Sen onurlu bir ölümü düşünürken ve kendi heykellerini dikerken boş meydanlara, biz dağdeviren tabancalarla dağlıyorduk artık hiçbir şeyi kaldırmayan beynimizi bok çukurlarında.
Sen acısız bir ölümü düşünürken ve ecza ilmini hatmederken, biz kim bilir kaçıncı kere veriyorduk boynumuzu emektar İngiliz sicimine, boş otel odalarının küf kokan karanlığında.
Sen sade bir ölümü düşünürken ve yas çiçekleriyle süslerken cenazeni, biz çevirip gözlerimizi dolunaya salıveriyorduk kendimizi betonla sonlana kısacık bir boşluğa.
Sen “Alaska’da yanarak ölmek!” diye sayıklarken ve alevlere kimlik sorarken, biz hiç yaşamamış adamlara yazıyorduk son mektubumuzu, kanımızla.
Sen destansı bir ölümü düşünürken ve televizyonlarla naklen yayın anlaşmaları yaparken, biz kimyevi naralar atarak yiyorduk bir boka benzemeyen başyapıtımızın peliküllerini.
Sen “en azından son bir kez sevişmeli ölmeden önce” diye düşünürken, biz kendimizi yakmaya çalışıyorduk, bilmem kaç yüzüncü otuzbirimizle.
Sen geride bıraktıklarının ağırlığına dayanamayıp vazgeçerken, biz geride kimse bırakmamacasına vurup indiriyorduk gözümüze görüneni.
Ve nihayet sen “yaşamak ne güzel!” diyerek kaçarken olay mahallinden, seni kimsenin hatırlamayacağını düşünüyordun hüzünle, bizimse hatırlanmak sikimizde bile değildi, neşeli ölülerdik.
Sen acısız bir ölümü düşünürken ve ecza ilmini hatmederken, biz kim bilir kaçıncı kere veriyorduk boynumuzu emektar İngiliz sicimine, boş otel odalarının küf kokan karanlığında.
Sen sade bir ölümü düşünürken ve yas çiçekleriyle süslerken cenazeni, biz çevirip gözlerimizi dolunaya salıveriyorduk kendimizi betonla sonlana kısacık bir boşluğa.
Sen “Alaska’da yanarak ölmek!” diye sayıklarken ve alevlere kimlik sorarken, biz hiç yaşamamış adamlara yazıyorduk son mektubumuzu, kanımızla.
Sen destansı bir ölümü düşünürken ve televizyonlarla naklen yayın anlaşmaları yaparken, biz kimyevi naralar atarak yiyorduk bir boka benzemeyen başyapıtımızın peliküllerini.
Sen “en azından son bir kez sevişmeli ölmeden önce” diye düşünürken, biz kendimizi yakmaya çalışıyorduk, bilmem kaç yüzüncü otuzbirimizle.
Sen geride bıraktıklarının ağırlığına dayanamayıp vazgeçerken, biz geride kimse bırakmamacasına vurup indiriyorduk gözümüze görüneni.
Ve nihayet sen “yaşamak ne güzel!” diyerek kaçarken olay mahallinden, seni kimsenin hatırlamayacağını düşünüyordun hüzünle, bizimse hatırlanmak sikimizde bile değildi, neşeli ölülerdik.
Yorumlar