Ana içeriğe atla

Boyacı Çocukla Haylazlığımızın Hikayesidir

Martıların uçmaktan yorulduğu bir gündü- İstanbul kardan kaçırabildiği kadarıyla yaşıyordu bu mart gününü. Yalnızdım; yaşamla bağlarımın koparıldığını hissediyordum; oldukça hırpalandığımı seziyordum, ama bütün bunlar, beynimin dehlizlerinde keskin bir duman gibi geziyordu sadece. Martılar dalgakırana, birden başlayan karın hayatta kalabilen bir avuç taneciği gibi serpilmişlerdi. Şehir olabildiğince kabuğuna çekilmişti ve insanlar her zamankinden daha hızlı koşturuyorlardı kendilerini bekleyen sıcak evlerine. Kadıköy'ün iç parçalayan çingene dilencileri bile bu soğukta çıplak ayak yürümeye cesaret edememişlerdi; tezgahtaki balıklar dahi donmuştu.

Zamana mekana ya da kişiye bağlı kalmadan yürüyordum ki birden karşıma bir boyacı çocuk çıkıverdi:

"Boyıyalım mı ağbi?" dedi.

"Gel lan" dedim. "Boyayalım."

Minibüslerin pençe sesli kornalarını boyadık ilkin; miyav bile diyemez oldular.

Devlet dairelerinin kapılarını kırdık, salaş meyhanelere boyadık onları; bir de Rum meyhaneciler boyadık hepsine saçları ortadan ayrılmış, dişsiz. Kıdemli sarhoşlar hücum ettiler, yepisyeni muhabbetler için. ‘Büro' ile ‘krasi'yi kırıp denize attık.

Adliyeleri boyadık sonra, koca koca merdivenler, dev sütunlarla. ‘Adalet Mülkün Temelidir' yazılarını kaldırıp ‘Sollamaya Kalkma Beni Kötü Ezerim Seni!’ yazdık. Kanunsuzlar çoook korktular.

Mukavvalarda yatan çocukları boyadık para sıçan ruhsuz puştların olmayan vicdanlarına.

Bankaları boyadık Hayyam kırmızısına. Eh biraz da para aşırdık tabii, boyacıya ne vericez?

Copları boyadık pelteden. Yerçekimine dayanamayıp bir daha dikleşememecesine iktidarsızlaşıverdiler.

Ben "İnsan aklının faşizme kayan buzlanmış yörelerini kaya tuzuyla boyayalım" dedim. Boyacı anlamadı, vazgeçtim.

O "Canım salep istedi sıcacık" dedi. Ben "Boyamızı ona harcamayalım ben sana sonra ısmarlarım" dedim.
Arabaları fotosenteze boyadık sonra. İğneli çam model bir Doç kamyonetin altında oturup dinlendik biraz.


Tacizcilere memeyle kuku boyadık artık sadece kendileriyle oynasınlar diye ve Bülent Ersoy'a pipi yaptık sırf gıcıklığına.

İşkence nasılmış anlasın diye elektrik boyadık Devlet Babanın tırnaklarına. Meğer bir makanizmaymış Devlet Baba; içindeki sıçanlar kaçıverdi elektriği yiyince.

Sakalına tükürdüğümün Capitalismus'unun özvarlığına ve sermaye hesaplarına, fakirlik seviyesinin altında kalanlar yüzdesini boyattım zorla bizim boyacıya; biraz yoruldu ama olsun.

Sonra kırkbeş yaşındaki halimi boyattım ona:

"Koskoca dünya dönerken ben dönmüşüm çok mu? Bunları cidden ben mi yazmışım? Çok romantikmişim canım; bıy bıy bıy Hacivatım." Cebime koydum kendimi, ileride lazım olur belki diye.

O da bana yetmişyedi renk boyalı, pirinç kaplama, Sibel Can kartpostallı, Süleymaniye gibi bir boya sandığı boyattı. Bir de parka, kalan son boyamızla.

Sonra ben sözümü tutup salebini ısmarladım boyacı çocuğa. Saleplerimizi içerken bol bol güldük ne işler ettiğimize ve ben gizliden gizliye umutlandım. Sonra o kendi evine yollandı ben kendiminkine. Yatmamla uyumam bir oldu. Sabah minibüslerin pençe gibi korna sesleriyle uyandım.

Bu ülke gene çaktırmadan ırzıma geçiyordu.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
BİR KORNAYI BİLE DOĞRU BOYAYAMADIN
USTA HALEN ÇALIYORLAR
nalan dedi ki…
nasıl dehlizdir bu ?
hayran olmamak mümkün değil, ağzına sağlık.
Gökhan dedi ki…
Usta, ben onları yazıda değil de gerçekte boyayabilmiş olsaydım burda işim neydi zaten :)

Nalan, eyvallah, bunlar "eskiden ben" yazıları, bir dönem kafam çok acayip çalışıyordu işte böyle, imza: o günlere geri dönmeye çalışan bir dost.
ena dedi ki…
Bayıldım ki ben buna da...:)Okuyanın da ruhuna bir parça sızı bir parça huzur, yüzüne hüzünlü bir tebessüm,gözlerine de anlatmakta zorlandığım zira uzun süredir çok az insanda gördüğüm anlamlarla dolu bir ifade boyuyor bu yazı...
Gökhan dedi ki…
ena, çok teşekkür ederim. :)
Gökhan dedi ki…
Bu yorum yazar tarafından silindi.
ena dedi ki…
Ben teşekkür ederim asıl.Kaç gündür dönüp dönüp okuyorum. Ne zamandır boşlamıştım yazmayı.Öykülere dönesim geliyor.Ki neredeyse 3 yıldır hep başladığım ama hiç bitiremediğim bir şey öykülerim...Ben teşekkür ederim asıl...

Bu blogdaki popüler yayınlar

DEVRİM YAPACAADIK DA BİZİ BU İNTERNET BİTİRDİ

bu foto sadece erkek veya lezbiyen veya biseksüel okuyucunun dikkatini yazıya çekmek için konmuştur. Görsel meta tüketimi de insanda "çünkü ben buna değerim!" duygusu yaratıyor. "Koçum benim! Bunların hepsi sana vermek istiyor! Bak nasıl da sıraya girmişler" Son bir kaç gündür tuvalet kitabım Fransa'da 68'de neler olduğunu anlatan, unuttuğum adı da bu minvalde bir şey olan bir kitap. Ondan önce de Vietnam Savaşı'nı okuyordum. Benim için sanıyorum tuvalet aynı zamanda bir okuma mabedi haline gelmiş durumda. Tuvalet dışında okuyamıyorum. İşteki tuvalette ayrı kitap evdekinde ayrı kitap okuyorum. İşteki tercihlerim genelde kafa dağlamayan Amerikan romanları. Bir yandan Gore Vidal'in Düello'sunu bir yandan da Mario Puzo'nun Omerta'sını okuyorum işte. Evde ise genelde araştırma kitaplarından daha fazlasını almıyor kafam. Bazen sırf kitap okumak için çişim olduğu halde takılıyorum tuvalette. Evet manyağım belki, ama sanırım dış dünyanın t

"Makinalaşmak İstiyorum" Şiiri Üzerine

Virgillius'un şu yazısını okuduktan sonra bir cevaba girişip yorum kısmına koyacak oldum. Fekat yorumun limitlerinin almayacağı bir yazıya dönüştüğü için yazacaklarım, buraya almaya uygun görmüş bulunmaktayım efenim. Üstat hazır sen yokken meydanı boş bulup atıp tutayım biraz. “Makinalaşmak İstiyorum” şiiri Nazım Hikmet'in şiirinin gelişme döneminde denediği Fütürist akım dahilindeki bir iki şiirinden birisidir. Fütürist akım İtalya'da Marinetti tarafından başlatılmış daha sonra özellikle Rusya'da faşizme olan açık desteği paranteze alınarak geçmişe dair herşeyi reddeden cesur tavrı öne çıkarılarak Mayakovski ve Hlebnikov tarafından uygulanmıştır. Mayakovski'nin şiirinin bu kadar sert, açık ve kavgacı olmasının sebebi şairin manyak bakan gözleriyle birlikte bu akımdır. Nazım Hikmet'in KUTV'da eğitim görürken okuduğu ve çarpıldığı bu şiir biçimine öykünerek yazdığı bir şiirdir “Makinalaşmak İstiyorum” Biçimsel olarak oldukça özel bir yer tutar Türk şii

Aklıma Takılanlar

Kışın kafelerde, metrolarda filan bir kere bile kitap okuduğunu görmediğim yurdum burcuva kızı neden güneşlenirken kitabına gömülür? Ben biliyom nedenini de, ayıp değil mi güneşin altında kavrulan o zavallı kitabın yapraklarına be güzel ablam ama ya!