani ihtiyaçlarını karşılama konusunda artık hiçbir sıkıntı yaşamayan, aksine rekreasyonel faaliyetlere de para ayırabilen, en az bir taşınmazı olan, çocuklarının da kendisi gibi yüksek eğitim almasını sağlayabilecek maddi güce sahip olan orta sınıfın bir numaralı göstergesi haline geldi otomobil. Ve tabi onun bir numaralı yakıtı olan petrol.

Petrol bir yüzyıl içinde kapitalizmin kanı haline geldi. Öyle bir durumdayız ki, yarın sabah televizyonunuzu açıp dünyanın hiçbir yerinde petrol kalmadığını öğrensek tüm dünyalı kardeşlerimizle aynı anda “aha şimdi taraklara yan bastık” demek durumunda kalırız. Ki oraya doğru gidiyoruz.

İmdi dönelim 20.yy’da özellikle Avrupa ve Amerika’nın çoğunluğunu oluşturan bu orta sınıfa. Diyelim ki bu orta sınıfın tüm dünyadaki toplam sayısı bir milyar olsun. Kapitalizmi ayakta tutan, hem onu besleyen, hem de ondan beslenen bir orta sınıf bu. Bu orta sınıfı doyurabilmek için bir yüzyılda Dünya’nın anasını bellemiş durumdayız. I-Phone kullansın, cheesecake yesin ve internette sörf yapsın diye Dünya’nın altında ve üstünde yenilenmesi yüz hatta bin yıllar alabilecek bir tahribata sebep olduk.

Fakat artık durmak mümkün değil. Tekerlekler dönmeye devam edecek. Farkında olmadığımız şey ise bu orta sınıfın lanetinin dünyanın hızla gelişmekte olan ülkelerine de yayılmakta olduğu. Rusya, Çin ve Hindistan’ı bir araya getirin, dünya nüfusunun yarısına yakın bir nüfus çıkıyor ortaya. Bu ülkelerde yaşayan insanlar da o orta sınıfa gıpta ediyor. Onlar gibi olmak için çalışıyor, kendileri olamasa da çocukları, onlar da değilse torunları, hiç değilse torunlarının torunları bu sınıfın bir üyesi olsun istiyor. Dünyada aşağı yukarı bir milyar kişinin bahsini ettiğim orta sınıfın bir üyesi olduğunu düşünelim, bu nüfusun dünyayı bu hale getirdiğini de yanına ekleyelim, önümüzdeki yüzyılda bu orta sınıfa gelişmekte olan, bahsini ettiğim ülkelerden bir milyar kişinin daha eklendiğini hayal edelim. Çoktan bittik, haberimiz yok.

Kapitalizmin kendini yenileme gücü, atılım kapasitesi inanılmazdır. Tam sıkıştı, şimdi çökecek dediğin anda şapkadan sürpriz bir yumurta çıkarıverir. Motor icatlardır bunlar. Bir anda gazı alan sistemi uçuşa geçer. 19.yy’da treni, buharlı makineleri buldu, 20.yy’da otomobili, uçağı. Ay’a bile çıktı. Bütün bunları Dünya’nın kaynaklarını vahşice harcayarak yaptı. Peki şimdi sırada ne var?

Görünen o ki Dünya dışında koloni kurmak şimdiki koşullarda hayal. İnternet, evet süper bir şey, herkesle iletişebiliyoruz, şu anda Çin’de Tiananmen Meydanı’nda kim dolaşıyor görebiliyorum, hayal bile edemeyeceğimiz bir gelişme… de… ne işe yarıyor? Cep telefonu, şu anda Amerika’daki eniştemle görüntülü konuşabilirim. Bu da çok nefis, tadından yenmez bir olay ama so what? Benim gördüğüm, -yazının başında da uyardığım üzere, sadece hissiyatımdan bahsediyorum- henüz kapitalizmin kendisine bir yüz yıl daha kazandıracak yeni bir motor güç bulamadığı. Umutsuzca arıyor. Son yirmi yılda hayatımızı gerçekten değiştiren ne gibi bir icat duydunuz? Işınlamayı bulabildik mi? Genele yayılmayı başarmış, fosil yakıtla çalışmayan bir araba biliyor muyuz? Kar elde etme güdüsü olmadan parmağını oynatmayan kapitalizmi unutmadan soruyorum bunu. Peki ya ölümsüzlük? Evet hepsi uçuk şeyler biliyorum ama bundan yüz elli yıl önce bir adama “Dayı bak şimdi, şu anda, şu elimdeki küçük kutu sayesinde İstanbul’la konuşucam” deseydik sopayla kovalarlardı bizi.

Kapitalizmin yarattığı orta sınıfa sınıf atlatacak, onu başka bir aşamaya taşıyacak ve bunu zaten gittikçe tükenen kaynakları minimum düzeyde harcayarak yapacak yeni bir atılıma ihtiyacı var. Bir yerlerde birileri gizli gizli bununla uğraşıyorsa bilemem tabi ama yakın vadede böyle bir atılım görükmüyor. Evet görükmüyor.

Gelişmiş ülkelerden çıkıp gelişmekte ve az gelişmiş ülkeleri dolaşıp çoğalarak geri dönen inanılmaz bir sermaye birikimi söz konusu. Ama paranın hızı, bahsettiğim atılım gerçekleşmediği için yavaşlamaya başladı. Para yavaşlamaya başlarsa, sistem kendisini çevirmekte zorlanmaya başlar. Yaşlanmaya başlar, kırışıklıkları çıkar. Kapitalizmin en büyük korkusu yavaşlamak, tökezlemektir. O yüzden 90’ların sonunda İnternet balonu, geçtiğimiz yıllarda da mortgage balonu patladı Amerika’da, bunlar durup dururken olmadı. Hani diyorlar ya “dibi gördük, yeniden yükselişe geçiyoruz”, geçiyorsun güzel kardeşim de oluşan muazzam sermaye birikimini aktarabileceğin yeni bir alan oluşturamadın ki henüz. Bir yandan dünyanın kaynaklarını gittikçe artan bir hızla emiyorsun, bir yandan da kısır döngüye girmiş durumdasın. Nasıl olacak bu işler?

Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum sayın okurlarım. Altına yatırım yapın. Ne varsa altında var.

diyerek bir anda bir Kapalıçarşı esnafına dönüşmek suretiyle bu uzun ve sıkıcı yazımı tamamlamak isterim.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Sıkıcı değildi. Bilakis ben sizin bu tarz yazılarınızı da okumaktan çok keyif alıyorum Gökhan Bey'ciğim.

Ben de şunu düşünüyorum bazen; hani yüzyıllar boyu dünya fazla nüfusunu üzerinden şu ya da bu şekilde hep atmıştır ya; Haçlı Seferleri, veba, 1.&2. Dünya Savaşları vs., acaba bu sefer büyük ölçekli ne çıkacak da dünya bir kere daha fazla nüfusu sallayacak üzerinden?

Gidip altın alayım en iyisi.
Gökhan dedi ki…
Mil mersi dö mon kör Müge hanımcığım. Didiğiniz felaketin bizden orak geçmesini umuyorum bendeniz, olsun, ama bize teğet geçsin. O kodumun dev meteorları hep Amerika'ya düşer ya, öyle olsun işte, ayrıca New York'a da düşmesin. Florida'ya filan düşsün :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!