Ana içeriğe atla

Midilli-2

Dün akşam bütün meyhanelerini dolaştım Midilli’nin. Yannis’le bir yandan Midilli köy yerleşiminin sosyolojisi üzerinde konuşurken bir yandan da agoradaki çeşitli kafeneoların (kahve/meyhanelerin) en eski, en otantiğinin önünde uzolarımızı yudumladık. Genç kuşakların buralara gelmek yerine yeni tür kafelere gittiğinden, bu geleneğin yakında yok olacağından bahsetti. Ve daha bir çok şeyden. Barbaros Hayrettin Paşa Midilli’li, Rum bir anneden ve Osmanlı bir babadan doğmaymış. Ayrıca Yunanlıların ikinci edebiyat Nobeli sahibi yazarı Elitis de bu adadanmış. Balık adları, ot adları, denizle ilgili adlar hep Yunan kökenli. Liman kelimesi Yunancadan geliyor mesela.

Sonra Mitilini de geçen yüzyılda yapılmış bir kafeneoya gittik. İçeride yüzyıl başından fotoğraflar, tavan ahşap, içerisi tıklım tıklım, gençler ön tarafta sonradan eklenen kısımda piyanisti ve şantörü dinleyip müziğe katılıyorlar. Yaşlılar içeride sohbet, muhabbet halinde. Bardaki teyze radikanın üstüne zeytinyağı gezdiriyor. Yannis'e dönüyorum. Radika? Gülüyor Yannis, "Evet, radika."

Gecenin sonunda Midilli’deki Türk-Yunan derneğinin başkanı ve süper tontiş eşiyle bir kere daha geldik buraya. Ahbapların oturduğu bir masaya çöktük gecenin son uzosu için. Oradaki teyzelerden biri oğlundan bahsetti. Özgür Çevik’e benziyormuş çocuk. İngiltere’de okuyor, bir kebapçıya gitmişler, adam “Ooo! Niko!” diyerek çekmiş bunları yanına, kebabıydı kolasıydı dayamış, para da almamış. Çocuk şaşkın bir şekilde annesini aramış sonra. “Niko kim ya!” diye. Bu son içtiğimiz uzodan da para almadılar. Gece boyunca ödeyebildiğim tek para ilk içtiğimiz uzonun hesabı olan 5 euro. Para ödetmiyorlar. Ya dükkan sahibi yanımdakilere ödetmiyor, ya yanımdakiler bana. Para harcıycam ulan! Bırakın beni!

Gecenin ortasında gittiğimiz kalabalık masada Sofia oturuyor yanımda. Kırklarında bir antropolog. Sabancı üniversitesinde hocaymış. Son birkaç ayını Dubai’de geçirmiş. Türkiye’den sonra Dubai’ye gidince anlamış farkı. “Çok yaşa Kemal!” diyor. “Mezarına mum yakacağım bir daha gittiğimde. İyi ki varmışsın, iyi ki yapmışsın yaptıklarını. Evet çok garip biliyorum, çünkü ben Yunanlıyım sonuçta. Ama Dubai’de altı ay yaşadıktan sonra Türkiye’yi nasıl değiştirdiği daha iyi anlıyor insan.” Vay be diyorum kendi kendime. Paşam duydun mu…
Sofrada mimarlar, üniversite hocaları, Avrupa Birliği Komisyonu üyeleri var. Türkiye tartışıyoruz, Yunanistan tartışıyoruz. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Uzun zamandan beri bu kadar güzel bir gece geçirmemiştim. Sağolasın Midilli!

Yorumlar

kromatofor dedi ki…
Amirim, ben bu Midilli anılarını okumamaya karar verdim zira kıskanıyorum, özeniyorum ve senin adına korkuyorum. Nazarım falan değer, her şey tepetaklak olursa ben bu vebalin altından kalkamam.
polente dedi ki…
Barış elçisi olaraktan mı gittiniz yunan ellerine acep, arka arkaya bunca leziz ortam.
:))
Gökhan dedi ki…
ataşok burdan zamansız geri dönmek zorunda kalırsam bittin oğlum sen!

polentecim, valla barış elçisi olarak gelmedim aslında ama otomatik olarak bir Zülfü Livaneli durumu oluştu :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!