Ana içeriğe atla

Vladimir Vissotsky


Bir zamanlar hayatımızın göbeğinde Engin Ardıç diye bir adam vardı hatırlar mısınız? Ergenliğimin bütün fırtınalarını yaşarken bile o emmi kadar hırçın olma ihtiyacım duymadım ben. Şekeri varmış gibi gelirdi bana, kendi kendini gaza getiren konuşmasıyla ekrandan fırlayıp yakana yapışacakmış hissiyatı verirdi. Hala bir yerlerde bir şey ama eskisi kadar bir şey değil şu anda. Sevmezdim, artık nerede yaşıyor ve yaşatılıyor onu da bilmiyorum. Ama bana bir katkısı vardır ki belirtmeden geçemeyeceğim.


Ben bu bloga ne niyetle başlamıştım? Günlük tutma alışkanlığı edinmek gibi bir ihtiyaç değil miydi? Öyleydi lan, doğru hatırlıyorum, arasıra seninle didişirim ya sevgili okur, bu meseleyi ancak şimdi çözebildiğin için aslında. Yani ben bu blog alemine girmeden önce, soğuk olduğunu bilmediği denize girmeye çalışan bir mal gibiydim. Sanıyordum ki ben yazacam ben okuyacam. Buraya rahat rahat kimin bacağını sıktığımı yazacağım tramvayda, gördüğüm rüyaları not edeceğim unutmamak için, doya doya küfredeceğim yüzüne yüzüne küfredemediklerimin. Fekat mal olma durumum tam da buraya yazmaya başladığım anda çarptı yüzüme. İlk yazıyı yazdım, yayınladım ve "Anaaaa! Bi dakka lan! Bunu birileri okuyacak şimdi!" dedim. O günden beri kendi kendime gizli ve özel bir günlük yazmamı engelleyen sen okuyucuya gıcık oluyorum ara sıra.


Şimdi bu bizim dizide sıklıkla kullandığımız bir trüktür. Bir sahneyi en helecanlı yerinde keser, merak yaratır, araya başka bir sahne koyar, sonra kestiğin sahneye devam edersin, ilk paragraftan devam ederek coşmuş olan merakınızı doyurayım hemen. Engin Ardıç'ın bu hayatta bana kazandırdığı yegane şey Vladimir Visostkiy idi. Ben ona Türk olduğum için Visotski diyeceğim. Dostoyevskiy'e Dostoyevski dediğim gibi yani. Neyse efendim uzatmayayım meseleyi, bir gün Engin Ardıç'ı okudum ve hayatım değişti. Deeermişim. Hayatım değişmediyse de Visotski'yi buldum. Çünkü o güne kadar bir çok yerde aramıştım.


Üç Yıl Önce...


Lost'un 8. Bölümünü biraz önce seyrettim de kusura bakmayın. Yazının Lost'unu da ben yapayım dedim anasını satayım. (Bu arada bilmeyenler için lostforum.gen.tr) Verdim fleşbek'i verdim fleşforvırd'ı böyle bir karışık, gizemli sembolik olayın içine girdim, allah sonumu hayretsin.


Engin Ardıç'ı okumadan üç yıl kadar önce Beyaz Geceler'i seyretmiştim. (Filmin detaylarını, hatta kendisini, Visotski'nin detaylarını, hatta kendisini internette bulabiliyorsunuz, ulan ne hayat be! Ben bir zamanlar Visotski'nin adını bile üç yıl aradıydım!) Filmin bir sahnesinde Barışnikov, Bolşoy'da eski sevgilisi, şimdi Bolşoy müdiresi hatunun ağzına bir temiz sıçtıktan sonra teybin düğmesine basar. Ve Visotski başlar. (Bu sahne de internette bulunabilmektedir, herşeyi benden beklemeyin bulun rica edecem) O anı, Barışnikov'un dansını, arkada şarkı söylemek için gırtlağına testere soktuğunu düşündüğüm ilahı hayatım boyunca unutmayacağım. Televizyonun önüne çakılıp kalmıştım. Ağzım açık, vücudumdaki bütün tüyler diken diken bu 6-7 dakikalık sahneyi seyrettikten sonra gözlerimin dolduğunu farkettim.


Üç Yıl Sonra (Sağolasın J.J.Abrams)


Engin Ardıç'ın yazısını okumaya başladığımda kızmaya da başlamıştım. Ardıç kuşu Sovyetler'e verip veriştiriyordu her zamanki gibi, yazının gerisini okumamaya karar vermişken birden Beyaz Geceler, Barışnikov, Visotski kelimelerini gördüm. Tam da benim üç yıl önce seyrettiğim sahnenin tarifini yaparak, arkada çalan şarkıyı söyleyen adamın Visotski olduğunu söylüyordu Ardıç. O günden sonra her girdiğim CD satan dükkan'da Visotski aradım, elbette bulamadım. Kim skerdi 90'ların Türkiye'sinde Visotski'ye. Ardıç kuşuna gitmeyi bile geçirdim aklımdan. Ama ben İzmir'deydim o İstanbul'da. Ben yumuşak huylu bir adamdım o Ardıç kuşuydu.


Bu olaydan da iki-üç yıl sonra


Ya gavariyu pa Ruski. Ya itdu vı Tomere. Rusça öğreniyorum. Tömer'e gidiyorum. Üç aylık bir kurstu, bundan 12-13 sene öncesi. Aklımda bunların kalmış olması bile mucize. Herkes işi için lazım olduğunu düşündüğünden kursta. Benim amacım Dostoyevski'yi anadilinde okumak, bir de elbette Visotski. Herhalde parasızlıktan devam edememiştim kursa, şimdi net hatırlamıyorum. Ama o kurs sayesinde Visotski'yi bulabildim. Hem de en sevdiğim müziksel araçta: Plaklarda.


İzmir'de rutin plak avlarımdan birisi için gittiğim eski kitapçılardan birinde yeni gelmiş bir güruh Rus plağının arasında. Rusça konuşamasam da Kiril alfabesini okumayı öğretmişti o üç aylık Tömer kursu bana. (Hala da Rus plaklarını okuyabiliyorum çut çut da olsa) Yüzünü hiç görmediğim için ("o zamanlar internet yoktu yavrularım" "Atıyosun dede, internet hep vardı" "Valla yoktu eşek torun sana yalan mı söyliycem! Aç internetten bak!") beyaz bir plağın üstündeki kara kalem çizimin o olduğunu anlayamamıştım elbette. Ama okumam vardı lan benim, hem de Rusça, başladım harfleri sökmeye. "V... la..d...mir... Vis...o... şu te miydi lan... anam sonu da 'iy'le bitiyor. Anam! Visotski lan bu! Anam! Anam! Anam! Üç tane daha plağı vardı hepsini toparladım tabi. Koşturarak eve gittim, plaklarımı teker teker pikaba koydum, Beyaz Geceler'de çalan şarkıyı arıyorum.


"Koni privedlivye"


Sonra saatlerce, arka arkaya, tüylerim dikeni inmeden dinledim bu şarkıyı. Hem de sözlerini bilmeden. Şimdi internetten bulunca sözlerini bir kere daha anladım bu şarkının neden tüylerimi diken diken ettiğini (nasıl şiir ama). Aha da sözlerine buradan ulaşınız. (Şarkının İngilizce adı Fastidious Horses. Müge şunu bir Türkçe'ye çevirsen ne güzel olurdu be!)


Şimdi dönelim tekrar ikinci paragrafa. Ben neden günlük tutmak istiyordum? Anlatmak İçin Yaşamak'ı okuyorum bugünlerde. İlk on sayfa bile bir kez daha Marquez'den nefret ettmeme yetti de arttı. Anılarımı bir kenara yazmalıyım. O Marquez şerrefsizi kadar çok şey yaşamadıysam da ben de yaşadım lan az biraz. Ve fakat yaş aldıkça daha da diplerde bir yerlere saklanıyor muhtelif isimler ve anlar. Visotski nasıl geldiyse geldi ben bu yazıya başlamadan az önce, hoşgeldi sefa geldi, Mişima geldi şimdi düşününce, bir kaç ay önce Yevgeni Yevtuşenko gelmişti ziyarete, az kaldı ama hüzün bıraktı. Ben çok severdim o adamın şiirlerini. Ben şiir de okurdum fena halde. Bir yıl kadar önce Hasan Hüseyin'in davudi sesinden "Alamanlar sevgili kardeşlerim" diye başlayan bir şiirini aramıştım internetten, bulamadım, demek ki internet herşeye kadir inanır değilmiş henüz, demek ki ara sıra kitaplar karıştırmak gerekiyormuş, demek ki not etmek gerekiyormuş anıları bir yerlere, hafızayi beşer nisyan ile malulmüş.

Hayatımda çok az şey tüylerimi bu kadar diken diken etmiş, gözlerimi doldurmuşken Visotski'yi unutmak bana hiç yakışmamış sevgili okur. Bu lafım sana değil aslında, elbette kendime.
Ben yüklemeyi beceremedim ama Barışnikov'un dansını seyretmek isteyenler için şu, Visotski'me buz istemem, sek severim diyenler için de bu linkleri tavsiye ederim.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Müşkülpesent Atlar

Geçit boyunca, tepenin hemen yanında, sınırın çok dar olduğu yerde
Kamçıyla atlarımı sürüyorum, daha güçlü darbelerle, kuvvet uygulayarak…
Soluyabileceğim hiç hava yok,-Rüzgârı içiyorum, yutuyorum sisi
Acıklı tutkuyla hissedebiliyorum ölüyor olduğumu, ölüyor olduğumu!

Yavaşlayın, atlar, hevesinizi yatıştırın!
Eski sıkı köseleyi dinlemeyin
Ama sahip olduğum atlar müşkülpesent
Ne adamakıllı yaşamaya ne şarkıyı söylemeye zaman oldu…

İçmelerine izin vereceğim ve bu mısrayı söyleyeceğim
Kısa bir süre daha uçurumun kenarında kalacağım…

Acımasız bir kasırga bir kar tanesi gibi beni zaferden sürükleyecek
Sabah, kızağın yanında, karın üstünde, karın üzerinde yükselip batacağım
Dörtnalızın hızını kesin, atlarım,-huzurlu ve sakin olmasını sağlayın
Ve yolculuğumu son ve kesin sığınağa kadar biraz uzatın

Yavaşlayın, atlar, hevesinizi yatıştırın!
Eski sıkı köseleyi dinlemeyin
Ama sahip olduğum atlar müşkülpesent
Ne adamakıllı yaşamaya ne şarkıyı söylemeye zaman oldu…

İçmelerine izin vereceğim ve bu mısrayı söyleyeceğim
Kısa bir süre daha uçurumun kenarında kalacağım…

Zamanında geldik, Tanrı’nın sarayında gecikme yok-
Neden melekler orada yüksek, sinirli sesleriyle şarkı söylüyor?
Ve belki de çandır kötülük ağlayan
Ben vahşi, asi atlarıma “Yavaşlayın!” diye bağırdığımda

Yavaşlayın atlarım, hevesinizi yatıştırın!
Size yalvarıyorum, bu kadar güçlü hamle yapmayın!
Ama sahip olduğum atlar müşkülpesent-
Yaşayacak zaman yok,-bu şarkıyı bitirmeme izin verin!

İçmelerine izin vereceğim ve bu mısrayı söyleyeceğim
Kısa bir süre daha uçurumun kenarında kalacağım…
Gökhan dedi ki…
Minnoşum diyecek söz bulamıyorum. çok mersi

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!