Ana içeriğe atla

Nusaybin'den notlar-2

Şişe su isimleri özellikle ilgimi çekti. Malabadi-Silvan, Karacapınar-Karacadağ, Gappınarı-Çölgüzeli ve son olarak jandarmadaya özgü JAVSU. Ki sanırım bu sonuncuyu her jandarma karakolunda içiyorlar.

Tatlıları çok lezzetli görünüyor. Tatlıcıların adı pastahane, büyük ihtimalle düğünlerde yaptıkları pastalardan alıyorlar adlarını. Sadece bir pastahanenin vitrininde pasta gördüm çünkü. İzmir'deki gibi kaldırım kenarına konuşlanmış kazanlarda halka tatlısı kızartılıyor, halka tatlısının abartılmış hali var spiral şeklide küçük bir pide boyutunda, adı spiral tatlı değildir, o da halka tatlısıdır. (Bu da şivenin dile eklediği -dir, -dır eki)

İki anı, kaldığım otelin sahibi anlattı. Eşinin hamile olduğu dönemde, otelin yukarısındaki köydeki çobanın karısı da 14. çocuğuna hamileymiş. Bir akşam otururken çoban telefon etmiş. Karısının doğurmak üzere olduğunu söylemiş, taksiyle onu hastaneye götürebilirler mi? Otel sahibi "tabi" demiş, şoförlerden birini çağırmış, durumu anlatırken yani daha iki üç dakika geçmişken çobandan ikinci bir telefon gelmiş. "Abey gerek kalmamıştır, bizim karı doğurdu".

Otelin hemen yanında bir jandarma karakolu var. Bir gece karakola roketatarla saldırı yapılmış. İki roketatar mermisi isabet etmiş, allahtan kimseye bir şey olmamış. Roketatar mermisi müthiş bir ses çıkarıyormuş. Otelde de o sırada Hollandalılar kalıyor, hatta restoranda yemekteler. Hollandalılar tabi hem korkmuşlar, hem de merak etmişler. Bizim abi, Hollandalıların tercümanıyla kafa kafaya vermiş, ne söyleyeceklerini düşünmüşler. En sonunda düğün vardı, havayi fişek atıldı demeye karar vermişler. Tercüman bunu çevirince Hollandalılar gülmeye başlamış. Tercümana bir şeyler söylemişler, tercüman çevirmiş. "Eğer düğün için havayi fişek atıldıysa, neden bütün garsonlar kendilerini masaların altına attılar?"

Bir de Nusaybin'in eski kaymakamı Ömer Ulu'nun anı kitabından:
Suriye kökenli PKKlı bir kadın yakalanmış, Suriyeli yetkililere teslim edilmeden önce kaymakam kadına sormuş: "Neden bizim ülkemize gelip eylem yapıyorsun, kendi ülkende yapsana ne yapacaksan!" Kadının cevabı: "Suriye'de kaçacak dağ yok." Gerçekten de sınırdan baktığınızda uçsuz bucaksız bir ova görüyorsunuz. En ufak bir tepe bile yok Suriye tarafında.

Kamışlı, daha önce de dediğim gibi sınırın Suriye tarafındaki şehir. Eskiden Nusaybin'in bir mahallesiyken şimdi nüfusu 450 bin. Nüfusun 200-250 binini Kürtlerin oluşturduğu tahmin ediliyor fakat bu sadece tahmin. Çünkü Suriye Kürtlere nüfus cüzdanı vermiyormuş, tapuları da yok. Kısacası vatandaştan sayılmıyorlar. Oradan buraya kız alınıyor, alınıyor dediğim de mayınlı sınır bölgesinden geçirilerek, kızın hiçbir kaydı yok, bizimkiler bir süre geçtikten sonra nüfusa gidip 20 yaşındaki kıza "ben bunu getirmediydim, bu benim kızımdır" diyerek nüfus çıkartıyorlar, böylece evlenmesi mümkün oluyor kızın.

Duvarlarda çeşitli intrnet sitelerinin adresleri yazılı sprey boyayla. nsbhack.com, frmartuklu.com gibi. Sanmayın ki duvarlarda slogan yazıyor. En azından ben görmedim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!