Gecenin son otobüsü on iki gibi kalkar ve evime götürür beni. Bezgin bir şöför “Ölsem de kurtulsam” der gibi keskin bir hızla kat eder mesafeleri. Sarsıntılı frenlerle belirlenir duraklar. Sarhoşlar ön koltuğun tutunma demirlerine çarparak uyanır.
Bütün akşam ev taşımış hamallar ağır ter kokularını bindirir otobüse. Azgelişmiş yaşamımızın bir isimsiz tanrıları… Güneşli zamanların, altın tenli, mağrur, az bulunur Hint Prensleri; soğuk ve ıslak günlerin, yer altı kahvelerinde sigara, çay ve zaman tüketen unutulmuş Yunan heykelleri…
Bir mekandan bir başkasına, ince bedenlerinin korkunç gücüyle taşırlar küçük dünyalarımızı: Koltuk takımları, gardolaplar, etajerler, berjerler, zigonlar, tuvalet masaları ve ilkel kabilelerin dillerinden Türkçe’ye girdiğini düşündüğüm daha bir sürü acayip isimli anlamsız nesne, ve tabi üstlerine örtülecek tozlu dantel işleri…
Boş koltuklara oturup tam karşılarındaki genç kızların çırpı bacaklarına bakarlar çaktırmadan. Kızlar bazen acımasız bakışlarıyla silerler bu yorgun adamların gözlerini, bazense kıyak geçip biraz daha açarlar çırpı bacaklarını.
Gecenin son otobüsüdür ışık hızıyla uykuya dalanların otobüsüdür. Ben uyuyamam otobüslerde. Bir zamanlar buna tıpatıp benzeyen bir otobüsün kuştüyü koltuklarında gördüğüm bir rüya açık tutar gözlerimi. Rüyamda uyandığımı görmüştüm. Çok huzursuz olmuştum. Benden başka bütün yolcular uyuyordu. Boğaz köprüsünü geçiyorduk. Ama ben karşıya giden otobüse binmemiştim. Aşağıya bakınca Boğaz’ın kıyılardan gelen tüm ışığı emen kapkaranlık sularını gördüm. Ve kıldan ince bir köprüde gittiğimizi fark ettim. Ve direksiyonda onu gördüm. Mavi kısa kollu şoför gömleği ve omzunda ter mendiliyle Azrail bıkkın gözleriyle bana bakıyordu. Köprünün bitiminde “WELCOME TO ARAFAT” yazısını görünce sıçrayarak uyanmıştım. O günden beri imrenerek bakarım uyuyanlara. Ve garip bir gururla dolar içim. Siz uyuyun, ben sizi beklerim.
Son duraktan epey önce inerim beni evime getiren otobüsten. Karanlık bir sokaktan tanıdık seslerin yardımıyla geçerim. Dayak yiyen kızın kırılgan yalvarışları ve hala radyodan ajans dinleyen yaşlı kadının durgun alışkanlığı gösterir yolumu. “Evim Güzel Evim” birkaç metre uzaktayken, girip bakkala bir sigara alırım, biraz beyaz peynir, bir de ufak rakı siyah torbada. Beni hiç kimsenin beklemediği bir yere ev demenin burukluğunu katarım siyah torbama. Anahtar döner, kapımı açarım, zamanın durduğu yere ilk adımı atarım. Ve son bir kez aklımdan geçiririm gecenin son otobüsünü, karanlığa doğru okkalı bir küfür sallarım.
Bütün akşam ev taşımış hamallar ağır ter kokularını bindirir otobüse. Azgelişmiş yaşamımızın bir isimsiz tanrıları… Güneşli zamanların, altın tenli, mağrur, az bulunur Hint Prensleri; soğuk ve ıslak günlerin, yer altı kahvelerinde sigara, çay ve zaman tüketen unutulmuş Yunan heykelleri…
Bir mekandan bir başkasına, ince bedenlerinin korkunç gücüyle taşırlar küçük dünyalarımızı: Koltuk takımları, gardolaplar, etajerler, berjerler, zigonlar, tuvalet masaları ve ilkel kabilelerin dillerinden Türkçe’ye girdiğini düşündüğüm daha bir sürü acayip isimli anlamsız nesne, ve tabi üstlerine örtülecek tozlu dantel işleri…
Boş koltuklara oturup tam karşılarındaki genç kızların çırpı bacaklarına bakarlar çaktırmadan. Kızlar bazen acımasız bakışlarıyla silerler bu yorgun adamların gözlerini, bazense kıyak geçip biraz daha açarlar çırpı bacaklarını.
Gecenin son otobüsüdür ışık hızıyla uykuya dalanların otobüsüdür. Ben uyuyamam otobüslerde. Bir zamanlar buna tıpatıp benzeyen bir otobüsün kuştüyü koltuklarında gördüğüm bir rüya açık tutar gözlerimi. Rüyamda uyandığımı görmüştüm. Çok huzursuz olmuştum. Benden başka bütün yolcular uyuyordu. Boğaz köprüsünü geçiyorduk. Ama ben karşıya giden otobüse binmemiştim. Aşağıya bakınca Boğaz’ın kıyılardan gelen tüm ışığı emen kapkaranlık sularını gördüm. Ve kıldan ince bir köprüde gittiğimizi fark ettim. Ve direksiyonda onu gördüm. Mavi kısa kollu şoför gömleği ve omzunda ter mendiliyle Azrail bıkkın gözleriyle bana bakıyordu. Köprünün bitiminde “WELCOME TO ARAFAT” yazısını görünce sıçrayarak uyanmıştım. O günden beri imrenerek bakarım uyuyanlara. Ve garip bir gururla dolar içim. Siz uyuyun, ben sizi beklerim.
Son duraktan epey önce inerim beni evime getiren otobüsten. Karanlık bir sokaktan tanıdık seslerin yardımıyla geçerim. Dayak yiyen kızın kırılgan yalvarışları ve hala radyodan ajans dinleyen yaşlı kadının durgun alışkanlığı gösterir yolumu. “Evim Güzel Evim” birkaç metre uzaktayken, girip bakkala bir sigara alırım, biraz beyaz peynir, bir de ufak rakı siyah torbada. Beni hiç kimsenin beklemediği bir yere ev demenin burukluğunu katarım siyah torbama. Anahtar döner, kapımı açarım, zamanın durduğu yere ilk adımı atarım. Ve son bir kez aklımdan geçiririm gecenin son otobüsünü, karanlığa doğru okkalı bir küfür sallarım.
Yorumlar